3 Ekim 2019 Perşembe


CADILAR KUYUSU


Hem geçmişte hem de bugün diğerlerinden farklı yetenekler gösteren, sıra dışı özellikler sergileyen insanlar olmuştur ve gelecekte de olmaya devam edecektir. Bu kişiler bilim insanı veya sanatçı, yazar, müzisyen, ressam veya hatta bir politikacı olabilir. Özgün düşünce ve yaratıcılık tarzlarıyla toplumu şekillendiren, yeni akımlara neden olan itici birer güç halini alan kişilerdir bunlar. Bunun yanında sıra dışı bazı özellik ve güçleriyle öne çıkan mistikler, şifacılar, kahinler ve ruhsal önderler de olmuştur. Bunlar ortalama bir insanın sahip olamadığı bazı yeteneklerle doğan veya geliştiren insanlardır. Beş duyuya sığmayan algı ve yetenekleriyle örneğin, “gaipten” haber verirler, geleceğe dair vizyonlar alırlar, ruhlarla, ölülerle ve hayvanlarla konuşurlar, tıbbi otoritelerin açıklayamadığı bir şekilde insanları iyileştirirler ve daha birçok psişik özellik gösterirler. Bu kişiler geçmişte kabilenin şamanı veya büyücüsü, kâhini, bilgesi veya şifacısıydı ve toplumda çok saygın yerleri vardı. Sözlerine itimat edilir, bilgeliğine güvenilirdi. Bugün hala bu isimler kullanılmakla beraber gerçek yeteneğe sahip olanlar daha arka planda kalıyor ve bu özel unvanlar maalesef daha çok birer pazarlama aracı veya etiket olarak kullanılıyor. Bu ikisini birbiriyle karıştırmamak ve gerçek yeteneklerin hakkını vermek gerekir diye düşünüyorum.
İnsan her zaman gizemli şeylerin peşinde koşmayı sever, bu onun doğasında vardır. Meraklıdır, bilmediğine karşı ilgi duyar ve öğrenmek ister. Fakat söz konusu alan fizikötesi alem olunca, birçok kişi az çok korkuya kapılır, bu da normaldir. İnsan bilmediğinden korkar ve bazen kendine açıklayamadığı bir şekilde psişik türden bilgiler edinen sıradan bir falcı bile onun ödünü koparmayı başarabilir. Eskiler bu tür insanlardan çekinseler dahi insanın ruhsal yeteneklerini daha doğal kabul ederlerdi. Bugünün rasyonel ve seküler insanı ise maneviyattan epey uzaklaşmış, gözünün görmediği ve kulağının işitmediği olguları inkâr etmeyi seçmiş ama yine de onları ortadan kaldıramamıştır…
Hangi kıtaya, hangi topluma giderseniz gidin modern tıp gelişene kadar insanları sadece hazırladıkları bazı karışımlar ve iksirler ile veya sadece elleriyle ve dualarıyla iyileştiren özel insanlar olduğunu göreceksiniz. Bunlar genelde sahip oldukları yetenek ve bilgilerini ailelerinden miras almış kadınlardır. Asırlar boyunca kendini insanları iyileştirmeye adamış bu eli öpülesi kadınlar maalesef ki dini baskılardan en çok zarar görmüş kişilerden oldular. Dini otoriteler bu özel güçleri kendi tekellerine almayı istediler. Hristiyan Kilise tüm mucizeleri sadece kendine mal etmeye çalıştı, tüm dini ayinler için sadece kendi dini görevlilerini yetkin kıldı ve halk şifacılığı da bundan nasibini aldı. Ortaçağın sonlarına gelindiğinde doğuştan yetenekli kadınlar, şifacı ve otacılar kötü güçlerle çalışan cadılar olarak ilan edildiler ve takibe alındılar. Engizisyon (Katolik Kilise’ye bağlı ceza mahkemesi) da bu işe el atınca Hristiyan Avrupa’sında bir dönem tam bir kıyım gerçekleştiğini görüyoruz.

Bu kıyımın en büyük ölçekte yaşandığı yerlerden biri İskoçya topraklarıdır. İskoçya Kralı VI. James, bu yeteneklere sahip olanların şeytana taptığına ve şeytan tarafından lekelendiğine inanıyordu. Sonuç olarak 17. Ve 18. Asırlarda 4.000’den fazla kişi hiçbir kanıta gerek duyulmadan tutuklandı, idam edildi ve bunların çoğu da kadındı. Uygun bir cenaze töreni yapılmadı ve öldürülenlerin kalıntıları genellikle oldukları yerde bırakıldı. Son asma 1728’de gerçekleştirildi. Katliamın ilk başlarında halka ibret olsun diye toplanan “cadılar” ortalık bir yerde yakılıyordu. 17. Asrın sonuna gelindiğinde yakmak yerine rutin olarak onları asmaya başladılar.
O devrin akıldışı şeytan korkusu yüzünden herkes kara büyü yapmakla suçlanabilirdi. Öldürülenler ekseriyetle otacılar ve akıl sağlığı bozuk insanlardı. Bazen de şüpheliler masumiyetlerini ispat etmek için elleri kolları bağlanarak göle atılırdı. Eğer boğulmazlarsa onları şeytanın koruduğu iddia edildi, itirafa zorlamak için işkencelerden geçirildi ve sonuç itibariyle yine ölüme gönderildi.
İskoçya’nın merkez şehri Edinburgh’a yolunuz düşerse Witches’ Well’i (Cadılar Kuyusu) mutlaka ziyaret etmelisiniz. Bu dökme demir çeşme, 1894 yılında hayırsever Sir Patrick Geddes tarafından 1500 ile 1600 yıllarında yakılan 300 civarında kadının anısına yapılmıştır. Anıtın üstündeki plakta ilgi çekici bir bronz rölyef seçilir. Yüksükotu bitkisinin (Foxglove) içinden çıkan bir yılan, tıp tanrısı Aesculapius’un ve şifa tanrıçası olan kızı Hygeia’nın başı etrafında dolanır. Yılan, düalizmin en bilindik sembollerden biridir ve iyilik ile kötülük arasındaki dengeye atıf yapar. Şifalı bitki de zaten doza bağlı olarak şifa verebilir ya da zehirli olabilir. Buna göre aynı şekilde insan ruhsal güçlerini şifa ve bilgelik için veya zehir ve kötülük için kullanabilmektedir. Anıt eserin sağ ve sol yanına gözümüzü çevirirsek bu anlatımı tamamlayan iki öğe olduğunu göreceğiz. Sağ yanda şifa veren elleri temsil eden bir kâseyi tutan çift bir el tasviri, sol tarafta ise kötülük eden çatık nazar gözlerinin betimlemesi göze çarpar.
Neticede dünyadaki her şeyin olduğu gibi ruhsal güçlerin de pozitif ve negatif yönleri vardır ama iyilik mi kötülük mü edeceğimiz bize kalmıştır. İskoçya’da öldürülenler ise ye yazık ki yanlış anlaşılmış ve sadece iyilik ve şifa yönünde çalışmış olan masum insanlardı…
Edinburgh, 02.10.2019
Körfez Tv'de yayınlanan "Ruhun Çay Saati" isimli yazı dizisinden

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder