Uyandığımı
zannettim önce, yatakta otururken, örtünün altından çıkan sol bir ayak gördüm.
Aniden irkildim çünkü benim değildi ayak – yetişkin bir erkeğe aitti. Aynı anda
da sağımda bir varlığın sesini duydum. Ne insan ne hayvan ne de herhangi bir
dünyevi sesle karıştıramazsınız o kısık yarı-canlı/yarı-mekanik sesi. Bir anlık
bir korkuya kapıldım ama hemen onu yenerek ayağa kalktım. Bilincim
keskinleşerek astral gerçeklikte olduğumu anladım. Bundan sonra yaşanacakların
enerji seviyeme ve olayları yönetme ustalığıma bağlı olduğunu hatırladım. Hah,
bir de şu ne olduğu belirsiz olan varlığa.
Direkt olarak
tavandan çıkabilme ümidiyle önce yatakta zıplamaya başladım fakat birkaç
denemeye rağmen tavanın sertliğini aşmayı başaramadım. Sonra cama yönelip
açarak dışarıya baktım. Odamın dışındaki gerçeklik dünya gerçekliğinden bir
hayli farklıydı. Normalde altıncı katta yaşadığım halde camdan aşağı olan
yükseklik çok çok fazlaydı. Sanki 30 kat civarı bir yerde gibiydim. Yükseklik
beni biraz düşündürse de endişe çok sürmedi ve dışarı doğru havada iki adım
attım. Açık havaya çıkmakla beraber solumda bir ağacın gövdesinin yanında
buldum kendimi. Dalları başımın bir hayli üzerine kadar uzayan bu ağaç,
devasaydı. Gövdesi o kadar kalın görünmese de uzunluğu şaşırtıcıydı. Solumdaki
ağacın yanında bir tüy gibi yavaşça aşağı inerken, tam karşımda dev bir plazma
ekran açıldı. Ekranda parlak canlı renkleriyle dev bir mekanik aslan, bana
bakıyordu. Bu aslanın mekanik olması, canlı olmasına engel değildi. Çok yüksek
bir zeka ve bilinç akıyordu gözlerinden. Ben aşağıya doğru düşerken bu ekrandan
bakan aslan da benle beraber düşüyordu. Yolun ortasına doğru birden külçe gibi
ağırlaştım ve çok hızlı bir şekilde yere doğru uçtum. Çarpmaya saniyeler kala güvende
olduğumu hissettin, ardından yumuşak bir inişle toprağa bastım. Ekrandan bakan
aslan hala karşımdaydı. Ekranın görüntüsü yavaşça buharlaşıp sadece aslan
kaldı, bana doğru iki adım atarak yere uzandı. Ön patilerini ileri uzatıp
başını da onların üzerine koyunca, bir tür saygı, güven ve kabulleniş
ifadesinde bulunduğunu anladım.
Etrafıma bakındım
nerede olduğumu anlamak için. Kalabalık, aşırı betonlaşmış ve havası pis olan,
toprağı kuru, otları sararmış olan bir şehirdi burası. Önümdeki uzun binanın
önünde park eden üç aracın plakalarından biri 37, biri 66 diğeri de X ile
başlıyordu. İleride, boğazın dalgalarını
ve köprülerini taklit eden sarı renkte sefil bir peyzaj vardı. Sanki boğaz
çoktan yok olmuş, hatırası bile doğru dürüst canlandırılamayacak kadar
silikleşmişti. İçime bir sızı düştü, üzüntüden nasıl uçacağımı unutacak gibi
hissettim. Sadece niyetle denesem de olmadı. Bunun üzerine ellerimi havaya
kaldırıp salladım, neyse ki bu işe yaradı. Yükselmeye başladığımda şehirdeki
yapılaşma daha da belirginleşti. Yukarı doğru uçtum, uçtum ve nihayet pis hava
tabakası bitti, temiz bir nefes aldım. Büyük bir binanın tepesindeki terasa
kadar ulaşmıştım. Bu muhtemelen bir iş merkeziydi ve binada çalışanlar terasta
konuşlanmış kafetarya masalarında vakit geçiriyordu. Masaların arasında hepsi
erkek olan esmer garsonlar dolaşıyordu. Astral dünyanın iki düşmanı, iki
içgüdümüzdür ve bunlardan ikincisiyle tekrardan karşılaştım… Bu karşılaşma
oradaki varlığımın sonu oldu maalesef.