H. P. BLAVATSKY’NİN OLAĞANÜSTÜ YAŞAMI
Karikatürü yapılmayan önemli bir şahsiyet hiç olmamıştır. Tinsel yeteneğe, daima bazı fiziksel orantısızlıklar, gülünç birtakım durumlar, bazı çirkin özellikler eşlik eder. Mesela, Lao Tse’nin kulakları aşırı uzundu, Sokrates’in başı fazla büyüktü, Swedenborg’un boyu dev gibiydi. Dahası bir dahi, hayata daima uyumsuz olan, tuhaf ve utandırıcı biridir. Eşyalara çarpar, tuhaf bir şekilde suskunluk anları olur ya da boru sesi gibi yankılanan bir sesle konuşur.
Bu yüzden, H. P. Blavatsky iyi niteliklerden çok kusurlara sahipmiş gibi görünmektedir. Vaktinden önce kocaman bir cüsseye erişmişti ve kusurlu ve eziyet çektiren bedenini, dünyanın dört bir köşesinde yorulmadan taşımıştı. Hırsla doluydu, daima öfkeliydi; sinirden küplere binerdi, devamlı beddua edip insanlara emirler yağdırırdı ve çok küfrederdi. Bütün gün toplum içinde, hatta Hindistan’ın kutsal tapınaklarında bile sigara içerdi. Kardeş gibi olan dostu Olcott’a deli muamelesi yapardı. En ufak bir rahatsızlıkta, “Hasta yatağımdan yazıyorum,” diye başlayan mektuplar yazar, ama aynı gün de iyileşirdi. Uyurgezerdi. Bohem zevkleri vardı. İster New York’ta isterse Hindistan’dayken, bir fincan çay bile ikram edemeyeceği günlerde insanları yemeğe davet edebilirdi. Herkese, hatta hizmetçilerine bile, Teozofi Derneğinin taşıyıcı ruhu olarak kendisinin yerini alacaklarına söz verirdi. Yabancılara sırlarını verirdi. Erkeklerin en derinlerdeki tabiatını, “okült sezgiler” aracılığıyla bildiğini söylerdi ve arkadaşlığını kendisine ihanet etme niyetinde olan insanlardan başkasına vermezdi. Kendisine miras kalan bir miktar parayla Amerika’da arazi satın almıştı; ama satın alımı kanıtlayan tapuları kaybetmiş ve hatta arazinin hangi bölgede olduğunu bile unutmuştu. Londra’da The Theosophist (Teozofist)’in editörlüğünü yaparken, The Theosophist ile rekabet eden bir gazete kurup bunun editörlüğünü de kendisi üstlenmişti. Dini ikiyüzlülüğe duyduğu nefretten ötürü, ruhban sınıf karşıtı biri haline gelmişti. Gerçeği gizlemeyi beceremediği için, gittiği her yerde düşmanlar edinirdi. Her otoriteye, her önyargıya, her dünyevi kurala başkaldırırdı. Üstatlar dışında, hiçbir şeye ve hiç kimseye saygı duymazdı ve onlar hakkında şakalar yapar ve Morya’ya samimiyetten “general” diye seslenirdi. Öte yandan cömertti, sahip olduğu her şeyini verirdi. Hayattaki tek amacı misyonuydu ve bunu yerine getirmek için kendisini tamamen gizleyebilirdi. Şahsını yalnızca daha yüksek varlıkların ifade aracı olarak, sesini ise onların mesajlarını iletme aracı olarak görüyordu. Tüm yaşamını işte buna adamıştı.
Maurice Magre - "Majinin Dönüşü" isimli kitabından
https://www.mavikalemyayinevi.com/majinin-donusu