27 Nisan 2014 Pazar
Aşk Büyüsü
Aşk Büyüsü beyaz büyü müdür?
Büyü, bir meselenin olağan akışını irade ile istenilen yönde değiştirme sanatıdır. Yani kısaca, iradi olarak değişim yaratma işlemidir. Büyü genel olarak ikiye ayrılır - ak ve kara büyü. Ak büyüye, ruhsal, zihinsel ve bedensel şifa, başarı, küsleri barıştırma ve dua gibi pozitif değer katacak olan her tür işlem dahil edilmişken, tüm şer büyüler kara büyü olarak isimlendirilmiştir. Aşk büyüsü, genel olarak ak büyü sınıfına dahil edilmişken, birçok usta buna itiraz etmektedir. Gelin, bu büyünün ak mı kara mı olduğuna beraber bakalım.
Aşk büyüsü ve türevleri (seks büyüsü), normalde aşk ile bir araya gelemeyecek iki kişinin arasını yapar. Ahmet, Ayşe'ye aşıktır ama Ayşe'nin Ahmet'e gönül vereceği yoktur. Büyü, Ayşe'nin iradesine etki ederek, onun Ahmet'e karşı ilgi duymasını sağlar. Bunun için bir sürü farklı yöntem kullanılabilir ama hepsinin mantığı aynıdır: Bir miktar enerjiyi belli esaslar çerçevesinde Ayşe'ye yönlendirmek, onun duygu merkezini uyarıp, oraya "Ahmet'i seviyorum." telkinini yerleştirmek ve o enerjiyi oraya bağlamak.
Böyle bir işleme uğradığını bilmeyen Ayşe, durup dururken Ahmet'i düşünmeye başlar. İradeye tam ekti olamayacağı için bir iç çatışma yaşamaktadır. Bir yanı Ahmet'i arzularken, diğer yanı ondan haz etmemekte, bir gün ona iyi davranıp ümit verirken, ertesi gün kızgınlık ve öfke duymaktadır. Hatta bundan da öte ondan nefret etmektedir. Hak verirsiniz ki böyle bir ilişkinin sağlıklı olma ihtimali sıfırdır ve her iki tarafa da acı verir. Ak büyünün aslında o kadar da ak olmadığı daha buradan belli olur.
Ayşe ile Ahmet'in ilişkisinin devamına bakacak olursak şöyle bir resim göreceğiz: Ahmet, Ayşe'yi elde etmiş ama hem elde etme şekli yönünden mutsuz, hem de istediği ve hayal ettiği gibi gelişmediğinden huzursuzdur. Ayşe'yi kaybetme korkusunun yanında vicdanı sızlamaktadır. Bir küs bir barışık olan ilişkileri, kaderin olağan akışını bozmuştur. Ayşe'yi potansiyel eş ve sevgililerinden ayırmıştır. Kader planında Murat, onun için uygun ve deneyimlemesi gereken eş olacakken, bu gerçekleşememiş ve bu yönden ak büyü süratle kirli tonlarla bulanmaya başlamıştır. Ama bundan da kötüsü var.
Ayşe, majikal olarak kendi üzerine yüklenen enerji tükendiğinde veya zamanından evvel bunu üzerinden atmayı başardığında gerçek duygularının farkına varacak ve kaçınılmaz olan son gelecek. Ayşe, Ahmet'ten ayrılmak isteyecek. Ayrılıkla birlikte geri tepen büyü çarkı Ahmet'i, kapana kıstıracak, her etkiye bir tepki olacağını bildiren evrensel kanun devreye girecektir. Ahmet'in bir kara sevdalıya, bir ruh hastasına, ümitsiz bir vakaya dönüşmesi artık zaman meselesidir.
Hala aşk büyüsünün ak büyü olduğunu düşünüyorsanız, Sistem'in onu yapana da yaptırana da nasıl bir bedel ödeteceğini iyi tahlil edin ve gözlemleyin. Bu kadar ak ve masumsa büyü, bu ceza niye?
26.04.2014
22 Nisan 2014 Salı
Deshira - İzmir'in Hüzünlü Falcısı
Onu gördüğümde beni ilk olarak gözleri, sonra da
mütevazılığı etkilemişti. Mavi renkli enerjisine bir de nedenini bilmediğim
gizemli bir hüzün karışmıştı. Bende yarattığı ilgi, kaçınılmaz olarak röportaj
isteğine dönüştü. Doğrusu Kemeraltı'nın bu güzel falcısı için birkaç satır
yazmamak kayıp olurdu.
Yaşanmışlıklarla dolu güzel yüzüyle, boylu boslu, etkileyici dış görünüşüyle ve estetik duruşuyla kendine özgü bir havası olan Deshira (Deşira) henüz 40'lı yaşlarının başında. Arnavutluk doğumlu. 1994 senesinde Türkiye'ye göç edip İzmir'e yerleşince vasıfsız işçi olarak çalıştığı yerde mesai arkadaşları arasında kahve falındaki yetenek ve ustalığıyla ünlenmiş. Şimdilerde bu yeteneğini Kemeraltı'da tanınmış bir kafede sergiliyor. Tabii ki kahve fincanı, onun için sadece odaklanmayı sağlayan bir araç. Hatta elinde kibarca tuttuğu tarot destesi de öyle. Çünkü onun gördükleri, duydukları ve hissettikleri, fiziksel formlardan değil, metafiziksel etkilerden kaynaklanıyor.
Henüz 15-16 yaşındayken ani baygınlıklar geçirmeye başlayan Deshira'da fiziksel yönden herhangi bir sorun bulunamamış, derdine çare gösterilememiştir. Bunun üzerine bilgisine başvurulan bir hoca, onu gördüğünde annesi dışındaki herkesi dışarı çıkarmış. Deshira'nın yanında (teknik olarak enerji bedeni üzerinde) bir değil, iki değil, birkaç bedensiz varlığın, yani halk ağzıyla cinin olduğunu açıklamış ve fakat bu varlıkları uzaklaştırma çabaları sonuçsuz kalmış. Deshira bu varlıklarla uzlaşmak zorunda kalmış. Aynı varlıklar bugün de yanında bulunuyorlar ve fal baktıranların şok geçirmesine sebep olan bilgiler bu varlıklardan geliyor. Tabii ki mevcut durumun bedelinin ağır olacağının farkına varması uzun sürmemiş Deshira'nın. İşte bu ödediği bedeller, üzerine sinmiş kesif hüznün de müsebbibi olmuş. Henüz Arnavutluk'ta yaşadığı dönemde başarısızlıkla sonuçlanan üç evlilik geçtiğini anlatırken, eşlerini cinlerin kaçırdığını sormadan söyler mesela. Ve fal bakması için sırada bekleyen onca insana rağmen hala bir ev sahibi olamayışını da onlara bağlar. Evet, Deshira haklı, çünkü metafizik varlıkların bu türleri, Dünya'da buldukları aracıları kaçırmamak için ellerinden geleni yaparlar. Buna irtibat kurdukları kişinin çevresindeki insanları kaçırmak ve bu kişileri bağımlı kılmak dahildir. Falcının zengin olması halinde işi bırakacağını ve hatta kapıyı yüzlerine kapatacağını da bilirler. Çünkü Deshira, yaptığı işten memnun değildir. Onlardan kurtulamadığını anlatırken üstüne basa basa "Mutlu değilim." der ve zaten bu ruh hali onun her hücresinden yayılır.
Deshira, misyonunun kesinlikle bu olduğunu düşündüğü şifacılığı da yine varlıklardan dolayı uygulayamaz. Bu yöndeki girişimleri, genç kızlığında olduğu gibi, baygınlıklarla sonuçlanır. Genç kadın tüm enerjisini zorunlu olarak kısıtlı bir alana harcamakta, kişisel tekamülü gerektiği gibi ilerleyememektedir. Varlıklardan fırsat bulup enerjisini yükseltememekte, astral v.b beden dışı tecrübelerden mahrum kalmaktadır. Yakalandığı kısır döngüde varlıkların müşterinin zihninden alıp ona ilettiği görüntü, ses ve hislerden, ülkede deprem, doğal afet habercisi olan rüyalardan başka önemli bir fizikötesi algı veya deneyimi yok. Birçok kişi için aslında onun sahip oldukları uzak bir hayaldir, ancak insanın psişik bir varlık olduğu ve imkanlarının teoride de pratikte de sınırsıza yakın olduğu unutulmamalıdır.
Yaşanmışlıklarla dolu güzel yüzüyle, boylu boslu, etkileyici dış görünüşüyle ve estetik duruşuyla kendine özgü bir havası olan Deshira (Deşira) henüz 40'lı yaşlarının başında. Arnavutluk doğumlu. 1994 senesinde Türkiye'ye göç edip İzmir'e yerleşince vasıfsız işçi olarak çalıştığı yerde mesai arkadaşları arasında kahve falındaki yetenek ve ustalığıyla ünlenmiş. Şimdilerde bu yeteneğini Kemeraltı'da tanınmış bir kafede sergiliyor. Tabii ki kahve fincanı, onun için sadece odaklanmayı sağlayan bir araç. Hatta elinde kibarca tuttuğu tarot destesi de öyle. Çünkü onun gördükleri, duydukları ve hissettikleri, fiziksel formlardan değil, metafiziksel etkilerden kaynaklanıyor.
Henüz 15-16 yaşındayken ani baygınlıklar geçirmeye başlayan Deshira'da fiziksel yönden herhangi bir sorun bulunamamış, derdine çare gösterilememiştir. Bunun üzerine bilgisine başvurulan bir hoca, onu gördüğünde annesi dışındaki herkesi dışarı çıkarmış. Deshira'nın yanında (teknik olarak enerji bedeni üzerinde) bir değil, iki değil, birkaç bedensiz varlığın, yani halk ağzıyla cinin olduğunu açıklamış ve fakat bu varlıkları uzaklaştırma çabaları sonuçsuz kalmış. Deshira bu varlıklarla uzlaşmak zorunda kalmış. Aynı varlıklar bugün de yanında bulunuyorlar ve fal baktıranların şok geçirmesine sebep olan bilgiler bu varlıklardan geliyor. Tabii ki mevcut durumun bedelinin ağır olacağının farkına varması uzun sürmemiş Deshira'nın. İşte bu ödediği bedeller, üzerine sinmiş kesif hüznün de müsebbibi olmuş. Henüz Arnavutluk'ta yaşadığı dönemde başarısızlıkla sonuçlanan üç evlilik geçtiğini anlatırken, eşlerini cinlerin kaçırdığını sormadan söyler mesela. Ve fal bakması için sırada bekleyen onca insana rağmen hala bir ev sahibi olamayışını da onlara bağlar. Evet, Deshira haklı, çünkü metafizik varlıkların bu türleri, Dünya'da buldukları aracıları kaçırmamak için ellerinden geleni yaparlar. Buna irtibat kurdukları kişinin çevresindeki insanları kaçırmak ve bu kişileri bağımlı kılmak dahildir. Falcının zengin olması halinde işi bırakacağını ve hatta kapıyı yüzlerine kapatacağını da bilirler. Çünkü Deshira, yaptığı işten memnun değildir. Onlardan kurtulamadığını anlatırken üstüne basa basa "Mutlu değilim." der ve zaten bu ruh hali onun her hücresinden yayılır.
Deshira, misyonunun kesinlikle bu olduğunu düşündüğü şifacılığı da yine varlıklardan dolayı uygulayamaz. Bu yöndeki girişimleri, genç kızlığında olduğu gibi, baygınlıklarla sonuçlanır. Genç kadın tüm enerjisini zorunlu olarak kısıtlı bir alana harcamakta, kişisel tekamülü gerektiği gibi ilerleyememektedir. Varlıklardan fırsat bulup enerjisini yükseltememekte, astral v.b beden dışı tecrübelerden mahrum kalmaktadır. Yakalandığı kısır döngüde varlıkların müşterinin zihninden alıp ona ilettiği görüntü, ses ve hislerden, ülkede deprem, doğal afet habercisi olan rüyalardan başka önemli bir fizikötesi algı veya deneyimi yok. Birçok kişi için aslında onun sahip oldukları uzak bir hayaldir, ancak insanın psişik bir varlık olduğu ve imkanlarının teoride de pratikte de sınırsıza yakın olduğu unutulmamalıdır.
20.04.2014, İzmir Bu yazı Deshira'nın izniyle yazıldı...
21 Nisan 2014 Pazartesi
Ruhsal Yamyamlık
Patrick Süskind'in Perfume isimli romanından uyarlanan sinema filminde, dünyanın en güzel kokusunu formüle eden ve kendi üzerine döken kahramanın üstüne çullanan kalabalık geri çekildiğinde, ondan geriye sadece yırtılmış elbiseleri kalmıştı. Filmin bu son sahnesi, insanın değer verilen şeyleri tüketme arzusu olarak tanımlanan ve dilimizde kısaca "Yerim Seni." olarak yansıyan garip bilinçdışı kompleksi dramatize etmişti. İsa'nın eti ve kanı yerine yenilen ekmek ve şarap işte bu alt bilincin bu garip dürtüsünün bilinen bir sembolüdür.
Yamyamlığın bu "yumuşatılmış" türü, sevilen, takdir edilen, ulaşmaya arzu edilen şeyleri en kestirme ve en kolayca yoldan elde edip kendisine katmaktadır ve bunun değişik biçimleri, uzun ömür için kaplumbağı kanı içme, afrodizyak olarak koç yumurtası yeme v.b doğrudan amaca yönelik saldırganlaşan hareketlerde görülür. Günümüzde bu eğilimin dönüşmüş formları özellikle spritüel (ruhsal) ve sanatsal (yaratıcı) dünyada yaygın ve baskındır. Ancak farkındalık düzeyinin düşüklüğü, hem ulaşmaya çalışanda, hem hedefte (kurbanda) bilinçli bir rahatsızlık yaratmamaktadır. En azından bu yazımızı okuyana dek, birçok kişinin abartılı şekilde takipçisi olduğu rehbere, üstada, yazar/sanatçıya duyduğu hislerin masumiyeti konusunda çok düşünmediğini rahatlıkla söyleyebiliriz.
Yeni bir rehber, yeni bir kişisel gelişim uzmanı ortaya çıkar. Bu taze kanlı "guru" adayı, araştırma alanımız olan deneysel (pratik) metafizikten çıkmış olsun. Çevresinde toplanan kişilerin onu bir hokkabazmış gibi şapkadan tavşan çıkarmaya zorlamayacağını söyleyebilir miyiz? "O ne biliyor acaba? Hemen bize söylemeli, hemen öğrenmeliyiz, her şeyi söylemeli, her şeyi bilmeliyiz..." tarzında bir yaklaşım bize, bana hiç yabancı değil. A'dan Z'ye her şeyi aldığında onu yamyamca tüketip, ilgisini yitirip bir sonraki adaya doğru yönelen aç bakışların varlığını inkar edebilir miyiz?
Sahip olunan bilgi veya deneyimin anında, tamamen ve mümkünse bedelsiz olarak paylaşmaya zorlanmaktadır kişi ve bu şiddetli eğilimin karşısında kendini koruması oldukça güçtür. Çünkü bu ilgi, aynı zamanda egoya oynamaktadır ve ruhsal dengesi ile karakteri/iradesi yetersiz olan kişinin kendisinin şişirilmiş bir üst insan -neredeyse bir tanrı :) - sanmasına kadar gidebilir. Kişinin tehlikeyi fark edip "ağzını kapaması" durumunda, "Bu da bir şey bilmiyormuş yahu!", "Fos çıktı.", "Amma ukalaymış.", "Kesin para isteyecek." gibi çeşitli ani dönüşler gözlenmektedir. Böylece derhal tüketilemeyen, inkar edilmektedir. Ruhsal yamyamlık sendromuna kapılan birisi, bu davranışını güçlendirerek ilerler. Çünkü tüketme karşılığı yine de tüketilen özellik (bilgelik, ruhsallık, mistik algı, açılım v.s) kendisinde bir yükseliş, değişim, pozitif bir tekamül sağlamamaktadır. Çünkü alt bilincin inancına rağmen, kaplumbağayı çiğ yese bile, ömrü uzamayacaktır.
Destekçilerin, takipçi ve müritlerin bu eğilimi karşısında, aklı başına olan bir üstat, belli bir mesafe koymak zorunda olduğunu anlar. Bu mesafeyi de her şartta korumak durumundadır. Kendinden beslenme niyetiyle hareket eden ruhsal tüketicilere, ilgiyi kaybettirmek pahasına bir sınır çizmek zorundadır. Çünkü iyi niyet ve öğretme isteği gibi yüksek idealler için bile olsa, her şeyi ortaya saçması durumunda ilgi kaybı daha da hızlı olacaktır. Bu kaçınılmazdır.
21.04.2014 Manisa
10 Nisan 2014 Perşembe
Türkiye'nin Geleceği - Vizyon
Açık otoparkta aracımı arıyorum. Park ettiğim yere doğru yürüyorum, ortalıkta bir dünya insan var ve hepsi bir ağızdan konuşuyor. Durumda bir gariplik var, ne olduğunu anlamaya çalıştığım sırada aracımı görüyorum. Birileri onu modifiye etmiş, hobi olarak. Çok büyük tekerleklerin üzerinde yükselmiş, garip robotumsu aygıtlar eklenmiş. Hiç böylesini görmediğim için şaşkınlık içindeyim. "Tam da onu satmayı düşünüyordum, şimdi çok daha fazla para eder." diye düşünürken, birileri yaklaşıp ellerindeki kağıt paraları gösteriyorlar. Paralara bakıyorum - bol sıfırlı. Hay Allah, yoksa rüya mı görüyorum ve geçmişte miyim? Rüyada olup olmadığımdan şüphelenmeye başlamışken yanımdakiler cevap veriyor. "Hayır, rüya değil bu, sen gelecektesin. Zamanda gidip geliyorsun ve o yüzden karışık geliyor. Az evvel (birazdan) gördüğün (göreceğin) olay, dünyanın sonuna 1.5 sene kaladır.
Özeti:
- Dünyada karışıklıklar, nüfus artışı
- Enflasyon hortlamış
- Teknoloji ve hurda teknoloji başını alıp yürümüş
- Erkek baskıcı toplum çığırından çıkmış, bireysel silahlanma çoğalmış
- Fiziksel şiddet, kan dökme had safhada, çete toplumu
- Kadınlar üzerinde aşırı baskı, şiddet ve korku
(sembol: Kız kulesine benzer bayrağını seçemediğim bir kulenin yanında elleri bilekten ve bazısı da kolları dirsekten kesilmiş, sağa sola sallanan baskı altında kadınlar, 13 sene)
"Dünyanın sonu" meselesini sembolik almalı, bunun Türkiye ile ilgili bir durum olduğunu düşünüyorum.
10.04.2014 /02.15
5 Nisan 2014 Cumartesi
Yasak Bölge
Amerika kıtası keşfedilmeden önce kimse onun hakkında bir şey düşünmüyordu. Amerika vardı, fakat onun hakkında dünyanın geri kalanının hiçbir fikri yoktu. Dolayısıyla zihinlerinde de ona dair bir düşünce yoktu. Şimdi biz insanlar için de ortada oldukları halde bazı kavramlar yok. Bu “yasak” kavramları ortadan kaldırmak için, onlar hakkındaki düşünceyi ortadan kaldırmak gerekir. İnsanın düşünmediği şey, onun zihni için varlığını yitirir çünkü. Ve bu düşünceyi kaldırmanın en kolay yolu, onu oyalayıcı başka düşüncelere sevk etmektir. İnsan, sürekli düşünen bir varlık olduğu için, bir şeyi düşünmesi istenmiyorsa, onun yerine aynı ihtiyaca cevap verecek başka düşüncelere yöneltilir. Günümüz spritüel edebiyatı, kanal bilgileri, sevgi akımları, düşünceyi hedeften saptırma açısından son derece başarılıdırlar. Yasak düşünme alanı üzerinde sert bir kontrol uygulanır. Düşünmeye izin verilen alan, yasak bölgeden bir sınır ile ayrılır. Sınırın yasak bölgesine ancak sezgisel düşünce yoluyla, sağ beyinle girilir ki bu da onu dile getirmede sıkıntı oluşturur. Sınırın iç, serbest yanında mantıksal açıklamalar önerilir; bunlar da çoğunlukla dediğimiz oyalayıcı, hedef saptırıcı bildiriler, öğretilerdir. Bu “sahte öğreti” kanalları, üstatları, grupları, tarikatları ve onların basılı ve görsel yayınları maddi manevi olarak kuvvetle desteklenir. Sonuçta insanlık bin bir sahte öğreti kanalıyla uyutulur ve kim olduğunu, dünyaya geliş nedenini öğrenmeye hep uzak kalır.
04.04.2014
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)