15 Aralık 2020 Salı

 


GERÇEK KABALA'NIN ANAHTARI

Giriş

 

Hermetik İnisiyasyona dair üçüncü kitabıma Gerçek Kabala'nın Anahtarı adını verdim ve kesin bir şekilde söyleyecek olursak bu isim, Kelam’ın Bilgisi’ne dair bir teolojiye dayanır. Teurji ile uğraşırken kişi, her halükarda majik bir gelişme yaşamış olmalıdır; yani, en azından Hermetik İnisiyasyon’a dair ilk ciltte tanımlanan uygulamalarda tamamen ustalaşmak gereklidir. İlk iki eserim gibi bu kitap da iki bölümden oluşuyor. İlk bölüm olan teoride, okuyucuyu Kabala'nın oldukça zor olan kavrayışına hazırlarken, ikinci kısımda gerçek uygulamalara yer verdim.

 

Hermetik literatürde kavranması çok zor bir konu olan Kabala hakkında çok şey yazıldı, ancak pratikte tüm bunların içinde ancak çok azı kullanılabilir şeylerdir. Neredeyse her zaman Kabala ile uğraşan kişinin İbranice'ye hakim olması gerektiği, bu olmadan Kabala'yı incelemenin imkansız olduğu iddia edilmektedir. Akademik Kabala, çoğu kitapta, genellikle İbranice kökenlidir ve bunun, araştırmacıya, kabalistik erdemlerden oluşan bir yaşam felsefesini aktardığı söylenir. Ancak gerçek Kabala'nın uygulamasını ve kullanımını gösteren kitap sayısı oldukça sınırlıdır. Birkaç Yahudi din adamının (haham) Kabala hakkında bir miktar bilgisi vardı, ama muhtemelen ortodoks düşüncelerinden dolayı bunu gizli tuttular ve bu nedenle kabalistik uygulamaların en basit parçaları bile halk tarafından hiç bir zaman bilinmedi.

 

Kabalacıların yaptıkları birçok açıklama, konuya ciddi bir ilgi gösteren öğrenciye, uygulama için gerçek ipuçlarına dair hiçbir şey söylemediği gibi, herhangi bir teorik ayrıntı bile sunmaz. Sadece en fazla mikro ve makro kozmosun felsefi bir temsilini sağlar. Kabala öğrencisi bunlardan, Kabalist yaşam felsefesi hakkında hiçbir fikir edinemez, çünkü bir yandan bu fikirler karmaşası arasından yolunu bile doğru dürüst göremezken, diğer yandan farklı kitaplarda gördüğü çelişkili ifadeler nedeniyle kendisini daha da büyük bir karanlığın içinde bulur.

 

Elinizdeki kitap, gayretli bir Kabala öğrencisinin kendisinin de açıkça göreceği gibi, teorinin yanı sıra uygulamayı da içeriyor. Bilginin tümünü,  yani bütün kapsamıyla Kabala'yı tek bir kitapta anlatmak, elbette, sadece teknik nedenlerle bile imkansızdır. Ancak bu harika ilmin incilerini son derece güzel bir zincir halinde birbirine bağlamak için fazlasıyla çaba harcadım. Bunu yaparken de doğal olarak mikro ve makro kozmosa atıf yapan analojilerin kanunlarını dikkate aldım, çünkü Kabala'nın bütünü, arada herhangi bir boşluk olmadan anlatılacaksa, bu başka türlü yapılamazdı. Şimdiye kadar Kabala'da yaygın olarak kullanılan sayısız İbranice terimden mümkün olduğunca az yararlandım ve bunun yerine herkes tarafından kolayca anlaşılabilen terimleri tercih ettim. Her halükarda, kitabımı inceleyen okuyucu oldukça farklı bir fikir, yani Pratik Kabala'ya dair doğru fikri alacaktır.

 

İlkel insanlar, hangi ırka ait olurlarsa olsunlar ve dünyamızın hangi kısmında yaşarlarsa yaşasınlar, hepsi de kendi dinlerine, yani Tanrı kavramlarına ve sonuç olarak da bir çeşit teolojiye sahiptirler. Bu teolojilerin her biri iki kısma ayrılmıştır: ekzoterik ve ezoterik kısımlar. Tanrı'nın halka aşikar olan ekzoterik bilgisi bir yandadır, diğer yanda ise ezoterik bilgi yer alır ve bu, inisiyelerin ve yüksek rahiplerin teolojisidir. Ekzoterik bilgi hiçbir zaman gerçek bir majiyi veya Kabala’yı içermemiştir. Bu yüzden de ilkel halkların inisiyeleri sadece majisyenler ve Kabalistler olabilmiştir.

 

Çok eski zamanlardan bu yana bu bilgeliği kesinlikle gizli tutmak en kutsal emir olmuştur; ilk olarak otoriteyi korumak için; ikincisi, insanlar üzerindeki gücü kaybetmemek ve üçüncü olarak da herhangi bir suistimali önlemek için. Bu gelenek günümüze kadar devam edegelmiştir ve benim kitabım da okuyucuma tam bir bilgi aktarıyor olmasına rağmen onu sadece bilgilendirebilecektir, ona asla bilgelik vermeyecektir. Bilgeliği ancak dürüst pratik çalışmalarla kazanmak için kendisi çabalamak zorundadır. Ve ulaşabildiği bilgelik aşaması da yine kişinin kendi olgunluğuna ve kişisel gelişimine bağlı olacaktır. Kitabım en yüksek bilgeliği sadece gerçekten olgun, yani inisiye olanlar için erişilebilir hale getirecek, böylece en yüksek gerçekleri ve sırları yayınlıyor olamamıza rağmen, eğitimli kişi ile bilge kişi arasında yine büyük bir boşluk bırakarak, sessizlik emrini ihlal etmemiş olacaktır. Bilgelik, eğitimli kişi için daima gizli kalacaktır; yalnızca tamamen inisiye olana sunulacaktır.

 

Kabala ilmi, yani Theurgy çok eskidir ve önce Doğu'dan yükselmiştir. Tarihin şafağının bilgeleri, en büyük sırları evrensel dilde, yani mecazi dil ile ortaya koydular. Bunları antik insanların, Mısırlıların ve diğerlerinin hiyerogliflerinde görüyoruz. Antik bilgeler, bilgeliklerini mecazi dilde, yani sembolik bir tarzda aktarabilmişlerdi. Bu bilgeliğin benimsenmesi o zamanlarda, söz konusu bilgenin olgunluk aşamasına bağlıydı. Bütün oryantal bilgelik, sadece sembolik dilde ortaya konmuştur. Bu bilgelik olgunlaşmamış olanlar için, diğer bir deyişle bir ustanın, bir gurunun rehberliğinde bireyselliğini geliştirerek gerekli olgunluk durumuna ulaşmamış olan kişiler için her daim bir sır olarak kalmıştır. Bu nedenle bugüne kadar tüm gerçek inisiyasyon kitaplarında, kişisel bir gurunun inisiyasyonu olmadan bunun sadece imkansız değil, hatta tehlikeli olduğu yazar ve bu konuda hepsi birbirleriyle aynı fikirdedir. Bir usta, öğrencisine sembolik, yani mecazi dili öğretirdi ve zamanla gerçek inisiye, yazıların sembolik anlamlarını ustasına aşama aşama açıklamak zorundaydı. Öğrenci kısa süre sonra efendisinin diline alışır ve kendisi de öğrendiklerini yine ancak bu sembolik dille aktarabilirdi.

 

Böylece, bu kutsal ilim bir kişiden diğerine, günümüze kadar sadece gelenekle aktarılmıştır. Bir ustanın öğrencisine yapacağı herhangi bir açıklama ona ilhamla iletilirdi, böylece öğrenci ustasının ona ne söylemek istediğini ani bir kavrayışla anlardı. Bu aydınlanmaya, yani inisiyasyona Doğu'da bir dizi isim verilmiştir; örneğin "abhisheka", "angkhur", vb. Bir usta iyice hazırlanmamış ya da olgunlaşmamış bir öğrenciye bilgeliğin gerçek sırlarını asla ifşa etmezdi. Kuşkusuz, en yüksek bilgelik hakkındaki bazı yazıları günümüze kadar ulaşan majisyenler ve Kabalistler de vardı. Ancak, daha önce de belirtildiği gibi, en yüksek bilgeliklerin hepsi de sembolik dilde ortaya konulmuştur ve eğer şans eseri, olgunlaşmamış bir kişinin ellerine geçtiyse bile, bunu kavraması mümkün olamamıştır. Bununla birlikte, bazen olgunlaşmamış bir insanın bu bilgelikleri kendi bakış açısıyla açıklamaya çalıştığı da görülür. Fakat böyle bir açıklamanın herhangi bir gerçek yorumdan çok uzak olduğunu söylemeye bile gerek yok. Doğu'nun inisiyelerinin geride bıraktıkları bazı yazılara erişmeyi başaran çoğu yazar her zaman aynı hatayı yaptı ve bu yazıları kelime anlamlarıyla yorumlayarak aklın diline tercüme etti. Genellikle bir sırrın veya uygulamanın sembollerini doğru bir şekilde yorumlayacak kadar olgunlaşmış olmadıkları ve gerekli eğitimden ve mecazi ya da kozmik dile dair gerçek kavrayıştan yoksun oldukları için, hermetizmde çok sayıda hataya neden oldular. Bugün uygar dillerde kaç tane absürt uygulamanın yayınlandığını hayal bile edemezsiniz.

 

Ben bu kitabımda sembolik dili aklın diline dönüştürdüm ve böylece gerçek hermetizme, Kabala'ya, yani kelamın gizemine, inisiyenin güvenli bir şekilde ilerleyebileceği bir yol açmayı başardım.

 

 

Franz Bardon

"Gerçek Kabala'nın Anahtarı"

Mavi Kalem Yayınevi

https://www.mavikalemyayinevi.com/gercek-kabalanin-anahtari

28 Kasım 2020 Cumartesi

Kıyamet Vizyonu



Aşağıda, 2019 yazında gördüğüm Kıyamet vizyonuna yer veriyorum. Yapabildiğim ölçüde yorumunu da ekledim, gözden kaçırdıklarım varsa, okurlarım ekler diye düşünüyorum...

Okuldaki çocuklar bir sinema salonuna girmişler. Ben de sinema seansının ortasında içeriye giriyorum. İçerisi alacakaranlık. Tam da perde veya sahne değişiyor, önceki film bitip yeni bir film perdeye giriyor. Bulutların arasında havada ve aynı zamanda salonun içinde dev fantastik bir araç görüyorum. Aracı tanımlayamıyorum ama üzerinde tıpkı kendisi gibi fantastik, sürreal bir aktör var. Muazzam, huşu veren, azametli, haşmetli bir görüntüsü vardı. Bu, Jim Carrey’in ta kendisi. Onun oynadığı bir filmi izleyecekmişiz ama kendisi pek istekli değil, hatta sahneden kaçmaya çalışıyor. Fakat üzerinde durduğu araç (ona oyuncak diyor) bozukmuş, hatta açıklama yapıyor, “dinamosu bozuk” diyor. Bu absürtlüğü izlerken boş bulduğum bir koltuğa oturmaya çalışıyorum. Yanımda küçük bir oğlan var ve onun da yanında birazı şarap dolu bir kadeh. İstemeden şarabı koltuğa deviriyorum ve oğlan bundan hiç hoşnut olmadı, hatta bana kızdı. Sonra salonda bir ara verildi ve ben dışarı çıktım.

Uzun uzun apartmanlar arasında bir yerdeyim ve orada bekliyorum. Üniversiteden tanıdığım Cem adında bir arkadaşım geldi. Genç hali, yüzü aydın, saçı başı düzenli ve güzel. Dikkatim boyuna çekiliyor çünkü benden çok çok uzun ve ona küçük bir çocukmuşum gibi başımı yukarı kaldırıp bakmak zorunda kalıyorum. Birbirimizi gördüğümüze çok sevindik. Ona “Sen hiç UFO gördün mü” diye sordum. “Evet”, dedi, “Babam için bir araba yaptıracaktım, arabayı servise götürdüm ve şanzımanının olmadığı ortaya çıktı. Şanzımanı olmadan bir araba gider mi hiç?” Cem ile beraber bir otobüse binip Kartal semtine gideceğiz. Ona otobüste yer verdiler, hemen önünde bir bebek arabası tutuyordu fakat bebek arabasının içi boştu.

Vizyonun iki ayrı bölümünde aynı konu işleniyor. İlkinde Jim Carrey, ikincisinde Cem adını alıyor. Jim ile Cem fonetik olarak benzer. Cem sözlük anlamı olarak hükümdar, şahtır, “toplanma, bir araya gelme, cemaat” tir, vizyonda ise Tanrısal bir varlığı simgelemektedir - karttaki melek. Toplayan, bir araya getiren, dirilten, kabirden kaldıran Tanrısal varlık, melek, Cem veya Jim veya Cebrail. Bu tanrının ayrıca pagan kültürlerin Bitki Tanrısı olduğunu da söyleyebiliriz ki zaten vizyonun ilk bölümünde bir şarap kadehini istemeden yere döküyorum. Pagan ritüellerde şarap, Tanrı’nın şerefine toprağa dökülürmüş. Sonradan geleneklerde ölmüşlerin şerefine kadehi toprağa dökmek şeklinde evrilmiş. Burada yine yere dökülen şarapta bir ölüm simgeciliği yakalıyoruz. Kadehteki şarabın dökülmesi, yaşamın kadehten, yani formdan çıkması anlamına da gelir. Kadeh ise küçük bir oğlan çocuğunun yanında dökülüyor.

Buradaki Tanrısal varlığın, meleğin Mutlak Tanrı olmadığını, bir ikincil tanrı olduğunu mutlaka bilelim, buradaki Cem, Jim ya da Cebrail, dünya işleriyle sorumlu bir tanrı çünkü kendinin de bir babası var. Onun çok üst bir varlık veya arketip olduğu epey uzun boyundan da anlaşılıyor. O bir Demiurgos, ve ilk vizyonda üstünde oturduğu araba, ikinci vizyonda ise babasına ait olduğunu söylediği araba Hezekiel’in görüsündeki araba olan Merkabah. Yani Tanrı’nın arabası. Ve bu aracın arızası yüzünden tanrı oyunda oynamaya isteksiz.. Yani kendini sahnede göstermeye, rolünü oynamaya ve kendini görünür kılmaya, ifade etmeye yetersiz.

Vizyonun en önemli kısmı bence, bu araçta bir arızanın olması. İlkinde dinamosu bozukmuş ve tamire gidecekmiş. Diğerinde ise şanzımanı yokmuş. Dinamo, yakıtı ateşleyen bir cihazdır ve aynı zamanda “dinamik” yani hareket anlamına gelir; şanzıman ise motorun gücünü tekerleklere aktaran ve hareket ettiren aksamdır. Hareket aksamıyla ilgili ciddi bir sorun söz konusudur. Demek ki gelecekte dünyanın hareketiyle, "canıyla" ilgili bir problemle karşılaşacağız.

Vizyonların kesildiği ve trans veya rüyadan çıktığımız yer genelde en can alıcı noktadır. Bu vizyonda da Tanrısal Melek-Cem ile birlikte bir otobüse biniyoruz. Toplu taşıma aracına. Ona yer verdiklerinde elindeki boş bir bebek arabası görüyorum. Bu, dünyanın sonudur (çünkü toplu bir taşıma aracı vardır) ve boş bebek arabası ise gelecekte yeni bir dünyanın doğacak olmasına imadır… Bu vizyon hem evrensel hem de kişisel ölçekte anlamlıdır.

Dünyanın hareket etmesi ve herşeyin durmadan değişmesi onun varoluşunun önkoşuludur. Dünya ahlaki ve erdem bakımından aşırı bir bozunuma uğradığında, yani karması artık temizlenemeyecek kadar ağırlaştığında aşınır, yani “canı” da aşırı kirlenmiş olur ve artık bedeninden çıkmasının ve yargılanmasının vaktidir..

KIYAMET

Peki bu “can çıkma” nasıl olacaktır? Dünyanın birkaç kez kıyamet geçirdiği bilinir. Bir defasında su elementiyle, yani tufanla kıyamdan geçirildiyse diğerinde ateşle, yani volkanik patlama ve yangınlarla zarar görmüştür. Bilinen son kıyamet Nuh Tufanı olduğuna göre bundan sonra bir ateş felaketi söz konusudur. Ayrıntılarına girmek istemiyorum ama vizyonda dünyanın sonuna dair gördüklerimi söyleyeyim. Kimsenin açıklayamadığı bir takım ilk bakışta masum görünen iklim değişimleri, yağmur ve rüzgarlar olacak. Fakat bu yağmurlar durup dururken yağmaya başlayacak ve zehirli olacaklar. Radyasyon bulutları önce küçük çapta aniden toplaşıp bir şehrin insanlarını hazırlıksız yakalayacaklar. O kadar zehirli olacaklar ki üstüne yağdıkları insanı kısa sürede hasta edecekler. Kimse kimseye yardım edemeyecek, yardım etmeye çalışan kurtulamayacak. Japonya’da ne olduysa bir benzeri ama daha büyük çaplı olacak fakat bir defada değil. Yani tek bir nükleer patlama şeklinde değil. Bu daha çok iklimsel ve atmosferin garipliklerinin bir ürünü olacak… Ve bu sorunun güneşteki radyoaktif olaylarla ilgili olması çok muhtemeldir…

31 Ekim 2020 Cumartesi



"Bedensiz Varlıklar ve Obsesyon" kitabımız çıktı

Kitaptan bir kesit:

Sorunlarının kaynağı bir kez belli olduğunda çok insan kendi kendine terapi uygulayabilir. Ancak bunun için gerekli enerji ve odaklanmaları yetersiz kalırsa, mutlaka uzmanlara başvurmalarını önermekteyim.

“Bende büyü ve varlık olduğunu söylediler”, diye gelip, kendisine “Hiç vakit yitirmeden bir uzmana, terapiste, psikoloğa git” önerisinde bulunduğum bir diğer kişi de tıpkı bu kızımız gibi aşırı hırslı, dur durak bilmeden çalışan, işkolik bir beydi. Bu bey de yine kızımız gibi dış dünyaya sürekli bir savaşım ve savunma hali içindeydi, çalışma hayatında gösterdiği başarı ise bir tür meydan okumaydı. Ne acıdır ki yıllardır insanüstü bir efor harcadığı iş dünyası onu yiyip tüketiyordu, aşırı sinirli, agresif bir ruh hali vardı ve çareyi alkolde bulmaya çalışıyordu.

Bu beyle tanışmadan önce ona dair gördüğüm en çarpıcı sahne şöyleydi: Küçük bir oğlan suda boğuluyor, üzerine yığılan topraktan kurtulmaya çalışıyor, en son da bir mezarın kendisini içine çektiğini hissediyor ve sağ ayağı epey derinlere giriyor. Neyse ki büyük bir çaba harcıyor ve girdiği çukurdan çıkmayı başarıyor. Çocuk adeta öte yana gidip geliyor, gördüğüm vizyonda.

İşkolik-alkolik bey yanıma geldiğinde bir saat kadar sorunlarını, hislerini, hayatının en önemli olaylarını anlattı ama boğulan bir çocuktan bahsetmedi. Bunun üzerine, gördüğüm sahneleri ve onlara eşlik eden hisleri kendisine betimledim. Tarifini ettiğim sahneler kendisine hiç yabancı değildi: beş yaşındayken bir su kuyusuna düşmüş, yakınlarındaki bir inşaatın işçileri onu sudan çıkarmış ve zorlukla hayata döndürmüşlerdi. Dediğine göre onu kuyuya itenler arkadaşları olabilirdi. Bu şüphe, çocuğun tüm hayatını yıpratıcı bir ölüm-kalım savaşımı haline getirecekti, kendisini her gün bir arenaya çıkar gibi hissetmesine ve büyük bir güvensizlik duygusuna sebep olacaktı.

Aslında bu bey, kendisinde bir büyü bulmamı bekliyordu, çünkü annesi yıllardır buna inanıyordu ve belki de bir bedensiz varlıkla karşılaşmamı umuyordu. Ama işte, kendi zihninin cehennemi derinlerinden yüzeye çıkan sahne, onun ölümden döndüğü bir anıydı ve şüphesiz ki hayatında bir büyünün yapabileceğinden çok daha kuvvetli bir etkiye sahip olmuştu. Boğulma hadisesi, onun hayat binasının temelinin yanlış yapılanmasına neden olmuştu. Bozuk veya hatalı temelin üzerine kurulan hayatı da bugünkü gibi sorunlu bir tabloyu sergiliyordu.

Bu gibi durumlarda bazen travmatik yaşantıları ve açtıkları zararları görmemiz yeterli değildir çünkü kişi halen onlarla yüzleşmeye hazır olmayabilir. Ya da tarifini ettiğimiz yaşanmışlıkların kendisini şu an yaşadığı sorunlara sebep olacak kadar etkilediğine inanmayabilir. Hatta ne acıdır ki kişi, üzerinde bir cin veya büyü olduğunu söyleseniz sizi daha fazla takdir edebilir sanıyorum...

İleriki sayfalarda, bu tür acı tecrübelerin gerçekten de hissedilebilir, gözle görülebilir kulakla işitilebilir bedensiz varlıklar yaratabileceklerini göreceğiz. 

https://www.mavikalemyayinevi.com/bedensiz-varliklar-ve-obsesyon

17 Eylül 2020 Perşembe

Büyük Üstat Victor Hugo'nun Hz. Muhammed adlı şiiri

Fransa'nın en büyük yazarlarından biri olan Victor Hugo'nun aynı zamanda bir düşünür, idealist, okültist, mistik ve Büyük Üstat olduğunu biliyor muydunuz? Eliphas Levi'ye göre Victor Hugo, en büyük sırlardan birini keşfetmişti: manyetizmayı nasıl uygulayacağını çözmüştü ve uzun yaşamının sırrını da buna borçluydu.

Fransa'nın tek destanı sayılan Hz. Muhammed adlı olağanüstü şiiri yüzünden, Hugo'nun İslam dinine geçtiği yönünde varsayımlar üretildi ama işin esası, masonlar ve okültistler, İslam peygamberini Büyük İnisiyeler arasında sayıyor ve ona büyük saygı duyuyorlar.

Şiiri okurken, peygamberin son anları ve veda sözlerinden etkilenmemek mümkün değil. Buyurun:


HZ.MUHAMMED


Vazifesinin yakın olduğu içine doğmuştu

Metindi, kimseyi kınamıyor, incitmiyordu

Yolda gördüğü kimselerle selamlaşıyordu

Her gün sanki biraz daha yaşlanıyordu

Oysa sadece yirmi ak vardı siyah sakalında

Durup su içen develeri izliyordu arada sırada

Böylece, deve güttüğü zamanları hatırlıyordu.

Sanki Cenneti görmüş, İlahi Aşkı bulmuştu

Sanki kâinatın yaratılışına şahit olmuştu

Alnı dik, yanakları kusursuz, benzersizdi

Kaşları ince, bakışları anlamlı ve keskindi

Boynu, gümüş bir testinin boğazıydı sanki.

Tufanın sırlarını bilen Nuh'un havası vardı.

Ona danışmaya gelenlere, adil davranırdı

Kimi itiraf eder, kimi güler ve inkâr ederdi

Sessizce dinler, en son konuşurdu kendisi

Ağzından dua ve zikir hiç eksik olmazdı

Çok az yer, karnının üzerine taş koyardı.

Boş durmaz, koyunlarını sağıp oyalanırdı

Oturur yere, elbiselerini kendi yapardı

Artık genç değildi, eski gücü de kalmamıştı

Yine de, herkesten daha fazla oruç tutardı

Altmış üç yaşında, bir ateş sardı vücudunu

Kutsal Kitap Kur'an'ı bir kez daha okudu

Sonra, sancağı, Said'in oğluna teslim etti.

Onlara: "Artık aranızdan ayrılma vakti geldi

Allah birdir, hep onun yolunda savaş" dedi.

Mahzundu, bakışlarında, yurdundan zoraki

Sürülen yaşlı bir kartalın hüznü vardı sanki

Yine, her günkü vaktinde mescide geldi,

Ali'ye tabi olanlar da arkasından geliyordu

Ve, kutsal sancak rüzgarda dalgalanıyordu.

Benzi soluktu, döndü ve kalabalığa seslendi

"Ey insanlar, ömür bitiyor, hayat gelip geçici

Biz, karanlıkta birer zerreyiz, yüce olan O'dur

Ey insanlar, O'ndan başka rehberim yoktur

Onsuz bir değerim olmazdı."

Bir zat ona : "Ey müminlerin gerçek Sultanı!

Seni dinler dinlemez, herkes inandı sözüne

Sen doğduğunda, bir yıldız doğdu gökyüzüne

Kisra sarayının üç kulesi birden devrildi" dedi.

O da: "Melekler ölümümü müzakere etti;

Vakit tamam, dinleyin! Eğer herhangi birinize

Bir kötülük yaptıysam, çıksın herkesin önünde

Ben ölmeden, gelsin intikamını alsın şimdi;

Kime vurmuşsam, o da bana vursun" dedi.

Ve uzattı usulca asasını oradan geçenlere.

Yaşlı bir kadın, bir koyunu kırpıyordu eşikte

Ona: "Tanrı yardımcın olsun!" diye seslendi.

Bakışlarında bir hüzün vardı, oldukça bitkindi

Dalgındı; birden, şöyle dedi: "Herkes duysun!

Allah benim adımı andı! Bundan emin olun

Topraktan insan, nurdan bir peygamberim

İsa'nın getirdiği dini tamamlamaya geldim.

Ashabım, ben sabır taşıyım, İsa tatlı dilliydi.

Zira her şafak, doğacak güneşin müjdecisi

İsa benden önce, ama ne Tanrıdır ne de oğlu

O, gülü koklayan Bakire Meryem'den doğdu.

Unutmayın, ben de etten kemikten bir faniyim

Kuruyan bir balçıktan başka bir şey değilim;

Şu dünyada başıma gelmeyen şey kalmadı;

Çektiğim çilelere, yol olsa, dayanmazdı

Baskı ve işkenceden, şu bedenim çok çekti;

Ve eğer işlediğimiz her bir günahın bedeli

Korkunç bir haşere olsaydı, o karanlık mezarı

Bize dar eder, cehenneme çevirirdi orayı.

Tekrar tekrar bedenlenir cehennem ehli

Ve kurtlar yeniden kemirir tüm bedenlerini

Böylece, defalarca tükenir ve yeniden dirilir

Cezalarını çekince de, yeniden huzura erişir.

Ben, kutsal savaşların mütevazı meydanıyım

Bazen bir efendi bazen de bir köle gibiyim

Kelamım, tıpkı çöldeki kum ve kuyular gibidir

Bir sözüm korkutuyorsa, bir diğeri müjdecidir;

Ey inananlar! Çektiklerimi görüyorsunuz işte!

Karşıma alıp, insanı aldatıp yeniden delalete

Sürüklemek isteyen o dehşet saçan iblisleri

Engellemeye çalıştım, bağladım o pis ellerini

Çoğu zaman, Yakup gibi, karanlıklar içinde

Çarpıştım durdum, görmediğim kimselerle;

Fakat insanlar beni özellikle öldürmek istedi

Bana karşı sürekli kin ve kıskançlık besledi

Ben ise, asla, Hak davamdan vazgeçmedim

Onlarla savaştım, ama kimseden incinmedim

Savaş boyunca: "Bırakın yapsınlar!" diyordum

Kanlar içinde tek yaralı ben olayım istiyordum

Varsın hepsi vursun bana, zaten durmazlar ki

Zira sağ ellerine Ayı, sol ellerine Güneşi

Versem de, düşmanlarım vazgeçmezdi asla

Yine de saldırırlardı bana şu çileli yolculukta

Fakat ne olursa olsun geri adım atmadım

Zira bu kutsal dava uğruna tam kırk yıl savaştım

İşte, böyle geçen bir ömrü nihayet tamamladım

Şimdi Allah'a gidiyorum, dünyayı geride bıraktım.

Greklerin Hermès'i, Yahudilerin de Lévi' yi

Desteklediği gibi siz de hiç bırakmadınız beni

Çektiğiniz bu sıkıntılar, mutlaka son bulacak

Bu soğuk, ıssız geceye elbet Güneş doğacak

Müminler, asla ümidinizi kesmeyin O'ndan

Zira Kronnega dağlarını aslan yuvası yapan,

Denizleri incilerle, karanlıkları da yıldızlarla

Donatan Allah, elbet sizleri de koymaz darda.

Sonra: "O'na inanıp teslim olun " diye ekledi

İnanmayan, ancak, inkâr da etmeyenlerin yeri

Cennet ile cehennemi ayıran duvarın üzeri

Kararmıştır kalpleri, günah işlemek tek işleri;

Hiç kimse tamamen günahsız değildir belki

Ama çabalayın ki, Allah cezalandırmasın sizi

Namaz kılın, bütün azalarınız değsin yere

Zira o dayanılmaz cehennem ateşi, sadece

O'nun için yere kapanmayan bedenleri yakar

O, kapkaranlık dünyayı, masmavi gökle açar;

Misafiri sevin, dürüst olun, adaletle hükmedin

Yüce katında türlü türlü nimetler var sizin için

Yedi göğü geçmek için altın eğerli atlar,

Ve yıldırımları geride bırakan hızlı arabalar

Huriler, tertemiz, hep ter ü taze ve neşeli

İncilerden yapılmış köşklerde oturur her biri
Cehennem ateş ehlini bekler, vay hallerine!

Ateşten ayakkabıları olacak ve giydiklerinde,

Sıcaklıkları kazan gibi beyinlerini kaynatacak

Cennet ehli ise, pek neşeli ve gururlu olacak."

Biraz durdu, hep ümitli olmalarını öğütledi

Sonra, ağır adımlarla yürümeye devam etti

Ardından : "Ey insanlar! Size sesleniyorum

Vakit saat doldu, ebedi bir âleme gidiyorum

Belki bu sizinle son görüşmemiz, acele edin

Beni tanıyan herkes gelip son kez dinlesin

Bir hatam olduysa, yüzüme söylesin" dedi.
Kalabalık sessizce sağa sola açılıp yol verdi

Gitti ve Ebufleya Kuyusunda sakalını yıkadı

Biri ondan üç drahmi istedi, çıkardı verdi

"Şimdi, mezara bırakmaktan daha iyi" dedi.

Herkesin, bir güvercininki gibi ışıl ışıldı gözleri

Bakıp, kendilerini hep kollayan o yüce insana,

Ağlıyordu halk; evine kadar eşlik ettiler ona

Birçoğu gözünü bile kırpmadan orada bekledi

Bütün geceyi dışarıda taşların üzerinde geçirdi

Ve ertesi sabah, günün ağardığını fark edince

"Ben artık kalkamıyorum, dedi, Ebubekir'e
Kitap'ı alıp yanına, sen kıldıracaksın namazı."

Eşi Aişe de o sırada cemaatin arkasındaydı

Ebubekir okuyor, Muhammed ise dinliyordu

Nihayet, okuduğu ayetleri usulca bitiriyordu

O, dua ve zikrini yaparken herkes ağlıyordu

Ve, Ölüm Meleği çıka geldi akşama doğru

"İçeri girebilir miyim" diye müsaade istedi

"Gelsin" dedi. Dünyaya açtığı o ilk günkü gibi

Yine ışıl ışıl parlıyor ve gülümsüyordu gözleri,

Ve, Melek ona : "Allah seni bekliyor" dedi

Memnuniyetle, dedi. Şakakları şöyle bir titredi

Bir an aralandı dudakları ve ruhunu teslim etti.