24 Ekim 2019 Perşembe

Çekim Yasası


Günümüzde, insanların talepleri hiç olmadığı kadar artmıştır. Geçtiğimiz asırda televizyonun her eve girmesiyle ve seyahat hızının artmasıyla, en ücra köşede yaşayan köylü bile refah seviyesi ileride olan toplumlardaki yaşam standartlarından haberdar oldu ve haliyle gördüklerine özendi, öykündü. Herkesin her şeyden haberdar olması, insanlar arası rekabeti artırdı, hırsı çoğalttı ve tabii rekabetin hem olumlu hem olumsuz yönleri ortaya döküldü. Böylece gelir dağılımında, eğitim ve kariyerde fırsat eşitliği sağlayan toplumlar, geri kalanlarından hızla ayrıştı ve maalesef aralarındaki makas gün geçtikçe daha da açılıyor. Şu anda dünyada 200’den fazla ülke varsa da, dünyanın bir yeri başka bir gerçekliği, bir diğeri bambaşka bir gerçekliği yaşıyor diyebiliriz. Kimileri yeryüzünde cenneti, kimileri de cehennemi deneyimliyor. Bizim ülkemiz ise arafta bir yerde duruyor…
Batı medeniyetlerini kendi pusulamız sayan bizler, batının refah kriterlerini ithal ettiğimiz kadar bilim ve eğitim tarzlarını da ithal etmiş olsaydık keşke. Fakat batıdan ithal etmesek daha iyi olurdu diyebileceğim şeyler olduğu muhakkak, ki bunların arasında bazı ruhsal öğretileri sayabiliriz. İnsanları pasifize eden, haline şükretmeleri gerekirken daha da fazlasını istemeye özendiren, ruhsal manada bile “tüketim her şeydir” sloganını yayan birtakım yaklaşımlar, gittikçe bizim toplumumuza da yayılır oldu ve geleneksel - kültürel mayamızı ciddi surette bozmaya başladı.
Minimum çabayla maksimum getiri elde etmeyi öğreten çekim yasaları, olumlamalar, pozitif düşünce telkinleri, insanların zihinlerinde basmakalıp cümlelere dönüştü. Bu kolaycı mesajların verildiği kitaplar en çok satanlar arasına girdi…
Atalarımızın kışı geçirmek için, yani sırf karnını doyurmak ve kışlık yakacağını temin edebilmek için aylarca ter döktüklerini ne çabuk unuttuk? Verilen bunca emeğe rağmen şükür diyebilen ve kazandıklarını paylaşmada gocunmayan ne güzel insanlardı onlar…
Şimdilerde değer sistemimizde ciddi bir çöküşe uğradığımız için olsa gerek, klimalı ve otoparklı, korumalı evlerde oturuyor, organik besinlerle besleniyor, eşimizin kazancıyla süslenip püsleniyoruz ve bunlar bizim doğuştan hakkımızmış gibi davranırken geldiğimiz yeri çok çabuk unutuyoruz. Bu refah da bize yetmediği içindir ki, üstüne birkaç çok satan kişisel gelişim kitabından veya birkaç saatlik seminerden öğrendiğimiz yeni çağcı öğretilere sarıyoruz. Her sabah namaz kılar gibi kalkıyoruz, belki yoga yapıyoruz, çoluğu-çocuğu okula yollayıp mis gibi kahvemizi içtikten sonra kendimizi daha da süper hissetmek için “nefes yapıyoruz”, pozitif düşünüyoruz, hatta birkaç “bilinçaltı telkin” yapıyoruz ve üstüne evrenden bir şeyler istemeye başlıyoruz.
Evrenden para istiyoruz, daha da para istiyoruz, sağlık istiyoruz, çocuğumuz için iyi bir okul istiyoruz, ev - araba istiyoruz, eş - sevgili istiyoruz vs… İstekler bir türlü bitmiyor; istiyoruz, istiyoruz, durmadan istiyoruz ve evrenin geri kalanı da bizim gibi isterse, neler olabileceğini hiç düşünmüyoruz, katiyen umursamıyoruz. Bizler yuvadaki yavru kuş misali her ağzımızı açtığımızda evren bize besin versin istiyoruz. Karşılığında bir şey vermeyi aklımıza dahi getirmiyoruz. Baba Vanga, “Çok fazla şey istemeyin, sonra bedelini ödeyemezsiniz” demişti. Biz insanlar, çekim yasasını acaba doğru mu anladık?
İnsan, bazılarının sandığının aksine sürekli almak için doğmamıştır, sürekli mutlu olmak için de doğmamıştır. İnsanın musmutlu ve sorunsuz yaşayacağı yer bu dünya değildir. Öyle bir yer varsa, o da kutsal kitaplarda adı geçen cennettir belki. Bu dünya alemi, insanın iyiyi ve kötüyü, acıyı ve tatlıyı, sevgiyi ve nefreti, varlığı ve yokluğu beraber deneyimleyeceği düalist bir düzendir. Üstelik insan bir mıknatıstır ve nasıl bir enerjiye sahipse, “evrene” veya inandığı yaratıcıya rücu ettiğinde onu çekmektedir. Belki siz para istiyorsunuz ama sizde gereğinden fazlası var ve “evren” sizi boş döndürmeyip dengeleyecek ve para vermek yerine sizden para çıkaracaktır. Belki sandığınızın aksine işiniz, sağlığınız, özel yaşamınız yeteri kadar iyidir ve fazlasını talep ederseniz, nankörlük etmiş olursunuz. Evrenin işi gücü yok, sürekli sizin isteklerinizle mi meşgul olacaktı?
Eğer yapımızın %60’ı negatif duygu ve düşüncelerden oluşuyorsa, ruhsal boyuta ulaşmayı başardığımız takdirde kurulacak koridordan o enerjinin karşılığı gelecek ve hayatımızda buna göre %60 negatif tezahürler oluşacaktır. Dolayısıyla yaratıcıya dua ettiğimizde illa ki iyi şeylerin bizi bulması söz konusu değildir. Biz nasıl biriysek, hangi enerjinin rengini taşıyorsak, yaşamımıza o yandan çekeceğimiz tezahürler de onun rengine boyanacaktır. Dolayısıyla her şeyden önce kendimizi doğru değerlendirmemiz, zaaf ve erdemlerimizi tespit etmemiz ve kapsamlı bir temizliğe girişmemiz gerekmektedir. Ki o zaman zaten “evrenden” bir şey istemenin ne kadar lüzumsuz ve saçma olduğunu kendi kendimize anlamış olacağız…
24.10.2019



Hiç yorum yok:

Yorum Gönder