CADILAR KUYUSU
Hem geçmişte hem de
bugün diğerlerinden farklı yetenekler gösteren, sıra dışı özellikler sergileyen
insanlar olmuştur ve gelecekte de olmaya devam edecektir. Bu kişiler bilim
insanı veya sanatçı, yazar, müzisyen, ressam veya hatta bir politikacı
olabilir. Özgün düşünce ve yaratıcılık tarzlarıyla toplumu şekillendiren, yeni
akımlara neden olan itici birer güç halini alan kişilerdir bunlar. Bunun
yanında sıra dışı bazı özellik ve güçleriyle öne çıkan mistikler, şifacılar,
kahinler ve ruhsal önderler de olmuştur. Bunlar ortalama bir insanın sahip
olamadığı bazı yeteneklerle doğan veya geliştiren insanlardır. Beş duyuya
sığmayan algı ve yetenekleriyle örneğin, “gaipten” haber verirler, geleceğe
dair vizyonlar alırlar, ruhlarla, ölülerle ve hayvanlarla konuşurlar, tıbbi
otoritelerin açıklayamadığı bir şekilde insanları iyileştirirler ve daha birçok
psişik özellik gösterirler. Bu kişiler geçmişte kabilenin şamanı veya büyücüsü,
kâhini, bilgesi veya şifacısıydı ve toplumda çok saygın yerleri vardı.
Sözlerine itimat edilir, bilgeliğine güvenilirdi. Bugün hala bu isimler
kullanılmakla beraber gerçek yeteneğe sahip olanlar daha arka planda kalıyor ve
bu özel unvanlar maalesef daha çok birer pazarlama aracı veya etiket olarak
kullanılıyor. Bu ikisini birbiriyle karıştırmamak ve gerçek yeteneklerin
hakkını vermek gerekir diye düşünüyorum.
İnsan her zaman gizemli
şeylerin peşinde koşmayı sever, bu onun doğasında vardır. Meraklıdır,
bilmediğine karşı ilgi duyar ve öğrenmek ister. Fakat söz konusu alan
fizikötesi alem olunca, birçok kişi az çok korkuya kapılır, bu da normaldir.
İnsan bilmediğinden korkar ve bazen kendine açıklayamadığı bir şekilde psişik
türden bilgiler edinen sıradan bir falcı bile onun ödünü koparmayı başarabilir.
Eskiler bu tür insanlardan çekinseler dahi insanın ruhsal yeteneklerini daha
doğal kabul ederlerdi. Bugünün rasyonel ve seküler insanı ise maneviyattan epey
uzaklaşmış, gözünün görmediği ve kulağının işitmediği olguları inkâr etmeyi
seçmiş ama yine de onları ortadan kaldıramamıştır…
Hangi kıtaya, hangi
topluma giderseniz gidin modern tıp gelişene kadar insanları sadece hazırladıkları
bazı karışımlar ve iksirler ile veya sadece elleriyle ve dualarıyla iyileştiren
özel insanlar olduğunu göreceksiniz. Bunlar genelde sahip oldukları yetenek ve
bilgilerini ailelerinden miras almış kadınlardır. Asırlar boyunca kendini
insanları iyileştirmeye adamış bu eli öpülesi kadınlar maalesef ki dini baskılardan
en çok zarar görmüş kişilerden oldular. Dini otoriteler bu özel güçleri kendi
tekellerine almayı istediler. Hristiyan Kilise tüm mucizeleri sadece kendine
mal etmeye çalıştı, tüm dini ayinler için sadece kendi dini görevlilerini
yetkin kıldı ve halk şifacılığı da bundan nasibini aldı. Ortaçağın sonlarına
gelindiğinde doğuştan yetenekli kadınlar, şifacı ve otacılar kötü güçlerle
çalışan cadılar olarak ilan edildiler ve takibe alındılar. Engizisyon (Katolik
Kilise’ye bağlı ceza mahkemesi) da bu işe el atınca Hristiyan Avrupa’sında bir
dönem tam bir kıyım gerçekleştiğini görüyoruz.
Bu kıyımın en büyük
ölçekte yaşandığı yerlerden biri İskoçya topraklarıdır. İskoçya Kralı VI. James, bu yeteneklere sahip olanların şeytana taptığına
ve şeytan tarafından lekelendiğine inanıyordu. Sonuç olarak 17. Ve 18.
Asırlarda 4.000’den fazla kişi hiçbir kanıta gerek duyulmadan tutuklandı, idam
edildi ve bunların çoğu da kadındı. Uygun bir cenaze töreni yapılmadı ve
öldürülenlerin kalıntıları genellikle oldukları yerde bırakıldı. Son asma
1728’de gerçekleştirildi. Katliamın ilk başlarında halka ibret olsun diye
toplanan “cadılar” ortalık bir yerde yakılıyordu. 17. Asrın sonuna gelindiğinde
yakmak yerine rutin olarak onları asmaya başladılar.
O devrin akıldışı
şeytan korkusu yüzünden herkes kara büyü yapmakla suçlanabilirdi. Öldürülenler
ekseriyetle otacılar ve akıl sağlığı bozuk insanlardı. Bazen de şüpheliler
masumiyetlerini ispat etmek için elleri kolları bağlanarak göle atılırdı. Eğer
boğulmazlarsa onları şeytanın koruduğu iddia edildi, itirafa zorlamak için
işkencelerden geçirildi ve sonuç itibariyle yine ölüme gönderildi.
İskoçya’nın merkez
şehri Edinburgh’a yolunuz düşerse Witches’ Well’i (Cadılar Kuyusu) mutlaka
ziyaret etmelisiniz. Bu dökme demir çeşme, 1894 yılında hayırsever Sir Patrick Geddes
tarafından 1500 ile 1600 yıllarında yakılan 300 civarında kadının anısına
yapılmıştır. Anıtın üstündeki plakta ilgi çekici bir bronz rölyef seçilir. Yüksükotu
bitkisinin (Foxglove) içinden çıkan bir yılan, tıp tanrısı Aesculapius’un ve şifa
tanrıçası olan kızı Hygeia’nın başı etrafında dolanır. Yılan, düalizmin en
bilindik sembollerden biridir ve iyilik ile kötülük arasındaki dengeye atıf
yapar. Şifalı bitki de zaten doza bağlı olarak şifa verebilir ya da zehirli
olabilir. Buna göre aynı şekilde insan ruhsal güçlerini şifa ve bilgelik için
veya zehir ve kötülük için kullanabilmektedir. Anıt eserin sağ ve sol yanına
gözümüzü çevirirsek bu anlatımı tamamlayan iki öğe olduğunu göreceğiz. Sağ
yanda şifa veren elleri temsil eden bir kâseyi tutan çift bir el tasviri, sol
tarafta ise kötülük eden çatık nazar gözlerinin betimlemesi göze çarpar.
Neticede dünyadaki
her şeyin olduğu gibi ruhsal güçlerin de pozitif ve negatif yönleri vardır ama
iyilik mi kötülük mü edeceğimiz bize kalmıştır. İskoçya’da öldürülenler ise ye
yazık ki yanlış anlaşılmış ve sadece iyilik ve şifa yönünde çalışmış olan masum
insanlardı…
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder