20 Aralık 2015 Pazar

Reenkarnasyonda Zaman Sorunu Üzerine - Özlem Kılıç



Merhaba, Renan Hanım tavsiye ettiğiniz ‘’Görüş Dışı’’ serisi ilaç gibi geldi diyebilirim. Sadece Kitapları tavsiye etmenizin nedeni olan haberci rüyalarla ilgili değil, daha birçok konuda ki sorunun cevabı yerini buldu. Sayenizde daha öncelerde yaşadığım hafızama kazınan veya yakın zamanda çözümleyemediğim konuları değerlendirme ve bazı yaşananlara daha farkındalıklı bakma fırsatı yakaladım. En son okuduğum bölüm ‘’Astral Teknikler ve Beden Dışı Deneyimler’ ’de ki reenkarnasyon üzerine bölümü. Orada yönelttiğiniz bazı soruları zaman zaman bende düşündüm, üzerine kendimce yorumlar yaptım. Şimdi okurken sizde aynı soruları sorunca düşüncelerimi sizinle paylaşmak istedim. Eğer gelişim, evrimleşme, tekâmül denilen bir durum varsa reenkarnasyonun olmaması gibi bir durum bence de söz konusu olamaz. Sadece bir insan boyutunda ve ömründe yaşayıp sonlanmak bu muhteşem sistem için fazla basit olur diye düşünüyorum. Kitabınızda ‘’ fiziken öldükten sonra, fiziki dünyadan farklı bir zaman ve mekân kavramına geçiyoruz. Peki, neden o zaman hep daha önceki yaşamına göre daha ileride bir zaman diliminde bedenlenmeyi seçiyoruz ‘’demişsiniz. Boyutlar arasında zaman farkının olması sizin de dediğiniz gibi iki boyutta ki bedenin titreşim hızının farklı oluşu. Bilinç seviyesini yukarıya taşıyacak, gelişimini sağlayacak bilgiye ulaşmadaki kolaylık açısından aynı imkânlara sahip olmayışları. Bilinç seviyesinde yaşanan gelişime göre zamanın hızı da değişiyor. Astral alemde fizik bedendekine göre gerçek bilgiye çok daha kolay ulaşıp çok daha hızlı bir bilinç açılması yaşıyoruz dolayısıyla zamanı da, geilişim açısından hızlı yükseldiğimiz için daha hızlı akar algılıyoruz. Bilinç seviyesi olarak, nedenini ve nasıl becerdiğimizi bilmesem de yüksek bir seviyeden en aşağı denilecek kapalı bir bilinç seviyesine düştüğümüz belli. Yani bilicimizin başlangıç seviyesi bu en aşağı seviye değil. Bu seviye en yüksekten nedeni bilinmese de en dibe çöküp ve sadece kendi çabamızla yeniden yükselebileceğimiz bir seviye. Bu dibe çöküş, bilincin diğer boyutların ve gerçeğin bilgisine kapatılmasını en güzel anlatan örneğin ‘’Kehf suresinde yedi uyurlar kıssası ile ilgili geçen ayetler’’ olduğunu düşünüyorum. Kutsal kitaplardaki sembolik anlatım göz önünde bulundurulduğunda bu ayetlerde de ezoterizm de ki ortak sembollerin kullanıldığı görülüyor. Kıssa da yedi genç ve Kıtmir adında bir köpeğin bir mağarada yüzlerce yıl uyutulduğu anlatılıyor. Buradaki yedi gencin, bizim bilinç olarak aşağıya iniş evresinde daha önce geçtiğimiz ilahi (üst) boyutların sembolü, köpeğin ise bu boyutlar arasındaki tampon bölge olan astral alemi sembolize ettiğini düşünüyorum. Çünkü astral alem kurt ve köpekle sembolize edilen Mu ve Atlantis ırkının da sahıp olduğu siriusyen bilgiye ulaşabildiğimiz yer. Eski şamanların trans halinde iken rehberlerle iletişim kurup bilgi aldıkları boyutta burası olmalı. Şamanizm le ilgili klasik bilgiler veren kaynaklarda ilk şamanların kadın olduğu, erkeklerin ise demirciliği öğrendikten sonra şamanlık yapmaya başladıkları bilgisi veriliyor. Burada demircilik sembolik bir anlatım olsa gerek. Sonuçta kadın şamanlarda demirci işçisi oldukları için şamanlık yapmıyorlardı. Demir elementinin köpek takım yıldızındaki yıldızdan geldiği demir ile bu boyutun sürekli ilişkilendirildiğine bakılırsa buradaki demirciliği öğrenme astral plan veya siriusyen rehber varlıklarla iletişim kurulabilen boyuta geçebilmeyi öğrenmeleri olsa gerek. Sizinde tecrübelerinizde sürekli aslan ve kedigillerden yardım almanız veya bu ortamda onlara sıklıkla rastlamanız bunun göstergesi zaten. Mağarada uyuyup kalmaları da büyük insiyasyonların genellikle büyük dağ ve mağaralardaki mabetlerde gerçekleştirilmesi olabilir. Aslan çağında yaşayan Eski Atlantis ve Mu uygarlıklarının bilgilirinin Mısırda ve daha başka yerlerde bu tür mabetlerde ki insiyasyonlar sayesinde verilmesi ve en son peygamber haz. Muhammed e vahyin bir dağ tepesindeki mağarada geldiği düşünülecek olursa bu tespitin doğruluğu artmaktadır diye düşünüyorum. Astral alem fizik aleme düşmeden önceki son evre olduğu için yükselmede de yine ilk geçilen yer astral alem. Bilinçsel olark düşüşte sırasıyla geçirdiğimiz her evreye yükselişte de yine sırasıyla atlayacağız . tıpkı Hz. İsa’nin ‘’ilkler son sonlar ilk olacak’’ sözünde oladuğu gibi. Yine bu kıssanın geçtiği ayetlerden birinde şöyle diyor ‘’Hani onlar aralarında onların durumunu tartışıyorlardı. Bazıları bilmedikleri şey hakkında atıp tutarak: “Onlar üç kişidirler, dördüncüleri köpekleridir.” diyecekler. Yine, “Beş kişidirler, altıncıları köpekleridir.” diyecekler. Şöyle de diyecekler: “Yedi kişidirler, sekizincileri köpekleridir.” De ki: “Onların sayısını Rabbim daha iyi bilir. Zaten onları pek az kimse bilir.’’ bu ayete göre de aşılan ilahi boyutların kaç aşamadan oluştuğu konusunda bir kesinliğin olamadığını görüyoruz. Gerçekten de bu konuda yorumların yapıldığı bazı kitaplara baktığım da üst boyutların sayısı sürekli bir değişkenlik gösteriyor. Farklı farklı görüşler, farklı farklı sıralamalar yapılmış 9.5.7 diyenler var. Neyse. Üst boyutların olduğu kesin olsa da kaç tane olduğu konusunda şuan bu bilinç seviyesi ile net bir sonuç çıkaramayacağız demek ki. Kıssa ile ilgili son ayet ise şu şekilde’’ Onlar mağaralarında üç yüz yıl kaldılar. Buna dokuz daha eklediler. ‘’burada da önce üç yüzyıl artı dokuz yüzyıllık bir uyuma ile toplamda bin iki yüzyıllık bir uyku döneminden bahsediyor. O zaman insanlık olarak bu gerçekliğin bilgilerinden yoksun olarak yaşama süresi bin iki yüzyıl kadar sürecek. Mağarada bu boyutların tümünün hakikat bilgisinin verildiği son kişi, son peygamber Hz. Muhammed olduğuna göre ve Hz. Muhammed’in yaşadığı yüzyılda yedinci yüzyıl olduğuna göre bu yüzyıldan sonra bilinçlerde kesin olarak ciddi bir kapanma ve maddeye yönelme söz konusu olmuş demek ki. Buna göre de yirminci yüzyıl itibariyle de uyuyan gençlerin yani bilinçlerde ki kapalılığın kalkması ile son zamanlarda da sıklıkla telaffuz edilen ortak tabirle ‘’uyanışın’’ başlaması gerekiyor. Aslında bir bakıma da bu yönde gelişmeler başladı. 20. Yüzyıl itibari ile fiziki ve maddi alemden biraz olsun sıyrılma ile sipritüalizmin ortaya çıkışı, parapsikolojinin bilimselleşmesi gibi içsel yöneimlerin başladığı, 21. Y.y. beraberde insanların hepsinde olmasa da çoğu bilinçte bir sorgulama ve arayış sürecine girilmesi bunu destekliyor. Yükseliş ve bilinç açılımı tabi ki kendiliğinden gerçekleşmiyor. Bir çaba ve emek gerektiriyor. Bilinç sel ve fiziksel olarak evrimleşme ve gelişmenin olduğu ilerlemenin yukarıya doğru gerçekleştiği boyutta zamanı ileriye doğru akar hissediyoruz. Her gelişme ve aşama kaydettiğimiz anda bir alt seviyedeki bilincin yaşandığı seviye bizim için geçmiş oluyor. Bu duruma göre o zaman insan boyutundaki bilinç seviyesine düşme aşamasında fizik aleme inişte zamanı geçmişe doğru akar bir şekilde algılamış olmalıyız. Yükselme ve evrimleşme amacında olduğumuz bu boyut tada zaman algısı tersine döndü ve geleceğe doğru akar hal kazandı. Fizik alemde insan boyutunda yüzde yüzlük bir bilinç açılımı yaşadığımızda o zaman zaman algısıve hatta fizik alemde ki bir çok şeyin algısı da bizim için altüst olacak. Fizik alem de her şeyin alt üst olması yer değiştirmesi kıyamet olarak nitelendiriliyor. Kıyametinde kelime anlamının ‘’diriliş’’, ‘’uyanış’’ olduğu düşünülecek olursa kıyamet esnasında güneşin batıdan doğacağı bilgisi ve yaşanan % 100 lük açılım ile(kıyamet), zamanı tersine yada daha farklı olarak algılayacağımız da ortaya çıkıyor. Bilinç seviyesinin yüzde üzerinden açılımıyla ilgi bir şeye değinmek istiyorum. Şu anda dünya üzerinde insan ırkının ortak olarak bulunduğu bilinç seviyesinin en alt aşamasının %15 olduğu söyleniyor. Yani biz aklımızın, zekâmızın sadece %15 ini kullanabiliyormuşuz deniyor. Bu bana göre en alt limit daha üst bilinçlere ulaşmış biliçler de var. Bunlar tekâmül yolunda daha fazla yol kat edenler. Örneğin sizin görüş dışı kitabınızda paylaştığınız bir tecrübeniz var. Burada başka bir boyuta geçtğiniz de bazı negatif güçlerin sizinle ilgili konuşmalarına şahit olduğunuzu, kendileri için bir rakip olduğunuzdan bahsettiklerini, ayrıca %66 oranını duyduğunuzdan bahsediyorsunuz. Siz her ne kadar farklı yorumlamış olsanız da buradaki %66 oranı sizin o tecrübeyi yaşadığınız dönemdeki bilinç açılım oranınız. Negatif güçler şu anki genel bilinç seviyesinde olan kişileri kendi kötü emelleri için kullanabiliyorlar. Şu anki bilinç aşamasındaki bizler bu olumsuz olayların bize onların yönlendirmeleri ve tuzakları ile yaptırıldığını fark edemiyoruz. Bu farkındalığı yaşayamadığımız için negatif güçlerin malzemesi olabiliyoruz. Bunu anlayabilecek bir farkındalığa ulaştığımızda sizde olduğu gibi gerçekleşen bu tip tecrübeler bazı şeyleri engellememizi en basitinden başkalarının bu tuzaklara düşmemesi için bir bilinç açılımı yaşamasına katkı sağlamamızı sağlıyor ve onlar için belli bir orandan sonra %66 gibi bir rakip olarak algılanmaya başlıyorsunuz.

Peki neden tekrar bedenlenirken neden hep ileriki bir tarihi seçiyoruz da geçmişte bedenlenmeyi seçemiyoruz? Bilinç, fizik bedenden ayrıldığında yani ölümden sonra geçtiği boyutta zamansız ve mekânız bir ortamda bulunuyor diyorsunuz. Zamansız olmasının nedeni bilinç olarak ne bir ilerleme nede bir gerileme yaşamadığı yerinde saydığı bir boyut içinde olduğundan olmalı. Eğer ki, gelişimine devam etmesi gerekiyor beli bir seviyeye gelmek için emek harcamaya devam etmeyi tercih ediyorsa ki, seviyesi itibari ile başka tercihi olmayabilir, kaldığı yerden devamı için bir önceki yaşamından hemen sonraki bir zaman dilimini seçiyor. Gelecek zaman reenkarnesi konusuna gelince, bence her bilinç bir gelecek zaman reenkarnesi. Zaten tekâmül dediğimiz evrim, gelişme dediğimiz şey yeniden öğrenme değil ki bilinenleri ve unutulanları hatırlama çabası. Bizi gelişime götüren her bilgi unutulan ve hatırlanılan bilgi aslında. Düşüşü yaşamadan önce sahip olduğumuz önceki bilinç seviyesine ulaşma çabası içerisindeyiz. Gösterilen emeğe göre ve rehberler tarafından yapılan hatırlatma yardımları ilede yeni bir bilgi öğrenmiyor daha önce üst biliçler deki hayatlarımızda sahip olduklarımızı hatırlıyoruz. Daha alt bilinçlerdeki yaşamların daha sıklıkla e net olarak hatırlanması var olan kayıtlı olan alt bilince ulaşmak için fazla emek harcanmaması gerektiğinden. Alt biliç daha aşağı seviye ye iniş geçmiş zamanın akışını geçmiş diye algılamamıza neden olduğundan alt bilinç seviyesinde olduğumuz zamanları geçmiş yaşamlar diye adlandırıyoruz. Ancak gelecek dediğimiz şu ankinden daha üst aşamadaki bilince ulaşmamız için ciddi emek harcamamız gerekiyor ve bunu geçmişi hatırlamaya göre daha yavaş yapıyoruz. Bu gelecek zaman reenkarnesine de, yani üst bilince ulaşma ve gelecekte yaşadığımız geçmişi hatırlama çabasına da tekâmül, evrim gelişim diyoruz. Gelecek zamanı daha hızlı hatırlayanlar bilinç seviyesi yüksek olanlar kitabınız bir bölümünde bahsettiğiniz gibi zamanın birkaç adım önünde gidenler. Onlar bana kalırsa burada olmayı bir görevli olarak tercih edenler daha alt seviyedeki diğer bilinçleri geleceğe taşımakla görevli olan üçüncü dikkat üstatları. Birde genele göre sahip oldukları yüksek bilinç ve ilmi bilgi ile büyük teknolojik buluşlar yaparak insanları geleceğe taşıyan bilim adamları. Onlar gelecek yaşantılarını en hızlı hatırlayan hatta belki de hiç unutmayanlar, gelecek zaman reenkarneleri. Gelecek yaşamlarından kalma bilgilerini şu anki yaşamdaki bilinç seviyesindekilerin kaldırabileceği ve ihtiyaçları oranında paylaşabiliyorlar. Daha üst bilgileri paylaştıklarında anlaşılamayacakları ve o bilgiye karşısındaki kitlenin hazır olmadığını bildikleri için en uygun oranda ve en uygun şekilde bunu yapmaya çalışıyorlar. Peki, reenkarnasyonumuzda bir kedi, bir köpek, bir martı, bir lale ve bir kaldırım taşı olmazmıyız? Bana kalırsa buda olağan ve gayet mantıklı bir durum. Maddi boyutta var olan her şey bir enerji ise ve her enerji bir bilince sahipse ,üzerinde zamanın etkisi görülen her varlıkta gelişim ve tekamül içindedir. ‘’Görmedin mi ki, gerçekten göklerde ve yerde olanlar, güneş, ay, yıldızlar, dağlar, ağaçlar, hayvanlar ve insanlardan birçoğu Tanrı’ya secde etmektedirler.’’(22/hacc-18) ayetin de de görülüyor bu. Var olan her şeyin secde etmesi (gelişim ve tekamül içinde olması) için bir bilince sahip olması gerek dolayısıyla burada bunun olduğu gayet açık bir şekilde açıklanmış. Her bilinç maddi alemde en aşağı madde formundan başlayarak evrimleşiyorsa bu taş toprak bitki hayvan insan formlarına geçişle olmalı.(cinler hangi aşamada hiçbir fikrim yok) Çünkü ,topraktan geldik toprağa gideceğiz. Topraktan yaratım mitinde de anlatılmak istenilen bu olmalı. Bilinç her formda ulaşması gereken seviyeyi tammladığın da bir sonraki forma geçiyor ve her formun algıları farklı kodları olduğundan bir önceki formun algısını hissedemiyor. Karmik sorunlarını da her form kendi içinde çözümlüyor ondan sonra diğer forma geçiyor olmalı. Diğer bir formda yaşadığı her hangi bir anısını hatırlanmaması da o bilinç seviyesinin belki de bir anı kaydedecek kadar gelişmiş olmamasıdır. Ya da hafıza kaydettiği anılarını bulunduğu formun algısına uygun şekilde şekillendirip hatırlatıyor da olabilir… Reenkarnasyonla ilgili Kitabınız da yönelttiğiniz sorularınıza, Biraz tassavvufi, bıraz sipritüalist, biraz bilimsel bilgiler ve birazda benim kendi yorumlarımla harmanlayarak çıkardığım yorumlar bunlar. Sizinle de paylaşmak istedim. Başarılarınızın ve paylaşımlarınızın devamını diliyorum sevgiler…

Özlem KILIÇ

2 Aralık 2015 Çarşamba

Yüce Ruhsal Hiyerarşiler - Annie Besant




TABLO   I  -  YÜCE RUHSAL HİYERARŞİ


İshvara Güneş Logos’u


Yediler Gezegen Logosları


Özellikler Yaratıcı Hiyerarşiler


İlk beş hiyerarşi hakkına, en yüksekteki Üstatlarımız bile malumat sahibi değil. 1*2*2*4*5


Onlardan dördü özgürlüğe erişti, beşincisi de erişmek üzere.


Şekilsiz Ateş nefesleri, İlahi alevler, Ateş aslanları… Evrenin yaşamı ve


Kalpleri, Atma, kozmik irade. Parmatma’nın ışını, insan monadındaki Atma’yı 6 – I Formsuz


(Ruhu, Beni) onların aracılığıyla uyandırır.


İkici doğaya tabi, ateş ve eterin “ikide birliği”, tezahür eden akıl, sistemin 7 – II Formsuz


Bilgeliği, insan monadında Budha’yı uyandıran kozmik Budha (sezgi).


Mahat veya kozmik Manas; ateş, eter ve suyun üçlüsü, kozmik aktivite. 8 – III Formsuz


İnsan monadında faaliyeti, aktiviteyi uyandıran kozmik güç.


İnsan monatlarının hiyerarşisi, ölümsüz ruhlar (Jiva). 9 - IV


Makara hiyerarşisi. Sembolü beşgen. Doğanın pozitif ve negatif kutbunun


Mücadelesi başlar. Artı ve eksinin, ruh ile maddenin, Sura ve Asuraların 10 – V Formlu


Asuralar Brahma’nın ilk, “karanlık, gece” bedeninden doğdular.




Meleklerin (Devaların) ataları olan Agnishvattalar. İnsanlara beş ilkeyi


Veren, kararlı atomlara tutunmasına yardım eden atalar Brahma’nın ikinci olan 11 – VI Formlu


“gündüz” bedeninden doğdular. İnsanın mental evrimiyle ilgilidirler.




İnsanın fiziksel evrimiyle ilgilenen Ay ataları, Barhishad-pitriler. Brahma’nın 12 – VII Formlu


“alacakaranlık” bedeninden doğdular. İnsanın fiziksel gelişimi için Devaların


ve birçok doğa ruhunun yardımını alırlar.




Annie Besant - İnsanın Soy Ağacı & Öteki Bedenlerimiz kitanından

Eterik Duble - Annie Besant



Eterik Duble

Modern fizik bilimine göre bedendeki tüm kas, hücre ve sinir değişimlerine elektriksel bir aktivite eşlik eder ve muhtemelen bu durum, bedendeki kesintisiz kimyasal değişimlerde de kendini gösterir. Hassas galvanometre cihazlarıyla yapılan titiz incelemeler sonucunda elektriksel aktivitenin varlığı kanıtlanmıştır. Elektriksel faaliyetin olduğu her yerde eter de olmalıdır ve elektriğin mevcut olması, her şeyin içine nüfuz eden ve her şeyi çevreleyen eterin de mevcut olması anlamına gelmektedir. Fiziksel maddenin hiçbir parçacığı bir diğerine temas etmez ama hepsi birden bir eter denizinde yüzer. Batı bilim insanları bu gerçeği ihtiyaç duyulan bir hipotez olarak sunarken doğu bilimlerin durugörürleri gerçek bir gözlem olarak lanse ederler. Çünkü onlar için eter bir masa veya sandalye kadar görünürdedir, fakat onu görmek için normal fiziksel gözden farklı bir gözün işleve sokulması gerekir.

Daha önce de söylediğimiz gibi eter dört türe sahiptir. En süptil olanı son fiziksel atomlardan oluşmuştur (söz konusu atomlar komplike bir yapıya sahip olan kimyanın atomları değildir). “Son atomlar” diyoruz çünkü onları parçaladığınızda astral maddeye dağılmaktadırlar.

Eterik duble, kaba bedenin katı, sıvı ve gaz hallerine nüfuz eden dört tip eterden müteşekkildir. Fiziksel bedenin her bir parçasını eterik bir katmanla kaplamış ve böylece kaba bedenin tam bir kopyası haline gelmiştir. Bir medyum eterik dubleyi net olarak görür. Rengi gri-mordur. Yoğun fiziksel bedenin özelliğine bağlı olarak kaba veya hassastır. Kaba bedenin katı, gaz ve sıvının farklı oranlarından oluşması gibi, dört eter hali de, eterik bedeni daha süptil veya daha kaba olan farklı kombinasyonlardan oluşturabilir. Kaba beden ile onun eterik dublesinin birlikte değişebileceğini belirtmek önemlidir. Gelişmekte olan kişi kaba bedenini arındırmaya niyet edip karar verdiğinde eterik duble bilinçsiz olarak ve ek bir çaba harcamaya gerek kalmadan onu takip eder.

Annie Besant - İnsanın Soy Ağacı&İnsan ve Bedenleri kitabından

19 Kasım 2015 Perşembe

Beyaz Kardeşlik Öğretisi - Helena Roerich



Enteresandır, yüzyılın kâhini Vanga, Beyaz Kardeşlik Öğretisi ile ilgili bir kehanette bulunmuştur. Konunun eksik kalmaması açısından hem bu kehanetle, hem teosofinin kurucusu Helena Blavatsy’nin Kardeşliğe üye olan üstatlardan (mahatmalardan) edindiği bilgiler iddiası ile ilgili çok kısa bir bilgi verelim. Kehanet aynen şöyledir:

Bir gün yeryüzünden tüm dinler silinecek! Sadece Beyaz Kardeşliğin öğretisi kalacak. Beyaz bir renk gibi dünyayı saracak ve insanların kurtuluşu olacak. Yeni öğreti Rusya'dan gelecek. Ruhsal arınmaya ulaşacak olan ilk ülke budur. Ve buradan öğreti tüm dünyaya yayılacak. Bu 20 yıl sonra olacak. Fakat 20 yıl sonra ilk meyvelerini toplayacaksınız.

Eski bir Hint öğretisi vardır - Beyaz Kardeşliğin öğretisi. Bütün dünyaya yayılacak, yeni kitaplara yazacaklar ve dünyadaki herkes bu öğretiyi okuyacak. Kitabın adı Ateş İncili olacak. (Sidorov, V.Ludmila ve Vanga, 1975)

Vanga'nın bahsettiği öğreti, Thomas Edison'un da bağlı bulunduğu, Helena Blavatsky'nin 7 yıllık Tibet seyahati sonrasında New York'ta kurduğu Teosofi Topluluğu'nun ezoterik kaynaklı öğretisidir. Öğretinin ana felsefesi Blavatsky'nin (1831 Rusya - 1891 İngiltere) "Gerçekten daha üstün bir din yoktur." sözleriyle özetlenir.

Beyaz Kardeşlik topluluğunun amacı, ezoterik felsefenin öğrenilmesi, dünyaya yayılması, bu yolla kainatın "görünmeyen" yönüne ulaşılması ve eğer varsa oradaki varlığın anlamının çözülmesi, bizimle olan ilişkisinin anlaşılmasıdır. Topluluk hiçbir şekilde dogmalardan etkilenmemiştir, etkilemeyecektir; bir dini inancı yayma amacı kesinlikle yoktur. Tek bir hedefi vardır: Gerçeğin üstünlüğüne inanç ve onu bulmaya ve yaymaya olan bağlılık. Din, mezhep, dil, ırk, yaş, cinsiyet farkı gözetilmez. Bu bağlamda Helena Blavatsky tüm dinlerin kaynağı olan eski ezoterik bilgileri ortaya ilk, değişmemiş şekliyle ortaya çıkarmayı amaç edinerek çeşitli kitaplar çıkarmıştır. Eski öğretinin yayılım ve gelişmesini konu eden "İsis Unveiled" adlı kitabı yayınlamıştır. Yine en popüler eserlerinden "Gizli Doktrin"(The Secret Doctrine) adlı kitabında, evren ve insanın evrimi hakkında değişik görüşler dile getirmiştir. Yeni bir öğreti getirmediği görüşünü savunan Blavatsky, eserleri için de doğulu üstatlardan - Mahatmalar'dan yardım almıştır. Bu üstatların Şambala adındaki gizemli topluluğa dâhil olduğu konusunda ciddi iddialar var.

Şambala Efsanesi

Şambala, çoğu efsanede yeri Himalayalar olarak gösterilen gizli bir bölgedir. Bazı yerlerde ona Agarta da denilmiştir. Çin, Rus ve Tibet efsanelerinde, süper-insanların yaşadığı bir yer olarak betimlenmiştir. Kadim Budist yazıtlarda ezoterizmin kaynağı olduğundan söz edilmiştir. Şambala’nın jeografik konumu ile ilgili çeşitli mitler var. Çinliler Kunlon dağını, Yakındoğu öğretileri ise Altayları işaret ediyorlar....


(Şambala-Üstatların İzinde kitabından)

Üstat Morya ile Helena Roerich (Şambala-Üstatların İzinde kitabından)



Üstat Morya

Üstatlar başka dünyaya ait varlıklar gibidirler. Yetenek ve karakter özellikleri bizlerden çok daha farklıdır. Yaşam biçimleri değişiktir, daha çok lakaplara benzer olan isimleri gariptir. Kendi gizli yaşama alanlarına ve gizli bir tarihçeye sahiptirler. Kozmik evrimin daha üst bir basamağında bulundukları söylenebilir. Sonsuz bilgeliğe sahip olan bu Kardeşler bilmediğimiz yabancı bir dil kullanıyor, kısa ve şiirsel konuşuyorlar. Üstat Morya da bu üstatlardan biridir.

Üstat Morya’nın adını ilk defa olarak Helena Blavatsky’nin eserlerinden duyuyoruz. Blavatsky, daha küçük yaşta Üstadın rüyalarına girdiğinden ve 20 yaş doğum gününde Londra’daki Hyde Park’ta yüz yüze karşılaştığından bahsediyor. “Gizli Doktrin” ve “Peçesi İndirilmiş İsis” eserlerini Üstat Morya’nın katkılarıyla yazdığını iddia ediyor. Blavatsky’nin öğretmeninin varlığına karşı birçok eleştiri yöneltilse de teosofi topluluğunun diğer birçok üyesi de Morya ile olan karşılaşmalarından bahsettiler. Blavatsky’nin ölümünden sonra bu isimlere teosofinin üç büyük kurucularından biri ve Amerika ekolünün lideri olan William Quan Judge ile Avrupa kolunun yöneticisi Annie Besant da katılır.

Fakat Üstat Morya’nın işbirliğini en belirgin olarak Helena Roerich’in çalışmalarında göreceğiz. Roerich ile Morya’nın çalışmalarının 1920’den 1940 yılına kadar sürdüğü iddia edilir.

1923 yılında Roerich ailesi Hindistan’a gidiyor. 1926’da bu gezinin çok değerli olan üç hediyesini Moskova’ya beraberinde getiriyorlar: Üstatların Rus halkına hitaben yazdığı bir mektup, Himalayalar’ın toprağının olduğu bir sanduka ve Himalaya Üstatlarının notlarından oluşan (Helena Roerich’in derlediği) “Topluluk” kitabının el yazması. Araştırmalarına devam etmek için aynı yıl içinde Altay’a ve daha sonra Moğolistan’a gidiyorlar. Oradan da Tibet’e doğru yöneliyorlar. 1928 yılında araştırma gezisinin Hindistan’da sonlanmasından kısa bir süre sonra, Batı Himalayalar’daki Kulu vadisine yerleşip “Urusvati Araştırma Enstütusu”nün temellerini atıyorlar.

“Urusvati”, Helena Roerich’in bir diğer ismiydi ve “Sabah Yıldızının Işığı” anlamına geliyordu. Enstitünün onursal başkanı Helena Roerich'ti. Yönetimini oğulları Yuri ve Svetoslav Roerich üstlenmişti. Bu enstitünün amacı Merkez Asya gezisinde yaptıkları araştırmalar, topladıkları bilgiler üzerinde çalışmalar yapmak ve onları geliştirmekti. Kültür, tarih, arkeolojik alanlar, tapınaklar, yerel diller, kitaplar, heykeller, resimler ve her türlü sanat eserini inceliyorlardı. Urusvati Enstitüsü birçok önemli kuruluşla işbirliği halindeydi ve A.Einstein, R.Tagore, N.I.Vavilov, D.Boshet gibi dünyanın önde gelen bilim adamı ve sanatçıları tarafından destek görüyordu. Maalesef Enstitü faaliyetlerine İkinci Dünya Savaşı yıllarında son verildi.

Nikolai Roerich’in ölümünün ertesi yılında, 1948’de Kulu vadisini terk eden Helena, Sovyetler Birliği elçiliğine ve hükümetine defalarca dönmesine izin vermeleri için yazı yazdı. Mektuplarına sürekli olumsuz yanıt almasına rağmen yaşamının son gününe kadar yazmaktan ve anayurduna döneceğine inanmaktan vazgeçmedi. 5 Ekim 1955’te hayata gözlerini yumdu.

Roerich ailesinin, Agni Yoga ve Beyaz Kardeşlik öğretisinin etkinliği konusunda fikir vermesi açısından 25 yıl evveline kadar komünist rejimle yönetilen Bulgaristan’da yarattığı politik karışıklığa bir paragrafla da olsa değinmekte fayda görüyorum.

Bulgaristan’daki Komünist Parti lideri Todor Jivkov’un biricik kızı, aynı zamanda Kültür Bakanı olan Ludmila Jivkova, Agni Yoga ve Beyaz Kardeşliğin tam bir müridi sayılırdı. Bir demir perde ülkesi olan ve ateistliği resmi inanç olarak benimseyen Bulgar devleti açısından bir doğu felsefesi fanının kültür bakanlığı yapması (hem de Liderin kızı olması) hoş karşılanmadı. Ludmila Jivkova daha da ileri giderek, Roerich ailesi ile yakınlaştı ve 1978 yılını Roerich Yılı olarak ilan etti. Himalayalar'daki Roerich Enstitüsünü onarmak için heyet gönderdi, Sofya'da uluslar arası bir Roerich merkezi kurmak için çalışmalara başladı... Küçük ülke Bulgaristan'dan beklenmeyen ve ruhani yönden Sovyetler Birliği'nin önüne geçmesine neden olan cesur adımlar atılıyordu. Beyaz Kardeşliğin ön kalelerinden biri olma yolundaydı.

Roerich öğretisinin 1986 yılına kadar suç sayılarak müritlerinin takip edildiği Sovyetler Birliği bu durumdan hiç hoşlanmadı. Tüm bunların ne kadar payı olduğu bilinmez ama Ludmila Jvikova 1981 yılında, henüz 39 yaşındayken kuşkulu şartlar altında vefat etti. Ölüm teşhisine beyin kanaması tanısı konuldu. Ve tüm bu furya Ludmila Jivkova'nm vakitsiz ölümüyle, başladığı gibi aniden sona erdi.

Jivkova’nın, kâhin Vanga’nın en sadık ziyaretçilerinden olduğu biliniyor.
Renan Seçkin

(Helena Roerich'in Şambala-Üstatların İzinde kitabının önsözünden)

Helena Roerich Kimdir?

Helena Roerich Kimdir?


            1879 yılında Rusya’nın Saint Petersburg şehrinde iyi bir ailede doğan Helena daha çok küçük yaşlarda sıra dışı yetenekler sergilemeye başlar. 7 yaşına geldiğinde 3 dilde okuyup yazar. En sevdiği kitap ise İncil’dir. Genç kızlığı döneminde edebiyat ve Uzakdoğu felsefesi ile ciddi anlamda ilgilenir. Ramakrishna, Vivekananda ve Tagore, en sevdikleri arasındadır. Müzik eğitimini tamamlayan Helena 1901 yılında asrın büyük ressamları arasına adını yazdıracak olan Nikolai Roerich ile evlenir. 1919 yılında aile İngiltere’ye taşınır. Ertesi yıl Londra’da, tamamlanması on yıllar alacak olan  “Canlı Ahlak” veya “Agni Yoga” öğretisinin ilk satırlarını kaleme alır. Bu kitapları, isimlerinin gizli kalmasını tercih eden ve Hindistan geleneğine göre Mahatmalar, Rishiler, Bilgelik Üstatları olarak çağırılan bir grup filozofla birlikte yazdığını açıklamıştır. Kendine insanlığın daha büyük kardeşleri de diyen bu ruhsal öğretmenler, Helena Roerich ile birlikte Agni Yoga kitaplarının yaratıcılarıdırlar.


Annie Besant'ın "İnsanın Soy Ağacı & İnsan ve Bedenleri" Kitabı Çıktı



Annie Besant ilginç bir kişilik…

Bir Marksist ve kadın hakları savunucusu olarak adının hem Clara Zetkin ve Rosa Luxemburg gibi 19. yüzyılın efsane kadın aktivistleriyle birlikte anıldığını, hem de, spiritualist ve çağdaş okültizmin kurucusu Helena Petrovna Blavatsky’nin sadık bir takipçisi olarak tarihe geçtiğini görürürüz.

Besant’ın marifetleri bunlarla da bitmez: O aynı zamanda kadınların da kabul edildiği “karma mason localarının” (co-masonry) fikir mimarı ve dünyaca ünlü Hintli düşünür Jiddu Krishnamurti’nin de manevi annesidir. Besant, o meşhur Hindistan gezileri sırasında, zekâ ve yeteneklerinden etkilendiği Krishnamurti’yle bir rastlantı eseri karşılaşmış ve evlat edinmiştir.

Politik bir aktivist olarak Besant, gerek konuşmaları gerek de yazılarıyla, sağlıksız endüstriyel koşullarda çalışan işçilerin sosyal haklarından İrlanda’nın bağımsızlığına ya da doğum kontrolünden vejetaryenliğe kadar, radikal sol diyebileceğimiz bir çizgide ateşli mücadelelere girişmiştir.

Karl Marx’ın temel, kuramsal metinlerini ilk kez İngilizce’ye çeviren Edwar Aveling ve ünlü yazar George Bernard Shaw’un, Besant’ın düşünce alışverişinde bulunduğu iki yakın aile dostu olduğunu biliyoruz. Aveling, bir süre Marx’ın kızı Eleanor’la birlikte yaşamış, bir anlamda Marksist öğretinin merkezinde yetişmiş ve Besant’ın düşünce dünyasını oldukça etkilemiş bir entelektüeldi…

Besant, 1887 yılında, Charles Bradlaugh ile birlikte Why I Do Not Believe In God (Neden Tanrıya İnanmıyorum) adında bir kitapçık yayınlamıştı. İlginçtir, 1887, Besant’ın Teozofi Derneği’nin kurucusu H.P. Blavatsky ile de tanıştığı yıldır. Yani ateizm bayrağını göndere çektiği yıl, aynı zamanda Besant’ın reenkarnasyon, durugörü medyumluğu ya da Budist inanç sistemini araştırmaya başladığı yıl olmuştu…

Helena P. Blavatsky, Gizli Öğreti (The Secret Doctrine) ve Peçesiz İsis (Isis Unveiled) gibi kitaplarıyla, hem kendi döneminin, hem de günümüzün yeniçağ öğretilerinin akıl hocası, ilham perisi, “Pallas Athena”sı olmuş bir figür. Manly P. Hall, Blavatsky için “Rus Sfenksi” diyor. Blavatsky’nin mistik karizması ve okült doktrininden oldukça etkilenen Besant da, hayatının ikinci yarısını teozofi derneklerinin yöneticiliğine dek uzanan “spritüal bir misyona” adıyor…

Farabi için İkinci Hoca (Muallim el Sani) denir. Birinci hoca Aristoteles’tir çünkü. Bir anlamda teozofi hareketinin, Blavatsky’den sonra gelen ikinci üstadı da Annie Besant’tır. Dönemin bu iki güçlü kadın figürü arasındaki işbirliği hayatlarının sonuna dek sürmüştür. Öyle ki Madam Blavatsky, Besant’ın evinde hayata gözlerini yummuştur.

Mavi Kalem Yayınları, on dokuz ve yirminci yüzyıl Avrupa’sının, bu sıradışı kişiliği Annie Besant’ın iki küçük kitapçığını tek bir ciltte okurlarına sunuyor. Teozofi ve spiritüalizm meraklıları, bu tarihsel metinleri kitaplıklarında bulundurmak isteyeceklerdir. Herkese iyi okumalar…

Kubilayhan Yalçın

13 Ocak 2015 Salı

Evrensel Beyaz Kardeşlik'in Üstadı Beinsa Douno (Peter Deunov)'nun Ünlü Kitabı MELEKUT çıktı...



Peter Deunov, 12 Temmuz 1864 yılında o zamanlar Osmanlı sınırları içinde yer alan Varna’ya bağlı Hadırca köyünde doğar. Babası kilise rahibidir. Sviştov’daki Amerikan bilim ve teoloji okulundan mezun olduktan sonra Amerika’ya gider. Boston’da teoloji, ardından tıp eğitimi alır. 1895 yılında Bulgaristan’a geri döner.
            1896 yılında yazdığı “Bilim ve Eğitim” isimli kitabında yeni yüzyılla birlikte gelecek olan yeni bir kültürün temellerinden bahseder. Deunov, yeni bir çağın başlamakta olduğunu, bizlere ışık, sevgi ve bilimi bir arada getireceğini bir asır öncesinden müjdeler. Rudolph Steiner, Elena Blavatska, Mahatma Gandi’nin mistik ruhsal öğretileriyle benzer yönleri olan görüşleri ilk defa bu kitabında açıklanmıştır. Deunov, 19. yüzyıl sonları ve 20. yüzyıl başlarında dünyada yükselişe geçen mistik-teosofik harekete kurduğu Beyaz Kardeşlik hareketiyle önemli bir katkı sağlamıştır. Petar Deunov’un Beyaz Kardeşlik Öğretisi, bilim ile dinsel geleneği bir araya getirir.
            33 yaşındayken Deunov Varna’da sonradan Evrensel Beyaz Kardeşlik’e dönüşecek olan ruhsal gelişim topluluğunu kurar. 1898 yılında ilk öğrencilerini seçer. Seyahatle geçen birkaç yıl aradan sonra Sofya’ya taşınır. 1912 yılında ışığın yedi rengini yedi ilahi ruh ve yedi yıldız ile birleştirdiği bir sistemi anlattığı “Renkli Işınların Vasiyeti” isimli ikinci kitabını yazar.
            Deunov’un öğretisi, belirli bir amaca sahip olan bilimsel bir yönteme sahiptir. Bu amaç, insanın ruhsal gelişimi, içsel yaşamının dengelenmesi ve içsel yaşamın dış yaşamla, çevreyle uyumlandırılması olarak özetlenebilir. İnsanın ruhsal gelişimi için öncelikle zayıf ve güçlü yanlarını tanımak, iyi yanlarını öne çıkarıp yeteneklerini geliştirmek gibi kişisel gelişimi ön plana alan birçok yol ve teknik geliştirir. Dua, tefekkür, meditasyon ve Tai Chi’yi andıran bedensel egzersizler bu teknikler arasındadır.
            22 Mart ile 22 Eylül arası tercihen dağların yüksek zirvelerinde açık havada topluluk halinde uygulanan Panevritmia isimli kompleks bir ritüel icat eder. Üstat, arketipsel hareketlerden oluşan ve beden, ruh ile zihni kozmik ritimlere uyumlandırmayı amaç edinen egzersizlerin mutlaka bilinçli olarak yapılmasını, duygu ve düşüncelere uygun olmasını öğütler. Çünkü beden hareketleri uygun olduğu belli bir duygu ve düşünceye karşılık vermediğinde içsel dengesizlikler oluşmaktadır. Yine bu ritüel için 150’den fazla okült beste yaratır. İlk zamanlarda kemanıyla bizzat kendisi seslendirir. İleride bestelerin üzerine sözler de eklenir. Doğa’da canlı cansız her şeyin belli bir titreşimi, frekansı ve dolayısıyla sesi olduğunu hatırlatan Deunov, insan için en uygun olan müziği keşfedip evrenle olan dengesini tesis etmek için çalışır. Bunun için müziğin çok önemli olduğunun altını çizer.
            Öğrenci ve takipçilerinin artışı ve gelen talepler doğrultusunda 1914 yılında “Güç ve Yaşam” adıyla uzun soluklu söyleşi ve seminerlere start verir. Sayısı 7 bini aşan bu seminerlerin ana teması, insanın ne olduğudur ve insanda tohum halinde olan tanrısal olanı uyandırmaktır. Deunov, şu anki insanın henüz gerçek insan olmadığını, gerçek, yani tanrısal insanın ancak bundan sonra ortaya çıkacağını söyler. Her bir insan, bütün bir evren kadar önemlidir. Bu yüzden ne olursa olsun hiç kimse için olumsuz bir görüş bildirilmemelidir. İnsan şu haliyle henüz bitirilmemiş bir tablodur.
            Deonov’a göre insanın özü, sonsuz ve tek olan evrenin tezahürüdür. Ruhsal yapısı pozitif ve negatifi birlikte olarak taşır. Dolayısıyla iyi ve kötü dışarıda değil, insanın kendi içindedir. Bu inancın ışığında üstat, çocukların Aşk, Bilgelik ve İyilik yolunda eğitilmesinden daha önemli hiç bir şeyin var olmadığında ısrar eder. Dolayısıyla işe anneyle başlanması gerektiğini belirtir.
            Deunov, ışığın canlı olduğunu, bu yüzden meyveler başta olmak üzere ışığı depolayan besinlerin tüketiminin çok önemli olduğunu öğretir. Sağlık öğütleri arasında suyu hem bedensel hem de zihinsel ve ruhsal arındırıcı olarak sıcağa yakın ılık ve yudumlar halinde içme önerisi de vardır. Hem meyvelerin hem de suyun, ışığı kendinde hapseden bir madde olarak ele alınmasını öğretir. Işık da canlı olduğunda göre, onunla temas etmek için bu maddelerin alımının ne kadar etkili olduğu tahmin edilmelidir.
            “İnanmıyorsan inandıramazsın, iyilik sahibi değilsen, başkasında iyiliği uyandıramazsın.” diyen Deunov’un takipçi sayısı 40 bini aşarak ülke sınırları dışına taşar. Deunov’un Beyaz Kardeşlik öğretisi, batı ile doğunun ruhsal inanışlarını sentezleyen ezoterik bir öğretiye dönüşür. Öğreti, Hinduizmin karma, tekrar doğuş, prana (yaşam enerjisi) inancına sahip çıkmıştır ve bu sebepten Bulgar Kilise tarafından kabul edilemez olarak nitelenmiştir.
            Deunov 1929 ile 1932 yılları arasında Krishnamurti ile yazışır. Bilindiği gibi Hindu inanışına göre her bir çağda ruhsal öğretmen olarak bir avatar gelir. İddialara göre Krishnamurti’den, kendisinin Maitreya veya İsa misali aydınlanmış bir varlık olduğu kabul edilmesi istenir. Ancak önerileri geri çeviren Krishnamurti, 1929 yılında Hollanda’daki uluslararası teosofi kongresinde böyle bir öğretmenin zaten Bulgaristan’da bulunduğunu söyler.

            Peter Deunov 27 Aralık 1944 yılında vefat eder. Bulgaristan, Fransa, ABD, Japonya başta olmak üzere, aralarında Albert Einstein dâhil olmak üzere her dinden binlerce takipçi ve öğrenci ve bugün hala faal olan onlarca ruhsal okul ile seminer konuşmalarından derlenen yüzlerce kitap bırakır. Ülke dışındaki öğrencileri ona ruhsal ismi olan Beinsa Douno olarak anmayı tercih ediyor.
 Melekut isimli kitaptan