KAHİN
VANGA VE ŞİFACI BABA JULİA (HAVVA NİNE) GEZİ NOTLARI 2. BÖLÜM
…Ertesi
sabah planlanan saatten biraz gecikmeli olarak yola çıktık. Gotse Delchev şehrinden
15 km mesafedeki Kribul köyüne 95 km yolumuz vardı. Rodop dağlarının adeta kuş
uçmaz kervan geçmez yollarında ortalama 30 km hızla gittiğimiz için bu mesafeyi
ancak 3 saatte alabildik. Ama sıkılmaya hiç meydan yoktu. Hem manzara müthişti
hem de bu bölgeyle ilgili anlatılan efsaneler üzerinde konuştuk. Atalarının
yılan olduğundan bahseden bazı yerel halkları hatırladık. Tabii bu yılanlar
bildiğimiz sürüngen hayvan değillerdi, isimlerini yer altında yaşamaları sebebiyle
öyle almışlardı. Sürekli ışıktan uzak ve nemli ortamda yaşamaları sebebiyle
muhtemelen bir tür mantar hastalığına yakalanmışlardı ve derileri hem solgun
hem de pul pul duruyordu. Osmanlı’nın son dönemlerine kadar bu “yılan insanlar”
arada bir ortaya çıkıyordu. TV’de ve belgesellerde büyük dedesinin yılan
olduğunu bahseden kişiler var hala. Rivayete göre çok çok uzun bir zaman önce
bir tehlikeden korunmak için yeraltına sığınmışlar ve kendilerine orada bir
yerleşke kurmuşlardı. Ancak soylarının gittikçe azalması sebebiyle senede 1
veya 2 defa yeryüzüne çıkarlar, köyleri basarlar ve kendilerine gelin olacak
genç kızları kaçırırlardı. Hakikaten de bu bölgede eğer yılan insanlar varsa,
kolay kolay bulunmazlardı. Yerleşimi yok denecek kadar az, el değmemiş kalan dağlık
ve sık ormanlık bir bölgeydi burası. Yakınlarından geçtiğimiz tek tük Pomak köylerde
dikili minareler göze çarpardı. Burada zaman durmuştu. Telefon şebekeleri çekmiyor,
navigasyon çalışmıyordu. Hakikaten de bir yılan-insan çıksa ve içimizden birini
götürmeye kalksa yapacak bir şey yoktu J
Öğle
civarı Kribul köyüne vardık. Skribina Kadim Şifa Mabedi’ne kendi aracımızla
gidemeyeceğimizi öğrendik. Bir Anunnakiden hallice izbandut gibi 3 adam geldi,
bizi ciplere bindirerek 5 km ötedeki mabede götürdü. Yol o kadar bozuktu ki bu
kısa mesafeyi yarım saat civarında ancak alabildik. Bunun karşılığında bizden
kişi başı 10 leva (20 tl civarı) para alacaklarını söylediler. Bundan 2-3 sene
evvel bu yol bile yokmuş ve Havva nine mabede eşek sırtında gidiyormuş. Mabette
şifa bulan zengin bir Sofyalı, ona cömert bir bağış yapmak istemiş. Havva nine,
bunun yerine yolu düzeltmesini rica etmiş. Adam, yolu bir traktör kiralayarak
bizzat kendisi açmış. İyi ki de yapmış, yoksa oraya ulaşmamış imkansızdı.
Ciplerden
inip, Havva nineyi izleyerek ve Kızılderililer gibi tek sıra birbirimizi takip
ederek meşe ormanının içindeki patika yoldan mabede vardık. Mabet, dik bir
kayanın tam kenarına yerleşmiş birkaç büyük taştan meydana geliyor. Bu mabed
ile ilgili türlü söylenceler var. Hristiyanlık öncesi bir ölümsüzlük ritüelinin
izlerini saptadığım bu ayin ve mabedin en az 10 bin yıllık olduğunu ve Aryanlar
veya Proto-Traklar (Pelasgiler) tarafından inşa edildiğini iddia eden
araştırmacılar vardı. (Bu ritüel ve inisiyasyonu ile ilgili bilahare yazacağım).
İsa’dan 3 bin yıl evvel ikinciye canlandırılmış ve son olarak binli yılların başında
üçüncüye düzenlenmiş. Bu yerin eski bir Atlantis merkezi olduğu da iddialar
arasındadır. Hakikaten de alanda manyetik tarama yapılmış ve son derece yüksek
bir radyasyon olduğu saptanmış. En yoğun olduğu yer ise mabede girişin
yapıldığı merdivenli açıklık olduğu anlaşılmış.
Mabede girişte hazırladığımız tüm
malzemeleri verdik. Havva nine gerekli hazırlıkları tamamladı, açıklamaları
Bulgarca dilince yaptı, ben de tercüme ettim. Sonra asa niyetine kullandığı
tahta sopayı üç kez kayaya vurdu ve dedi ki: “Selamün Aleyküm. Eğer uyuyorsan
uyan, eğer dışarıdaysan toplan, sana misafirler getirdim.” Sonradan bana izah
ettiğine göre bu mabedin koruyucu bir ruhu (elemental veya tılsımı) varmış ve
ondan bize izin vermesi için dilek ve adakta bulunmuş. Yanımıza getirdiğimiz
tüm tuz ve unları, köylülerin “Saybiya” ismini verdikleri işte bu “dev kara
yılan” diye bildikleri ruha adak verirlermiş. Ayrıca bu varlık herkesi
almıyormuş. Havva ninenin mabedin içinde yaktığı ateş bazen sönermiş ve o zaman “kara
yılanın” ve mabedin o kişiyi istemediğini anlarmış. Mabedin içinden 3 kez
geçtikten sonra ve bize söylenen tüm direktifleri yerine getirdikten sonra hastalığımızı
temsil eden giysiyi yakınlardaki bir ağaca bağladık, (ki bildiğime göre bu bir
ak büyüdür), teşekkür edip gönlümüzden geçen bahşişimizi verdik ve alandan
ayrıldık.
Skribina Kadim Şifa Mabedi’nin
mucizevi iyileştirme gücüyle ilgili birçok delil söz konusu. Zaten mabedin ne
kadar çok ziyaretçi aldığı, ormanda aslı yüzlerce giysiden belliydi. Ki işi
biten pekçoğu da sıra sıra dizili çuvallara doldurulmuştu. Biz de birer “Türk
kafasıyla” bu giysileri ne yaptıklarını çok merak ettik. Acaba indirip indirip
satıyorlar mıydı, yoksa dağıtıyorlar mıydı? Açıkçası aklı başında biri böyle
bir şey yapmazdı, çünkü o giysiler bizim şifa ormanında bıraktığımız
hastalıkları temsil ediyordu. Ayrıca saatler geçtikçe iyice anladığımız gibi,
bölge insanının buna ihtiyacı yoktu. Şifa bulduğunu söyleyen bunca insana
bakarsak, giysilere doğru muamele yapılıyordu. Bana kalırsa, şifada mabedin payı
olduğu kadar, bozulmamış kalan saf inançlı yerel halkın da payı vardı. Biz bir
taraftan para verirken, diğer taraftan bir kısmını geri veriyorlardı. Bize çok
gülünç denecek ücret karşılığında tamamen organik ve ev yapımı ikramlar
sundular. Havva ninenin döktüğü kurşun için ise toplam 10 leva (kişi başı 2tl)
para verdik, ki Havva ninenin kocası bu paranın yarısını kurşun dökemeyen bir
arkadaşımıza bağışladı ve “sus” işareti yaptı!
Son olarak Havva ninenin kurşun
dökme geleneği ile ilgili söylediği ve kulak arkası yapmamızı istediği bir-iki
bilgiye yer verelim: Kurşunun mutlaka doğal ateşte, yani odun ateşinde
dökülmesi gerektiğini anlattı, çünkü asıl şifayı veren doğal ateşin
elementiymiş. Bu yüzden sakın ola gaz ocağında veya elektrikte bunu yapmayın,
diye ikaz etti. İkinci uyarısı, kurşunun döküldüğü sudan kesinlikle tatmanın zararlı
olduğu konusundaydı. Dediğine göre kurşun suyla temas ettiğinde negatif enerji
suya geçer ve eğer onu tadarsan bu enerjiyi yoğunlaştırıp sana geri verir.
Üçüncü olarak, soğutulmuş kurşunun bize geri verilmesi gerektiğini söyledi.
Üzerinde 3 gece yattıktan sonra bir akarsuya atılmasını tembih etti. Deniz veya
göl gibi durgun suya kesinlikle atılmazmış çünkü su akarken şifa verip hasarlı
tesiri yıkarmış…
Dönüş yolunda karşımıza çıkan bu masaldan fırlamış gibi görünen kimsesiz atlar, "doğru bir iş yaptınız ve güle güle gidin" der gibiydi...