Son dönemde özellikle Covit-19 virüsünün ortaya çıkardığı pandeminin ardından yeni düzene dair belirsizliğin etkisindeki toplumda bir karamsarlığın, bir tükenmişlik sendromunun gittikçe daha da yoğun surette bir kara bulut gibi çöktüğünü görmekteyiz. Ve tam da bu dönemde gerek politikacılardan gerekse toplumun sanatçılarından, kanaat önderlerinden, filozof, bilim ve din insanlarından, okültist ve metafizikçilerden daha sorumlu bir tutum takınmalarını beklemekteyiz.
Maalesef insanların karamsar beklentilerini daha da çok kanırtan, olumsuzluk pompalamaktan çekinmeyen ve her gün adeta felaket telalığı yapmakta birbiriyle yarışan isimler azımsanmayacak kadar çok. Bu davranış modeli, toplumun dikkatini sürekli uyarmak ve kendine çekmek, etrafına takipçi toplamak gibi işlere yaradığı için “popülist” ve “tribünlere oynar” olduklarını söylediğimizde hiç kimse bize kızmasın darılmasın. İnsanın genel eğilimidir hep gelecekte bir yerde “olumsuzu” büyük bir hayranlık ve coşkuyla beklemek. Çünkü insan, sevgilisini bekler gibi kıyamet kopsun diye bekliyor; ve bazı ruh bilimcilerin görüşüne göre, insanda ölmeye ve ölüme dair derin ve gizli bir aşk, büyük bir özlem var. Belki de bu yüzden ölümümüzü de bir “düğün” gibi algılıyor bilinçdışımız.
İnsanların toplu ölüm, felaket ve kıyamet beklentisinin altında, yorgun düşmüş ruhun ölüm ve hiçliğe karışma isteğinden, bilinçsizliğe, anne rahmine veya tufanın sularına tekrardan geri dönme özleminden daha başka şeyler de aranabilir. Mesela insan tek başına ölmeyi istemez, ama tüm dünya batacak olsa bundan nedense histerik bir heyecan duyar. Bir yakınının akrabasının ölmesi fikrinden hoşlanmaz, ama yolda gördüğü bir kanlı kazaya neredeyse haz alacak kadar yakından bakmayı ister. Tabii ki okurlarımız kızmasın diye “istisnalar hariç” demeyi unutmuyoruz.
Şimdi bu beklentilerin, kıyametçi hayal ve özlemlerin hiç yeni olmadığını ve insanlık tarihi kadar eski olduğunu artık herkes biliyor.
Daha Sümerlerin Gılgamış destanında yeri olan bu kıyamet veya tufan miti, az çok değişerek günümüze ulaştı. Ancak en yaygın ve güçlü etkisini Yahudi kabilelerinde gösterdi. Yahudiler iki buçuk bin yıldan fazla bir zamandır bu muhteşem anın gelmesini bekliyorlar. Tarih içinde bu eskatolojik beklentilerini karşılayacak tarihler sunulup durdu, bir düzine “kıyametçi” tarikat türedi, bir kısmı 900’ü aşan üyesiyle birlikte intihar bile etti ama bu olağanüstü kıyamet bir türlü gelmek bilmedi. Tabii bu yaklaşım İsrailiyat kanalıyla İslam inancına da geçti ve kendi “hayran kitlesini” de yaratıp peşinden sürükledi. Ve bugün başımızda olan pandemi belası, bu kitlenin pek yakından ilgilendiği bir işaret olarak görüldü.
Kıyametin ne zaman kopacağı ile ilgili kutsal kitap Kuran’da asla tarih ve bilgi verilmemesine karşın, kitaba bazı referanslar girdi. İsterseniz şimdi onlara bakalım. Elbette bu konudaki en doğru atfı Kıyamet suresinde görmeliyiz.
Kıyamet suresi, her insanın kişisel kıyametini tarif eder. 40 ayetten oluşması, insanın arafta kaldığı sembolik süreye atıftır. Tufan suları da toplam 40 gün ve 40 gece yağar. Hristiyanların 40 gün orucu vardır. Bizler de ölülerimizin ardından 40. gün mevliti okuturuz. (ek bilgi, 40, sayısal olarak 4'tür ve 4 mevsim, Mahşer'in 4 atlısı, 4 yön, 4 element vs ile de ilişkilidir)
Kıyamet, insanın fiziksel dünyadan çekildiği ve onun nezdinde her şeyin “tepe-taklak” olduğu bir süredir. Metafizik ve okültizmin bilgi ve gözlemlerine göre kıyamet, insanın aklının karıştığı, yeni bir varlık düzeyini deneyimlerken birçok kavramın bildiğinin tersine olarak işlediğini deneyimlediği, kendisiyle yüzleşip hesaplaştığı, vicdanının baskısı altında ezildiği en önemli “temizlik” dönemidir ve bu yüzden de zaten kıyamet ile tufan birbirine neredeyse eşdeğer bir anlam kazanmışlardır.
Arafta, ne cennette ne de cehennemde olduğu sürede insanın kendiyle hesaplaşıp arınması, vicdanını temizlemesi ve öte yandan tufanın yeryüzünü 40 gün süreyle sulara boğup “kirlenmiş insanlığı” temizlemesi sadece bir tesadüf müdür? Toplumsal ve gezegensel bir olayın aslında kişisel ölçekte yaşandığını göstermez mi bu bize?
İnsan, gözlerini fiziksel hayata yumup ölüm ötesi için açtığında bir tür “ayna dünyaya” gider ve kendisini “aynalar”. Burada sağ, solda ve sol sağda gibi görünebilir. Aşağıda olan yukarıda, yukarı olan aşağıyla yer değiştirmiş olabilir. Kıyametin zamanına atıf edildiğinin söylendiği şu hadis: “Güneş batıdan doğacak” da tüm bilinen kavramların zıt taraftan görüleceğine dair “arafsal” düşüncenin çok açık bir göstergesidir. Evet, muhtemelen bir ölü için güneş doğması gerektiği gibi doğudan doğmaz çünkü o, varlığın “öte yanına”, “aynanın diğer tarafına” geçmiştir.
Ayrıca onun için dualitenin birçok kavramı da ortadan kalmış gibidir. Dualizmin, ikiciliğin bitişine dair emareyi Kıyamet suresinin ”Gözler kamaştığı, ay karanlığa gömüldüğü, güneş ve ay bir araya getirildiği zaman, o gün insan ‘kaçış nereye?’ diyecektir.” suresinde açıkça görmekteyiz. İnsanın gözlerini ölümden daha bariz olarak kamaştıran bir şey var mı? Ve ay da artık ışık vermez ve ay (dişil ilke) ile güneş (eril ilke) artık birleşmiştir. Kutuplaşma bitmiş, ikicilik sona ermiştir ve ay ile güneşin göksel düğünü gerçekleşmiştir.
Bundan başka, zamanın da tersine bir yapılanmaya girdiğini de görebiliriz öte tarafta, çünkü daha önce çürüyen etlerin açıkta bıraktığı kemikler, yeniden etle kaplanacaktır ama bundan önce kemikler bir araya gelecek ve birleşecektir.
Kıyametçi yazar-çizerlerimizin, kıyametsever takipçileri için “salgından” başka gizli bir silahları daha vardır o da “kutupların yer değiştirmesi” ile ilgili bir doğal fenomendir. Manyetik kutupların yer değişimi, bunların iddialarına göre artık nasıl olacaksa hadiste geçen “güneş batıdan doğacak” kehanetinin gerçekleşmesine götürecektir.
Gezegen çekirdeğimizin eriyik metallerinin yavaş yavaş kaydığı doğru, ama bu, tarih içinde ilk defa olan bir olay değildir ve doğal olarak manyetik kutuplar eskiden de yer değiştirmişti. Ancak bu asla güneşi başka bir yönden ne doğurtabildi ne de batırabildi. Manyetik değişimler, pusulaların değişimine yol açar ve başta hava ve deniz yollarının seyahatlerini etkiler. Ancak insanın gözlem noktasından gökte herhangi bir gök cisminin hareketinde bir değişim yaratamaz. Dünya, Ay ve Güneş, milyonlarca yıl nasıl dönüyorsa öyle dönmeye devam eder. Elbetteki manyetik değişimler çok daha başka afetlere ve yeryüzüyle kolektif yaşamda ve psikolojide büyüklü küçüklü bir çok etki ve değişim yaratabilir ama bunun söz konusu hadiste geçen olayla hiç bir alakası yoktur.
Kıyamet Suresi:
1. Kıyamet gününe yemin ederim.
2. Kınayan nefse de yemin ederim.
3. İnsan, kendisinin kemiklerini bir araya getiremeyeceğimizi mi sanır?
4. Evet bizim, onun parmak uçlarını bile düzenlemeye gücümüz yeter.
5. Fakat insan önünü yalanlamak ister.
6. "O kıyamet günü ne zaman?" diye sorar.
7,8,9,10. Gözler kamaştığı, ay karanlığa gömüldüğü, güneş ve ay bir araya getirildiği zaman, o gün insan "kaçış nereye?" diyecektir.
11. Hayır, hiçbir sığınacak yer yoktur.
12. O gün varıp durulacak yer, sadece Rabbinin huzurudur.
13. O gün insana, yapıp önden gönderdiği ve yapmayıp geri bıraktığı şeyler haber verilir.
14,15. Hatta, mazeretlerini ortaya koysa da, o gün insan kendi aleyhine şahittir.
16. (Ey Muhammed!) Onu (vahyi) çarçabuk almak için dilini kımıldatma.
17. Şüphesiz onu toplamak ve okumak bize aittir.
18. O hâlde, biz onu okuduğumuz zaman, onun okunuşuna uy.
19. Sonra onu açıklamak da bize aittir.
20,21. Hayır! Siz dünyayı seviyorsunuz ve ahireti bırakıyorsunuz.
22. O gün birtakım yüzler aydındır.
23. Rablerine bakarlar.
24. O gün birtakım yüzler de asıktır.
25. Bel kemiklerini kıran bir felakete uğratılacaklarını anlarlar.
26,27,28,29,30. Hayır, can boğaza dayandığı, "Kimdir iyi edecek?" dendiği, bunun ayrılış olduğunu bildiği, bacakların birbirine dolandığı zaman, işte o gün sevk ediliş, Rabbinedir.
31. O, doğrulamamış, namaz da kılmamıştı.
32. Fakat yalanlamış ve yüz çevirmişti.
33. Sonra da kasıla kasıla ailesine gitmişti.
34,35. "Bu azap sana lâyıktır, lâyık! Evet, lâyıktır sana, lâyık!" denecektir.
36. İnsan, kendisinin başıboş bırakılacağını mı zanneder.
37. O dökülen meniden ibaret az bir su değil miydi?
38. Sonra bu, bir "alaka" oldu. Derken Allah onu yaratıp güzelce şekillendirdi.
39. Nihayet ondan da erkek ve dişi iki eşi var etti.
40. Şimdi, bunları yapan Allah'ın ölüleri diriltmeye gücü yetmez mi?
2. Kınayan nefse de yemin ederim.
3. İnsan, kendisinin kemiklerini bir araya getiremeyeceğimizi mi sanır?
4. Evet bizim, onun parmak uçlarını bile düzenlemeye gücümüz yeter.
5. Fakat insan önünü yalanlamak ister.
6. "O kıyamet günü ne zaman?" diye sorar.
7,8,9,10. Gözler kamaştığı, ay karanlığa gömüldüğü, güneş ve ay bir araya getirildiği zaman, o gün insan "kaçış nereye?" diyecektir.
11. Hayır, hiçbir sığınacak yer yoktur.
12. O gün varıp durulacak yer, sadece Rabbinin huzurudur.
13. O gün insana, yapıp önden gönderdiği ve yapmayıp geri bıraktığı şeyler haber verilir.
14,15. Hatta, mazeretlerini ortaya koysa da, o gün insan kendi aleyhine şahittir.
16. (Ey Muhammed!) Onu (vahyi) çarçabuk almak için dilini kımıldatma.
17. Şüphesiz onu toplamak ve okumak bize aittir.
18. O hâlde, biz onu okuduğumuz zaman, onun okunuşuna uy.
19. Sonra onu açıklamak da bize aittir.
20,21. Hayır! Siz dünyayı seviyorsunuz ve ahireti bırakıyorsunuz.
22. O gün birtakım yüzler aydındır.
23. Rablerine bakarlar.
24. O gün birtakım yüzler de asıktır.
25. Bel kemiklerini kıran bir felakete uğratılacaklarını anlarlar.
26,27,28,29,30. Hayır, can boğaza dayandığı, "Kimdir iyi edecek?" dendiği, bunun ayrılış olduğunu bildiği, bacakların birbirine dolandığı zaman, işte o gün sevk ediliş, Rabbinedir.
31. O, doğrulamamış, namaz da kılmamıştı.
32. Fakat yalanlamış ve yüz çevirmişti.
33. Sonra da kasıla kasıla ailesine gitmişti.
34,35. "Bu azap sana lâyıktır, lâyık! Evet, lâyıktır sana, lâyık!" denecektir.
36. İnsan, kendisinin başıboş bırakılacağını mı zanneder.
37. O dökülen meniden ibaret az bir su değil miydi?
38. Sonra bu, bir "alaka" oldu. Derken Allah onu yaratıp güzelce şekillendirdi.
39. Nihayet ondan da erkek ve dişi iki eşi var etti.
40. Şimdi, bunları yapan Allah'ın ölüleri diriltmeye gücü yetmez mi?
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder