Patrick Süskind'in Perfume isimli romanından uyarlanan sinema filminde, dünyanın en güzel kokusunu formüle eden ve kendi üzerine döken kahramanın üstüne çullanan kalabalık geri çekildiğinde, ondan geriye sadece yırtılmış elbiseleri kalmıştı. Filmin bu son sahnesi, insanın değer verilen şeyleri tüketme arzusu olarak tanımlanan ve dilimizde kısaca "Yerim Seni." olarak yansıyan garip bilinçdışı kompleksi dramatize etmişti. İsa'nın eti ve kanı yerine yenilen ekmek ve şarap işte bu alt bilincin bu garip dürtüsünün bilinen bir sembolüdür.
Yamyamlığın bu "yumuşatılmış" türü, sevilen, takdir edilen, ulaşmaya arzu edilen şeyleri en kestirme ve en kolayca yoldan elde edip kendisine katmaktadır ve bunun değişik biçimleri, uzun ömür için kaplumbağı kanı içme, afrodizyak olarak koç yumurtası yeme v.b doğrudan amaca yönelik saldırganlaşan hareketlerde görülür. Günümüzde bu eğilimin dönüşmüş formları özellikle spritüel (ruhsal) ve sanatsal (yaratıcı) dünyada yaygın ve baskındır. Ancak farkındalık düzeyinin düşüklüğü, hem ulaşmaya çalışanda, hem hedefte (kurbanda) bilinçli bir rahatsızlık yaratmamaktadır. En azından bu yazımızı okuyana dek, birçok kişinin abartılı şekilde takipçisi olduğu rehbere, üstada, yazar/sanatçıya duyduğu hislerin masumiyeti konusunda çok düşünmediğini rahatlıkla söyleyebiliriz.
Yeni bir rehber, yeni bir kişisel gelişim uzmanı ortaya çıkar. Bu taze kanlı "guru" adayı, araştırma alanımız olan deneysel (pratik) metafizikten çıkmış olsun. Çevresinde toplanan kişilerin onu bir hokkabazmış gibi şapkadan tavşan çıkarmaya zorlamayacağını söyleyebilir miyiz? "O ne biliyor acaba? Hemen bize söylemeli, hemen öğrenmeliyiz, her şeyi söylemeli, her şeyi bilmeliyiz..." tarzında bir yaklaşım bize, bana hiç yabancı değil. A'dan Z'ye her şeyi aldığında onu yamyamca tüketip, ilgisini yitirip bir sonraki adaya doğru yönelen aç bakışların varlığını inkar edebilir miyiz?
Sahip olunan bilgi veya deneyimin anında, tamamen ve mümkünse bedelsiz olarak paylaşmaya zorlanmaktadır kişi ve bu şiddetli eğilimin karşısında kendini koruması oldukça güçtür. Çünkü bu ilgi, aynı zamanda egoya oynamaktadır ve ruhsal dengesi ile karakteri/iradesi yetersiz olan kişinin kendisinin şişirilmiş bir üst insan -neredeyse bir tanrı :) - sanmasına kadar gidebilir. Kişinin tehlikeyi fark edip "ağzını kapaması" durumunda, "Bu da bir şey bilmiyormuş yahu!", "Fos çıktı.", "Amma ukalaymış.", "Kesin para isteyecek." gibi çeşitli ani dönüşler gözlenmektedir. Böylece derhal tüketilemeyen, inkar edilmektedir. Ruhsal yamyamlık sendromuna kapılan birisi, bu davranışını güçlendirerek ilerler. Çünkü tüketme karşılığı yine de tüketilen özellik (bilgelik, ruhsallık, mistik algı, açılım v.s) kendisinde bir yükseliş, değişim, pozitif bir tekamül sağlamamaktadır. Çünkü alt bilincin inancına rağmen, kaplumbağayı çiğ yese bile, ömrü uzamayacaktır.
Destekçilerin, takipçi ve müritlerin bu eğilimi karşısında, aklı başına olan bir üstat, belli bir mesafe koymak zorunda olduğunu anlar. Bu mesafeyi de her şartta korumak durumundadır. Kendinden beslenme niyetiyle hareket eden ruhsal tüketicilere, ilgiyi kaybettirmek pahasına bir sınır çizmek zorundadır. Çünkü iyi niyet ve öğretme isteği gibi yüksek idealler için bile olsa, her şeyi ortaya saçması durumunda ilgi kaybı daha da hızlı olacaktır. Bu kaçınılmazdır.
21.04.2014 Manisa
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder