21 Nisan 2016 Perşembe

Teozofi'nin Önemli İsmi Annie Besant



Annie Besant ilginç bir kişilik…

Bir Marksist ve kadın hakları savunucusu olarak adının hem Clara Zetkin ve Rosa Luxemburg gibi 19. yüzyılın efsane kadın aktivistleriyle birlikte anıldığını, hem de, spiritualist ve çağdaş okültizmin kurucusu Helena Petrovna Blavatsky’nin sadık bir takipçisi olarak tarihe geçtiğini görürürüz.

Besant’ın marifetleri bunlarla da bitmez: O aynı zamanda kadınların da kabul edildiği “karma mason localarının” (co-masonry) fikir mimarı ve dünyaca ünlü Hintli düşünür Jiddu Krishnamurti’nin de manevi annesidir. Besant, o meşhur Hindistan gezileri sırasında, zekâ ve yeteneklerinden etkilendiği Krishnamurti’yle bir rastlantı eseri karşılaşmış ve evlat edinmiştir.

Politik bir aktivist olarak Besant, gerek konuşmaları gerek de yazılarıyla, sağlıksız endüstriyel koşullarda çalışan işçilerin sosyal haklarından İrlanda’nın bağımsızlığına ya da doğum kontrolünden vejetaryenliğe kadar, radikal sol diyebileceğimiz bir çizgide ateşli mücadelelere girişmiştir.

Karl Marx’ın temel, kuramsal metinlerini ilk kez İngilizce’ye çeviren Edwar Aveling ve ünlü yazar George Bernard Shaw’un, Besant’ın düşünce alışverişinde bulunduğu iki yakın aile dostu olduğunu biliyoruz. Aveling, bir süre Marx’ın kızı Eleanor’la birlikte yaşamış, bir anlamda Marksist öğretinin merkezinde yetişmiş ve Besant’ın düşünce dünyasını oldukça etkilemiş bir entelektüeldi…

Besant, 1887 yılında, Charles Bradlaugh ile birlikte Why I Do Not Believe In God (Neden Tanrıya İnanmıyorum) adında bir kitapçık yayınlamıştı. İlginçtir, 1887, Besant’ın Teozofi Derneği’nin kurucusu H.P. Blavatsky ile de tanıştığı yıldır. Yani ateizm bayrağını göndere çektiği yıl, aynı zamanda Besant’ın reenkarnasyon, durugörü medyumluğu ya da Budist inanç sistemini araştırmaya başladığı yıl olmuştu…

Helena P. Blavatsky, Gizli Öğreti (The Secret Doctrine) ve Peçesiz İsis (Isis Unveiled) gibi kitaplarıyla, hem kendi döneminin, hem de günümüzün yeniçağ öğretilerinin akıl hocası, ilham perisi, “Pallas Athena”sı olmuş bir figür. Manly P. Hall, Blavatsky için “Rus Sfenksi” diyor. Blavatsky’nin mistik karizması ve okült doktrininden oldukça etkilenen Besant da, hayatının ikinci yarısını teozofi derneklerinin yöneticiliğine dek uzanan “spritüal bir misyona” adıyor…

Farabi için İkinci Hoca (Muallim el Sani) denir. Birinci hoca Aristoteles’tir çünkü. Bir anlamda teozofi hareketinin, Blavatsky’den sonra gelen ikinci üstadı da Annie Besant’tır. Dönemin bu iki güçlü kadın figürü arasındaki işbirliği hayatlarının sonuna dek sürmüştür. Öyle ki Madam Blavatsky, Besant’ın evinde hayata gözlerini yummuştur.

Mavi Kalem Yayınları, on dokuz ve yirminci yüzyıl Avrupa’sının, bu sıradışı kişiliği Annie Besant’ın iki kitabını okurlarına sunuyor. Teozofi ve spiritüalizm meraklıları, bu tarihsel metinleri kitaplıklarında bulundurmak isteyeceklerdir. Herkese iyi okumalar…

Kubilayhan Yalçın

Değişim & Dönüşüm



DEĞİŞİM & DÖNÜŞÜM

Herkes farkında mıdır bilmem ama son birkaç yıldır insanın içsel yapısı süratle değişmekte, adeta gözümüzün önünde evrilmektedir. Bu değişimin dünyanın her yerinde aynı anda olduğunu söyleyemeyiz. Bununla birlikte yeni nesil ve çocuklarda emarelerini rahatlıkla görebiliyoruz. Artık çocukların önemli bir kısmı bambaşka bir mantaliteye ve ruhsallığa sahip olarak dünyaya geliyorlar. Bizden o kadar farklı ve orijinaller ki çoğunlukla düşünce ve his yapıları karşısında apışıp kalırız. Evladının özgünlüğü hususunda doğru bir tutum sergilemek isteyen bir ebeveyn, öncelikle onu iyice tanımalı, onda filizlenen yeni yeteneklere özgürlük tanımalı, desteklemeli ve diğer ortalama düzey insanlara veya çocuklara katiyen benzetmeye çalışmamalıdır.

Gördüğümüz anda farklı olduklarını anladığımız bu yeni nesil çocuklara indigo, kristal, elmas gibi çeşitli isimler verilir. Hepsi de en az bir alanda sergiledikleri sıra dışılıkla dikkat çekmektedir. Size hemen yakın çevremden üç farklı örnek vermek istiyorum.

İlki, şu anda 8 yaşında olan muhafazakar komşumuzun oğlu. Kapıya çıkarken dahi tesettüre girmeyi ihmal etmeyen annesi, oğlanın okulda uyumsuzluk yaşadığını, diğer çocuklarla ortak konular bulamadığını, tuhaf tuhaf hobileri olduğunu (kadına göre o yaşta dünyanın diğer ucundaki ülkeleri ve halklarını araştırmak tuhafmış) anlatarak dert yanmıştı. Çocuk daha 4 yaşındayken, yuvaya yeni başladığında şöyle bir tespitle ilk golünü atmış: “Anne, ben Belçika’da doğsaydım Hristiyan olacaktım.” İlerleyen zamanda konuyu ilerleterek “Neden Müslüman olmak zorundayım?” diye bir soru yöneltmiş. Dini inancın aileden geldiğini güzelce açıklamalarına rağmen ikna olmamış ve “Sen Müslümansın, ben değilim.” diyerek itiraz etmiş. Neyse ki aile eğitimli ve bilinçli, çocuklarına baskı yapmamışlar ve ileride isterse diğer dinleri araştırabileceğini ve başka bir seçim yapmakta özgür olacağını söylemişler. Çocuğun en son “numarası” da bir öğretmenine yönelttiği “Madem sol el haram Kur’an neden sağdan sola yazıldı?” sorusuymuş. Bu çocuğun çok küçük yaşta sergilediği mantık, analiz gücü, bağımsız iradeye hayran olmamak elde değil.

İkinci çocuk yine aynı yaşta olan yeğenim. O da bildik bileli uyumsuz, inatçı bir çocuk. Doğal olarak önce yuvada sonra okulda bir sürü problem yaşadı, yaşattı ve hala da yaşıyor. Ablam, Barış henüz bebekken, çocukların gördüğü söylenen melekleri onun da gördüğünden şüpheleniyordu. Gözlerini bizim göremediğimiz bir şeylere dikip gülümsüyordu kendi kendine. Konuşmaya başladığında gülümsemeler azaldı ama bu defa geceleri uykusunda kalkıp, yatağa oturup etrafını gözlemlemeye başladı. Ablama çocukların algıları açık bir şekilde doğduklarını ve zaman içinde kendi kendine kapanacağını söyleyerek endişe etmesini önledim. Ama takip etmeyi sürdürüyordum. Soyut dünyayı somut dünyadan ayırması gereken ve aradaki keskin çizgiyi çizmesi gereken zaman geciktirilirse, çaresini o vakit düşünecektik. Neyse ki çok beklememiz gerekmedi. İlkokula başladığı sırada annesine şöyle bir soru sordu: “Gördüğüm bu amcalar hayal, değil mi anne?” Barış’ın algıları hala açık. Fizikötesine ait bazı şeyleri gördüğünü kabullendik ve bu görüntüleri soyut “hayal” dünyasına oturttuğunu anlayınca rahat bir nefes aldık. Barış şanslı bir çocuk. Asla “kafadan atıyorsun”, “masal uyduruyorsun”, “aman çocuğum bunlar cin, şeytan” gibi sözler işitmeyecek ve vakti geldiğinde duyu ötesi algılarını anlamlandırmada, kullanmada yardım edilecek.

Üçüncü örnek kendi kızım. Şu anda 15 yaşında olan kızım, birkaç zamandır beden dışı deneyimler yaşamakta, bunların ne olduğunu anlamakta, ruhun sembolik dilini öğrenmede yol katetmektedir. Bu ruhsal yönelişi, düşünce ve yaratıcılık alanlarında kendini bariz olarak açık etmektedir. Beden dışı deneyimlerin getirdiği içsel bilgelikle birlikte insan ve hayvanlara karşı empati duyguları gelişmekte, varoluşun maddi-fiziksel ve soyut-metafiziksel dengesini gözetmeye çalışmaktadır. Yazabilmem için ondan iki katına fazla yaşamamı gerektiren bazı sözleri işte bu bilgeliğin ürünleridir: “En sonunda falcıya sormuşlar, nasıl her şeyi bildin diye. Demiş ki: “Ben onlar için iyi olanı söyledim, onlar da tüm hayatlarını ona göre yaşadılar.”

18 Nisan 2016 Pazartesi

Charles Leadbeater Kimdir?



Teozofi renkli bir dünyadır. Teozoflar da masal kahramanı gibidirler.

Alexander Scriabin’in piyano sonatlarının, Wassily Kandinsky ve Piet Mondrian’ın “avant garde” resimlerinin ya da H.P Lovecraft’ın fantastik öykülerinin ardında onlar vardır. Bununla birlikte Hitler’in “okült ırkçılığının” ardından da karanlık birer korkuluk gibi karşımıza çıkabilirler…

Düşleri, düşünceleri, metafizik spekülasyonları ya da okült doktrinleri elbette tartışılabilir. Ama Batı Uygarlığının inanç ve kültür kodlarını anlamamızda bize zengin kaynak sunarlar.

Mavi Kalem Yayınları, teozofi klasiklerini dilimize kazandırmaya devam ediyor. Sıradaki konuk Charles Webster Leadbeater.

Leadbeater’ın melek mi yoksa şeytan mı olduğuna karar veremedim. Hayatı ve misyonuna dair bazı bilgileri aktarıp, yorumu sizlere bırakıyorum.

1847’de İngiltere, Stockport’ta doğuyor. Gençlik yıllarında onu ateşli bir Anglikan rahibi olarak görüyoruz. Bununla birlikte, dönemin ünlü medyumu William Eglinton’un spiritizma (ruh çağırma) celselerine de düzenli olarak katılıyor.

Ünlü teozofist Alfred Percy Sinnet’in Occult World kitabıyla birlikte “Blavatsky evreni” ya da teozofi dünyasını keşfediyor. Ve böylece, hayatı boyunca çalışıp, üzerinde kalem oynatacağı Karma, reenkarnasyon, ezoterik Hristiyanlık, Himalaya Üstatları, psişik yeteneklerin geliştirilmesi, düşünce formları, rüyalar ya da vejetaryenlik gibi konularla da tanışmış oluyor.

Leadbeater tipik bir otodidakt: Müzik, matematik, fizik, astronomi ve ornitolojiyle ilgileniyor. 1883 yılında Teozofi Derneği’ne girdikten sonra, Blavatsky’nin “veliaht prensesi” Annie Besant ile birlikte 60 kadar elementin atomik yapısı üstünde çalışmalar yapıyor. Neon elementinin bir izotopunu buluyorlar ve çalışma sonuçlarını 1908 yılında, The Theosophist dergisinde ilan ediyorlar. Aynı yıl Besant’la birlikte, bu çalışmalarının bir derlemesi olan Occult Chemistry (Okült Kimya) kitabını da yayınlıyorlar.

Yeri gelmişken: Teozofi Derneği’nin Hindistan’daki merkezi Adyar’da bulunduğu günlerde, 14 yaşında küçük bir çocuk, zekâ ve yetenekleriyle Leadbeater’ın oldukça ilgisini çeker. Daha sonra Annie Besant’ın evlat edineceği bu çocuğun adı Jiddu Krishnamurti’dir. Leadbeater’a göre Krishnamurti, beklenen Dünya Öğretmeni, Maitreya Buddha ya da mesihin ta kendisidir! Teozofi Derneği’nin kanatları altında, sözde gelecekteki bu spritüel misyonu için yetiştirilen Krishnamurti, ileriki yıllarda tüm bu Dünya Öğretmeni iddialarını reddetmiş; bağımsız bir düşünür olarak kişisel kariyerine devam etmiştir.

Leadbeater, 1915 yılında kadınların da kabul edildiği “co-masonic” bir locaya inisiye edildi. Bu döneme ait izlenimlerini Hidden Life In Freemasonry (Hürmasonluğun Saklı Hayatı) ve Glimpses Of Masonic History (Masonluk Tarihinden Enstantaneler) kitaplarında aktarmıştır.

Şimdi bu ünlü durugörü medyumu ve teozofist ile aranızdan çekiliyor ve iyi okumalar diliyorum.

Kubilayhan Yalçın

(Yüksek Bilinç kitabı, önsözü)