29 Ağustos 2014 Cuma

Astral Seyahat (Ayrıntılı Teknikleri Daha Sonra)



Birkaç zamandır çevrem kalabalıktı ve astral çalışmaya zaman ve “zihin” ayıramamıştım. İradi olarak bunu yapmak istemedim ve tamamen işi oluruna bıraktım. Bir gün dönüp baktığımda, en son astral deneyimin üzerinden tam bir buçuk ay geçtiğini fark ettim. “Eh, bu kadar da tembellik yeter, kızım.” deyip kendime, şartların uygun oluşunu değerlendirmeye karar verdim. Çünkü:
            1-Zamanı uygundu – sabah 10.30’du;
            2-Evde kimse yoktu;
            3-Acil bekleyen bir işim yoktu;
            4-Bugünlerde sakin bir ruh halim vardı.
            Yatağa geçip zihnimi susturduktan sonra bekleyişe geçtim. 2 kahve üst üste içtiğimden dalınç durumuna geçmekte zorlanıyordum. Birkaç dakika sonra vizyonlar akın etti. Uyuyakalma ihtimalini düşünürken, niyet etmeyi unuttuğumu fark ettim. “Enerji/astral bedenime ulaşmaya ve fizik bedenden ayrılmaya niyet ediyorum.” dedikten sonra sanırım uyuyakalmışım.

            İlk bilinçlenme aşamasında, yatağa geçmeden evvel olduğum yerde, bilgisayarın üzerinde uyuklarken buldum kendimi. Çok hafif bir uykuydu, bilgisayarın sertliği rahatsız ediyordu. Ama birden, “Hop, dur bir dakika! Sen bilgisayarın orada değildin ki, salonda değildin ki, yatak odasına geçmiş ve oraya yatmıştın! Şimdi de orda olman gerekiyor!” diye düşünerek “kendimi yakaladım” ve bu yakalayış bilincimi daha da keskinleştirdi. Beynimde saat yönünde dolanan gürültülü bir enerji akışı vardı. Bu akış arttıkça bilincimin de tüm “bedenimle” birlikte saat yönünde kuvvetle dönmeye başladığını fark ettim. Kendi etrafımda dönüyordum. Bu hem çok ilginç, hem de çok hoştu. Daha evvel bilincimin fiziksel bedenimin üzerinde ayrılışına ve bir plak benzeri dönüşüne şahit olmuştum, dolayısıyla bu defaki dönüş benim için yabancı değildi. Ama yine de kendimi fiziksel bedenden bağımsız olarak bir gürültü eşliğinde bir disk misali dönerken gözlemlemek her gün karşılaşabildiğim bir olanak değildi. Böylece astral bedenimde olduğumu anlayınca, “Kim tutar beni!” tavrıyla kendime geldim, bulunduğum yerden kalktım ve doğru camdan geçerek (bu defa onu açma zahmetine bile katlanmadım!) sokağa atladım. Tabii ev benim evim olmaktan çok uzaktı. Yere “konmak” üzereyken doğru düzgün göremediğimi anladım. İlk cesaret ve şaşa yerini çabaya bıraktı. Kendimden emin olma halini sonlandırıp, bulunduğum astral gerçekliği idare etme uğraşına başladım. Görüşüm aşırı dardı, bir oyuncak dürbünden ileriye bakar gibiydim. Dolayısıyla nerde olduğumu ve nereye doğru hareket ettiğimi anlamam hiç kolay değildi. Kendimi zorlayarak görüşümü netleştirdim. Aslında zorlamak kelimesi astral için biraz uygunsuz kalıyor. Astralde bir şeyi yapmak için iradeyi ele almak ve tereddütsüzce, kuvvetlice istemek gerekir. Yeterince iradi davranmış olmalıyım ki, görüşüm ve renkler aniden keskinleşti. Şimdi her yeri hatta panoramik olarak görüyordum. Sıcak ve aydınlık bir günde yine bir mahallenin sokaklarını turluyordum. Yokuş aşağı gittiğim yerlerde, yüksekten düşme hissi oluşuyordu. Bu his, kaydıraktan aşağı kaydığında iç organlarında oluşan hisse benziyordu. Arada masmavi gökyüzünü izlemek için yukarı bakıyordum. Bulunduğum yeri Küçükyalı semtinin sokaklarına benzettim. İşte solda bir cami, daha ileride sağda başı açık kadınlar ve çocukların olduğu bir oyun parkı vardı. Beni görmüyorlardı. Biri dışında! Sokakların birkaç metre üzerinde uçarken ben, karşımdan roman bir vatandaş olduğunu tahmin ettiğim zayıf orta yaşlı bir erkek çıktı. O beni gördü, beni fark etti, dosdoğru gözlerime baktı. “Bu romanlar gerçekten doğuştan kabiliyetli.” diye düşündüğüm sırada, yatakta buldum kendimi. Bekledim… “Astral bedenimde miyim, yoksa tamamen uyandım mı?” sorusuna cevap aramakla meşguldüm. Kendimi astral bedenimle sağa sola kıpırdatmaya çalıştım ama yapamadım. Sonra fiziksel bedenimi oynatmaya çalıştım, onu da yapamadım. “Ah, işte şimdi tam oldu!” diye aklımdan geçirerek bekledim, bekledim. Belki de 20-30 saniyeyi, “Acaba yalnız mıyım ve neden ne astralle ne fizik bedenle bir halt yapamıyorum?” diye düşünerek geçirdim. Üstelik yaz olduğu halde üstümde bir “astral” yorgan vardı ve ben onu üzerimden atma konusunda hiçbir şey yapamıyordum. Derken yorganın bir tarafı açıldı…
29.08.2014

6 Ağustos 2014 Çarşamba

MESAJ (SLAVA SERVUKOVA)


Bulgaristan'da ünü sınırları aşmış bir fenomen olan Slava Servukova'nın (şifacı, kahin 1902-1991)1973 yılında kayda alınan bir chanelling mesajı duyanları şaşırtıyor. Slava, bilinmeyen bir dilde konuşuyor, tercüme ediyor ve "Onların" mesajını iletiyor. Yaklaşık 14 dakikalık bu mesajın özetini aktarıyorum.

Kötülüğü (Kain) kalbinizde bırakmayın. Kain açık kapılardan girer, normalde yatacak yeri yoktur. Ama kalbini tam bir temizlikle özenle korursan o (Kain) gelemez. Çünkü sadece elverişli toprağı bulduğu yerde doğar.
Çok sayıda varlık şimdi düşünüyor... Çünkü karanlık çökmek üzere. Karanlık geliyor ama korkmayın. Baba'nın sözleri onu kovacak.
Biz bir çok şeyi hem de büyük miktarlarda vermeye hazırız. Sadece size değil, bir çok evlada vereceğiz. Elinizi açıp uzattığınızda size akıtacağız. Uzanmış olan hiç bir eli boş bırakmadık ve bırakmayacağız. Çünkü biz sizi arıyoruz, siz bizi değil. Size hatırlatmaya çalışıyoruz çünkü sizi bir şeylere hazırlıyoruz. Sadece hoşunuza gitsin diye konuşmuyoruz, hazırlanmanız için...
Elinizi açtığınızda sadece almaya değil, vermeye de hazırlanın. Şunu da iyi bilin: Bir ruh sadece istiyorsa içine karanlığı alabilir. Ki bu karanlık çok korkunçtur. Bu yüzden karşılaştığınız her ruha Aşk ile yaklaşın. Uzanan her bir ele verin, verin, verin... Çünkü vermek, Baba'ya bağlılığını göstermektir. Verdiğin zaten senin değil, Baba'nındır.
Dünya'dan el ayak çekmeyin ama kaptırmayın da. Teslimiyet ve güven içinde olun, o zaman sizde çok büyük bir güç uyanacak. Asla yapamayacağınızı söylemeyin; asla olamayacağını söylemeyin. Her şey olacak. Tek bir şeyi isteyin - güçlü ve dayanıklı olmayı. Kalbinizin fakirliğe düşeceğini düşünmeyin. Yüce ışığa döndüğünüz vakit ona avuç dolusu tohum akıtılacak. Çünkü çiftçi tarlaya tohumları tek tek atmaz. Avuç avuç atar. Baba da öyle döker, kalbiniz döküleni alır.
Mücadele yaklaşıyor. Bu mücadele "diğer" varlıkların geçiş yolunu açacaktır. Çünkü birincisi olmadan ikincisi olmaz. Bu yüzden hazırlanın, ayırımı yapabilmeniz için: Hangisi Baba'dan, hangisi Baba'nın karşıtındandır? Her bir kelimeyi tanıyabilmek için uğraşın.
Aşk ile istediğiniz her şeyi size vereceğiz...

2 Ağustos 2014 Cumartesi

Bir Cin Vakası



Bu hikaye, 85 yaşındaki Manisalı Süzan nineyle yapılan röportajdan alınmadır. Olay Manisa'da vuku bulmuştur.

-Ben yeni evlendiğim zaman, bir arkadaşımız vardı, o anlatıyordu. Birilerinin çocuğu hastaymış. Hasta ama hiç öyle eli ayağı tutmuyormuş. Öyle yatakta yatıyormuş. Bilmiyorum hangi şehirde, derin bir hoca varmış. Demişler ki "Oraya götürün bu çocuğu, o çocuğu iyi yapar."
Hocayı buluyorlar, gidiyorlar, hocayla konuşuyorlar. Hoca diyor ki, akıl baliğ olmamış bir kız veya erkek çocuğu bulun, getirin, hasta çocuğu da getirin, evvelallah, Allah'ın izniyle ben sizin çocuğunuzu iyi yaparım diyor.
İşte bu arkadaş, o zamanlar daha 9 yaşındaymış. Annesinden izin istemişler, çocuğu almışlar gitmişler.
-İsmi neydi onun?
-Saadet. Almışlar gitmişler. Orada hoca demiş ki işte mesela 10 kilo buğday, 10 kilo nohut, 10 kilo fasulye, şu kadar yağ, şu kadar soğan, şu kadar salça artık her neyse yemek yapacak, onları alın gelin. Gidiyorlar alıyorlar getiriyorlar, hocanın hanımı oturuyor o yemekleri pişiriyor. Alıyorlar bunlar, hoca, o kız çocuğu, hasta çocuk, üçü beraber bir odanın içerisine...
Hanımı önceden sofrayı kuruyor, hazırlıyor. Yemekleri koyuyor tabaklara. Kaşığını çatalını her şeyi hazırlıyor oraya. Bunlar kilitliyorlar kapıyı, içeriden, hoca, hasta çocuk, bir de o kız, üçü.
Orada hoca okuyor, okuyor, okuyor... Ama önceden diyor ki kıza "Onlar gelecekler, ben sana söyleyeceğim, sen onlara söyleyeceksin."
" Üçümüz beraber girdik içeri." dedi, "Hoca okudu okudu okudu..."
-Ne okuduğunu hatırlıyor musun?
-Yok onu bilmiyorum, o da bilmiyor zaten, 9 yaşında bir çocukmuş. "Başladılar" diyor "Birer birer gelmeye.
-Duvardan mı çıkıyorlar?
-Duvardan değil, nereden çıkıyorlar, nereden geldiğini bilmiyorum artık, o kadarını söylemedi. "Birer birer gelmeye başladılar, şöyle karşımıza oturdular." diyor. "Söyle bakalım." demiş (Hoca) "O çocuğu, hasta çocuğu kim aldı?"
Soruyor, şimdi bir başkanları varmış başlarında, diyor ki "Hanginiz aldı?" Hepsine teker teker soruyor. Hepsi "Ben almadım, ben almadım, ben almadım.."
"Hiç biri almamış" diyor şimdi başkan. Kız diyor ki hocaya "Hiç biri almamış, yok."
"Eğer çocuğu çıkarmazlarsa meydana, o yemekleri yiyemezler, söyle onlara."
Kız tekrardan söylüyor "Eğer bu çocuğu çıkaramazsanız meydana kimin değiştirdiğini, siz bu yemekleri yiyemezsiniz."
Sıkıştırıyor yeniden başkan bunları. İçlerinde bir tane ayağı sakat birisi varmış. O gelmemiş, ayağı acıyor diye. "Gidin" demiş "Onu alın gelin."
Gitmişler almışlar getirmişler onu da.
"Ben aldım." demiş, o gelen.
"Niye aldın?"
"Besmelesiz yatırdı." demiş.
Yani kırkı çıkmadan çocuğu besmelesiz yatırmış, yani Bismillahirrahmanirrahim demeden yatırmış. "Ben de, benim çocuğum hastaydı, onunla değiştirdim." demiş.
"Çabuk git, o çocuğu getir gel, sen kendi çocuğunu al." demiş, yani o sakat çocuğu, orta yerde yatıyor odanın içerisinde.
Gidiyor, çocuğu getirip geliyor. 18 yaşında civan gibi delikanlı. Getiriyor onu, kendi hasta çocuğunu kucağına alıyor.
Kız diyor ki "Çocuğu getirdi geldi, hasta çocuğu da kucağına aldı."
Hasta çocuk orta yerde yatıyor ama hoca görmüyor. Tabii kız görüyor. "Kucağına aldı hasta çocuğu." diyor.
"Haydi otursunlar yemeklerini yesinler." diyor (Hoca).
"Aman bir oturuverdiler sofranın başına, o kadar yemeğin hepsini de yediler." diyor.
"Ondan sonra tekrar okudu okudu, bunlar dağıldılar." diyor.
Sapasağlam civan gibi delikanlıyı aldıklarını söylüyor.
"Okutmuşlar da." diyor, doktor yapmışlar, "O çocuk şifalı bir insan oldu gitti dünyadan." diyor...

"Ama şimdi şaşıyorum." diyor, "Annemde de babamda da ne akıl ne fikir, 9 yaşındaki bir çocuk bunları görürse acaba aklını oynatır mı, bir şey olur mu, hiç dememişler mi?" diyor.

Röportaj Asım Eray Taylan




1 Ağustos 2014 Cuma

CEM



Boğaz Köprüsünden öte Avrupa Yakası Beşiktaş Levent istikametinde gökdelenler komple yanıyor. Dehşet bir yangın...CEM stadyuma gidiyor.
*
Cem'in YÜZÜ değişik makyajlarla ve saç stilleriyle 5-6 KEZ DEĞİŞİYOR. Dış görünüşünün önemli olduğunu bildiği için bunu kasten yapıyor.
*
Cem'in kız kardeşi yüz olarak onun ikizi gibi... Kız acayip şişman. Ayağa kalktığında belki de 300-400 kg olarak görünüyor. Hatta bu zayıflamış hali. "O ÇOK FENA OLDU."...
*
Kadıköy iskelede Cem'in karısı çok lüx bir arabayla çocukları KISIKLI'ya götürmek üzere gidiyor. Yağmur yağmaya başlıyor. İskele meydanında Cem ve ondan genç olan erkek kardeşi var. Kardeşi Cem'i izliyor. Cem aklını yitirmiş gibi davranıyor. Charlie Chaplin'in yürüyüşünü taklit ediyor. Komik ve DELİCE görünüyor. Saçları uzamış, denize doğru o komik yürüyüşle gidiyor, durup kollarını iki yana açıyor, sonra geri geliyor. Bunu birkaç kez tekrarlıyor. Aklını yitirmiş gibi bir hali var. Kardeşi onun bu delice halini toparlamak için var. Kardeşiyle şimdi iyi ikililer ama ilerki zamanda durum değişecek, Cem daha beter olacak ve kardeşine yük olacak.