1 Aralık 2021 Çarşamba

PARANORMAL HYDESVİLLE VAKASI - Sir Arhur Conan Doyle



Hydesville hiç şüphesiz pek eğitimli sayılamayacak, tipik bir New York Eyaleti mezrasıdır. Gelişmekte olan Rochester kasabasından yaklaşık otuz kilometre uzaklıkta bulunan bu köy, çok mütevazı tipte bir dizi ahşap evden oluşuyordu. Sözünü edeceğimiz olay da bunlardan birinde, Fox adında iyi bir çiftçi ailesinin yaşadığı bir evde geçmekteydi. Metodist mezhebine mensup olan baba ve annenin yanı sıra, tezahürlerin herkesin dikkatini çekecek kadar yoğun bir noktaya ulaştığı sırada evde ikamet etmekte olan iki de çocuk vardı; on dört yaşındaki Margaret ve on bir yaşındaki Kate. Ailenin birkaç çocuğu daha vardı ama bunlardan sadece birinden daha bahsetmemiz gerekecek; Rochester'da müzik öğreten Leah’dan.

Küçük ev o zamana kadar zaten biraz esrarengiz bir üne kavuşmuştu. Tezahürlerle ilgili kanıtlar olaydan çok kısa bir süre sonra toplandı ve yayınlandı ve bunlar bu türden kanıtların olabileceği kadar güvenilir görünüyordu. Şimdi gelin 11 Aralık 1847'de eve taşınan Fox ailesinin öyküsünü izlemeye başlayalım. Aradan bir yıl geçer ve önceki kiracıların da duyduğu bazı sesler evde yeniden işitilmeye başlandı. Bunlar bir takım çarpma, vurma sesleridir. Evinize gelen bir misafirin kapınızı tıklatması gayet normal bir şeydir, ama eğer sesi ortada kimse yokken duyarsanız farklı düşünürsünüz. 

Bu sesler 1848 Martının ortasına kadar Fox ailesini pek de rahatsız etmiş gibi görünmüyor. Fakat o tarihten itibaren yoğunlukları sürekli arttı. Bazen sadece kapıyı çalıyorlardı, diğer zamanlarda ise sanki evdeki mobilyalar hareket ediyormuş gibi sesler çıkmaktaydı. Çocuklar o kadar korkmuşlardı ki ayrı yatmayı reddettiler ve ebeveynlerinin yatak odasına geçtiler. Sesler o kadar titreşimliydi ki yataklar bile titreyip sallanmaya başlamıştı. Olası her açıklama için her yer arandı, baba kapının bir tarafında, karısı diğer tarafında bekledi ama sesler devam ediyordu. Kısa bir süre sonra, gün ışığının tezahürlere engel teşkil ettiği fark edildi ve bu durum doğal olarak hile fikrini güçlendirdi, ancak olası her çözüm test edildi ve başarısız oldu. Sonunda 31 Mart gecesi çok yüksek ve sürekli, açıklanamayan sesler geldi. İşte ruhsal araştırmalarda en büyük buluşlardan biri de bu noktada yapıldı; zira küçük Kate Fox bu görünmeyen güce meydan okudu ve parmaklarını şaklatarak sesten bunu tekrar etmesini istedi. Bu sıradan, kaba kaba evin samimi, endişe ve beklenti içindeki aile bireylerinin gece kıyafetleri içindeki duruşlarını ve mum ışığı altındaki yüzlerini ve köşelerde pusuya yatmış koyu gölgeleri gösteren resim, pekala büyük bir tarihi resmin de konusu olabilir. 1848'in tüm saraylarını ve malikanelerini araştırın; tarihteki yerini bu kulübenin küçük yatak odası kadar sağlamlaştırmış olan başka bir yer daha bulabilir misiniz acaba?

Çocuğun meydan okuması, küstah sözlerle de olsa anında cevaplandı. Her parmak şaklatmasına mukabil bir vuruş sesi yankılandı. Operatör ne kadar mütevazı olursa olsun, ruhsal telgraf neticede işe yarıyordu ve bu yöntemin gelecekte ne kadar yüksek kullanımlara sahip olabileceğini belirlemek de insan ırkının sabrına ve ahlaki ciddiyetine bırakılacaktı. Açıklanamayan kuvvetler dünyada çoktu, ancak burada, arkasında bağımsız biz zekanın olduğunu iddia eden bir kuvvet söz konusuydu. İşte bu, yeni bir başlangıcın en büyük işaretiydi.

Bayan Fox olanlara hayret etmişti ve söz konusu gücün hem gördüğünü hem de işitebildiğini anlamıştı; nitekim Kate parmaklarını ses çıkarmadan şaklatır gibi yaptığında da darbeler  yanıt verdiler. Bunun üzerine anneleri bir dizi soru sordu ve cevaplar rakamlarla verildi; bu cevaplar söz konusu gücün, ailenin özel meseleleri hakkında bile bilgi sahibi olduğunu, hatta onlardan bile fazlasını bildiğini gösteriyordu. Zira sesler ailenin yedi çocuğu olduğu konusunda ısrar ettiğinde Bayan Fox bunu şiddetle reddetmiş ve sadece altı çocukları olduğunu söylemiş ama sonra birden aklına erken yaşta kaybettikleri çocukları gelmişti. Sonra komşuları Bayan Redfield çağrıldı ve o da özel bazı sorularına doğru cevaplar alınca merak duygusu yerini şaşkınlığa bıraktı.

Bu mucizevi olaylara dair söylentiler yayılınca komşular eve akın ettiler. Bunun üzerine iki çocuk komşulardan birine götürüldü, Bayan Fox ise geceyi Bayan Redfield'in evinde geçirmeye gitti. Onların yokluğunda da fenomenler önceki gibi tam olarak aynı şekilde devam etti. Bu da gerçeklerden habersiz insanlar tarafından sıklıkla öne sürülen, seslerin aslında ayak parmaklarını ve diz eklemlerini oynatarak çıkarıldığına dair tüm o teorileri bütünüyle geçersiz kılıyordu. Bir tür gayri resmi soruşturma komitesi kuran kalabalık, kurnaz Yankilere özgü tarzda 31 Mart gecesinin büyük bir bölümünü bu görünmeyen zekayla soru cevap oynayarak geçirdi. Kasabalılara göre bu bir ruhtu, o evde yaralanmıştı, evde kendisini yaralayan eski bir sakinin adını vermekteydi, ölüm anında otuz bir yaşındaydı (yani beş yıl önceydi), para için öldürülmüş ve mahzene, üç metre derinliğe gömülmüştü. Kalabalık mahzene indi ve müfettiş tam ortada dururken, görünüşe göre yerin altından gelen donuk, ağır darbeler işitildi. Zeminin diğer kısımlarında hiç ses duyulmuyordu. O halde cesedin yeri orasıydı! Bunun üzerinde komşulardan Duesler adında birinin aklına alfabeyi kullanarak sesten tek tek harfler yoluyla cevaplar almak geldi. Böylece ölü adamın adı elde edildi –Charles B. Rosma. Fakat bununla bağlantılı başka mesajlar alma fikri, dört ay sonra Rochester'lı bir Quaker olan Isaac Post'un olaya dahil olmasına kadar akıl edilemedi. İşte çok kısa bir özet olarak 31 Mart’ta yaşananlar bunlardı. Bir sonraki gece, evin etrafında birkaç yüz kişiden az olmayan bir kalabalığın toplandığı zamana kadar tezahürler devam etti ve doğrulandı. 2 Nisan günü ise vuruş seslerinin gece olduğu kadar gündüz de işitildiği görüldü.

31 Mart 1848 gecesi olaylarının bir özeti böyledir, ancak bu küçük kökten çok büyük bir ağaç çıktığını söylemek gerekir. Nitekim bu kitap da aynı zamanda söz konusu olayların anısına yazılmıştır. Hikayenin iki yetişkin tanığın sözleriyle aktarılmış olması mühimdir. 

Kaynak: Spiritüalizmin Tarihi

Sir Atrhur Conan Doyle

Mavi Kalem Yayınevi

www.mavikalemyayinevi.com


24 Kasım 2021 Çarşamba

Guillaume Postel (William Postel)



Şimdi de yalnızca yaşlı ama aydınlanmış bir kadına olan aşırı mistik aşkıyla tanınan o bilgili ve yüce Postel'in yumuşak ve hoş karakterine geliyoruz.

William Postel (1510-1581) Normandiya'nın Barenton ilçesinden fakir bir köylünün oğluydu, sebat ve büyük bir fedakarlık gücü ile kendi kendisini eğitmeyi başardı ve zamanının en bilgili adamı oldu. Ama yoksulluk her zaman peşinden koştu ve onu zaman zaman kitaplarını satmaya zorladı. Teslimiyet ve iyi kalplilikle dolu, emekçi bir adam gibi bir lokma ekmek kazanmak için çalıştı ve kalan zamanında da özel çalışmalarına koştu. Dönemin bilinen tüm dillerini ve bilimlerini edindi, kıyamet incilleri ve Sepher Yetzirah dahil bazı nadir ve paha biçilmez el yazmaları buldu. Kendisini metafizik Kabala'nın gizemlerine adamıştı ve bu mutlak gerçeğe duyduğu hayranlığıyla, tüm felsefelerin ve dogmaların o yüce kaynağını dünyaya ifşa etmeyi arzuluyordu. Bu nedenle gizemlerin dilini açıkça konuştu ve Dünyanın Yaratılışından Beri Gizli Tutulan Şeylerin Anahtarı adlı bir kitap yazdı. Bu çalışmayı Trent Konseyi'nde toplanan rahiplere adadı ve onları uzlaşma ve evrensel sentez yoluna girmeye davet etti. Ama kimse onu anlamadı, bazıları sapkınlıkla suçladı ve en ılımlı olanları bile aptal olduğunu söylemekten utanmadılar.

Postel'e göre Üçleme [Teslis], insanı kendi suretinde ve benzerliğinde yaratmıştı. İnsan vücudu ikilidir ve onun üçlü birliği, iki yarının birleşmesinden geçer. İnsan ruhu da ikilidir; o animus ve anima, veya akıl ve duygudur; aynı zamanda iki cinsiyeti vardır; erkek kafada yerleşiktir ve kadın kalpte. Bunun bir olmasıyla erişilecek olan kurtuluş da, insanlık içinde ikili olmalıdır. Zihin, saflığıyla kalbin hatalarını iyileştirir ve sonra kalbin cömertliği, beynin egoist kısırlığını kurtarmalıdır. Postel açısından Hristiyanlık şimdiye kadar sadece muhakeme eden zihin yoluyla anlaşılmış ve kalbe girememiştir. Kelam erkek haline getirildi, ama Kelam kadın haline getirildiğinde dünya kurtulacaktır. Dinin annelik dehası, sevgi ruhunun yüce ihtişamları öğretecek ve sonra akıl, inançla uyumlu hale getirilecektir, çünkü o, bağlılığın kutsal aşırılıklarını kavrayacak, yorumlayacak ve sınırlayacaktır.

Dinin Hristiyanların çoğunluğu tarafından nasıl anlaşıldığını gözlemleyin; sadece cahil ve zulmedici bir tarafgirliktir bu, batıl inançlı ve aptal bir inat ve her şeyden önce de korkudur, temel korku. Peki nedendir bu? Çünkü bunu söyleyenler kadın kalbine sahip değildirler, çünkü onlar tüm dini açıklayan o anne sevgisinin ilahi coşkusuna yabancıdırlar. Beyni işgal eden ve ruhu bağlayan güç, iyi ve anlayışlı olan ve uzun süredir acı çeken Tanrı'nın gücü değildir. O kötü, ahmak ve korkak olan şeytandır. Bu şekilde İlahi olana yönelik bir sevgiden çok şeytandan duyulan korkudur geçerli olan. Donmuş ve buruşmuş beyin, bir mezar taşı gibi ölü olan kalbe ağırlık vermektedir. Kalp lütufla diriltildiğinde anlayış için ne büyük bir uyanış, akıl için ne büyük bir yeniden doğuş, hakikat için ne büyük bir zafer olacaktır. Neden bunu anlayan ilk ve neredeyse tek kişi benim, ve dirilişe erişmiş olan kişi, hiçbir şey duyamayan ölüler arasında tek başına ne yapabilir? Öyleyse çabuk gel ey analık-ruhu, ki bana Venedik'te Tanrı'dan esinli bir bakirenin ruhunda görünmüştün. Aşağıya in ve yeni dünyanın kadınlarına kurtuluş misyonlarını ve kutsal ve ruhani bir yaşamda gerçekleştirecekleri havarilik vazifelerini öğret.


Kaynak: Majinin Tarihi - Eliphas Levi

29 Ekim 2021 Cuma

H. P. BLAVATSKY’NİN OLAĞANÜSTÜ YAŞAMI

 


H. P. BLAVATSKY’NİN OLAĞANÜSTÜ YAŞAMI

Karikatürü yapılmayan önemli bir şahsiyet hiç olmamıştır. Tinsel yeteneğe, daima bazı fiziksel orantısızlıklar, gülünç birtakım durumlar, bazı çirkin özellikler eşlik eder. Mesela, Lao Tse’nin kulakları aşırı uzundu, Sokrates’in başı fazla büyüktü, Swedenborg’un boyu dev gibiydi. Dahası bir dahi, hayata daima uyumsuz olan, tuhaf ve utandırıcı biridir. Eşyalara çarpar, tuhaf bir şekilde suskunluk anları olur ya da boru sesi gibi yankılanan bir sesle konuşur.

Bu yüzden, H. P. Blavatsky iyi niteliklerden çok kusurlara sahipmiş gibi görünmektedir. Vaktinden önce kocaman bir cüsseye erişmişti ve kusurlu ve eziyet çektiren bedenini, dünyanın dört bir köşesinde yorulmadan taşımıştı. Hırsla doluydu, daima öfkeliydi; sinirden küplere binerdi, devamlı beddua edip insanlara emirler yağdırırdı ve çok küfrederdi. Bütün gün toplum içinde, hatta Hindistan’ın kutsal tapınaklarında bile sigara içerdi. Kardeş gibi olan dostu Olcott’a deli muamelesi yapardı. En ufak bir rahatsızlıkta, “Hasta yatağımdan yazıyorum,” diye başlayan mektuplar yazar, ama aynı gün de iyileşirdi. Uyurgezerdi. Bohem zevkleri vardı. İster New York’ta isterse Hindistan’dayken, bir fincan çay bile ikram edemeyeceği günlerde insanları yemeğe davet edebilirdi. Herkese, hatta hizmetçilerine bile, Teozofi Derneğinin taşıyıcı ruhu olarak kendisinin yerini alacaklarına söz verirdi. Yabancılara sırlarını verirdi. Erkeklerin en derinlerdeki tabiatını, “okült sezgiler” aracılığıyla bildiğini söylerdi ve arkadaşlığını kendisine ihanet etme niyetinde olan insanlardan başkasına vermezdi. Kendisine miras kalan bir miktar parayla Amerika’da arazi satın almıştı; ama satın alımı kanıtlayan tapuları kaybetmiş ve hatta arazinin hangi bölgede olduğunu bile unutmuştu. Londra’da The Theosophist (Teozofist)’in editörlüğünü yaparken, The Theosophist ile rekabet eden bir gazete kurup bunun editörlüğünü de kendisi üstlenmişti. Dini ikiyüzlülüğe duyduğu nefretten ötürü, ruhban sınıf karşıtı biri haline gelmişti. Gerçeği gizlemeyi beceremediği için, gittiği her yerde düşmanlar edinirdi. Her otoriteye, her önyargıya, her dünyevi kurala başkaldırırdı. Üstatlar dışında, hiçbir şeye ve hiç kimseye saygı duymazdı ve onlar hakkında şakalar yapar ve Morya’ya samimiyetten “general” diye seslenirdi. Öte yandan cömertti, sahip olduğu her şeyini verirdi. Hayattaki tek amacı misyonuydu ve bunu yerine getirmek için kendisini tamamen gizleyebilirdi. Şahsını yalnızca daha yüksek varlıkların ifade aracı olarak, sesini ise onların mesajlarını iletme aracı olarak görüyordu. Tüm yaşamını işte buna adamıştı.

Maurice Magre - "Majinin Dönüşü" isimli kitabından

https://www.mavikalemyayinevi.com/majinin-donusu

1 Mayıs 2021 Cumartesi

 “Dünyanın en günahkar ve kötü adamı” ünvanına layık görülen Alesteir Crowley’in hikayesi

 


Crowley, 1874’te zengin ve dindar bir ailede dünyaya gelir. Henüz 11 yaşındayken babasının vefat etmesiyle bunun hemen ardından Hristiyanlıktan uzaklaşır ve daha bu genç yaşındayken gittikçe maji ve büyüye merak salar.

İleride katılacağı Hermetik cemiyetten kalma kendi el yazılarında, gelişimin başında inzivanın ve arınmanın gerekliliği üzerinde yazdığı anlaşılır. Muhtemelen Abramelin’in Gizli Maji Kitabından edindiği bu “arınma” fikri üzerine kendine inziva için uygun bir yer aramaya başlar ve sonunda İskoçya’daki Loch Ness gölünün kıyısını seçer. Loch Ness gölünün, ileriki yıllarda tıpkı kendine “büyük canavar” diyen Alesteir Crowley gibi tarih öncesinden kalma bir canavarla meşhur olacak olması ilginç bir tesadüftür.

Crowley, bu inziva sırasında ve sonralarında, ruhsal bir değişim geçirdiğini düşünür zira kendi eski yaşamlarını hatırladığını iddia eder.  Bu yaşamlardan birinde hem bilim insanı hem de İngiltere Kraliçesi Elizabeth’in danışmanı olan John Dee’nin medyumu Kelley’dir mesela. Okült camia, John Dee ve Kelley’yi, en çok indirdikleri melek dili - Enochyan alfabesi ile tanımaktadır. Crowley’in, reenkarnasyonu olduğunu iddia ettiği ikinci kişi de öylesine sıradan biri olamazdı tabii. O, doğduğu gün ölen Eliphas Levi’nin de ta kendisidir! Üçüncü bir hayatında ise antik bir Mısır rahibidir...

Crowley yine bu sıralarda demonlarla çalışmaya başlar ve kendi iddialarına bakılırsa demonlar geldiklerinde günün ortasında odası o kadar karanlık olur ki 24 saat ışıkla çalışmak zorunda kalır.

Crowley, Altın Şafak Cemiyetinin dış halkasına inisiye edilir ve Londra’daki ikinci nişana inisiye olmanın yollarını arar ancak reddedilir. Son bir hamle olarak Paris’teki MacGregor Mathers’e başvurur ve onu inisiye etmesini rica eder.  Cemiyetin Londra üyeleri hem Crowley’i hem de Mathers’i cemiyetten atarlar ve böylece lidersiz kalırlar, bu da onların sonunu getirir.

Altın Şafak Cemiyetinin dağılmasının sebeplerinden birinin Mathers ile Crowley arasındaki düşmanlık olduğu da söylenmektedir. Crowley, Mathers’e 49 demonunu yolladığını iddia etmişti. Demonları yolladı mı yoksa demonlardan kendisi mi zehirlendi bilinmez ama Cemiyetten öfke içinde ayrıldığında Crowley karısı ile birlikte Kahire’nin yolunu tutar. Burada kendisine “şu anda dünyayı yöneten güçlerin elçisi” dediği bir varlık görünür. Aivas adındaki bu varlık ona bir büyüsel felsefe öğretir, temel düsturu ise, “istediğini yapmakta serbestsin”dir. “Uyman gereken tek yasa, canın ne istiyorsa onu yapmaktır”. Bu öğretiyi üç gün içinde büyük sayılmayan 3 bölümlü “Yasalar Kitabı” adını verdiği bir kitaba geçirir. Bu olduğunda yıl 1904’tür, daha ileride  bu kitabı birkaç ekleme ile zenginleştirir, son eklemesi 1925 yılını gösterir.

Crowley’e göre her insanın kendi bir misyonu, hedefi ve gerçekleştirmek üzere geldiği bir istenci veya niyeti vardır ve onu öncelikle öğrenmeye ve sonra da yapmakta kesinlikle serbesttir. Ve bunu yaparken Tanrı’nın veya onun yardımcılarının yardımını aramasına gerek yoktur. Kendi gerçek istencini öğrenebilmesi için bilinçdışı tesirlerden kurtulmalı ve onları bilincin kontrolü altına almalıdır. Ve özellikle toplumun normları, örf ve adetleri ile dini gelenekler yüzünden bastırılan cinsel enerjinin serbest bırakılması üzerine durmalıdır.

Bu, onun seks, uyuşturucu vs alemlerinin haklı bir gerekçesi olur ve tam olarak aslında büyü olan kara maji yoluna sapar. Tanrı ile insanın rollerini birbirine katmasıyla, insanın tanrı olduğunu savunmasıyla satanizm yolunun da önderlerinden biri olarak görülmüştür.

Avrupa ve daha sonra da Amerika’daki seyahatlerinde içinde sadist seks unsurlarının olduğu değişik büyüsel ritüeller üzerinde çalışır. Etkileyici, karizmatik bir kişi olarak anılan Crowley, bir söylentiye göre daha iyi ısırsın diye dişlerini bile törpülemiştir.

Bu şartlarda kendine herhangi bir okült cemiyet içinde yer bulamayacağı aşikar olan Crowley, Gümüş Yıldız Cemiyetini kurar ve kendini onun “magus’u”, yani baş majisyeni olarak ilan eder.

Birinci Dünya Savaşı’nda Amerika’dayken kendi yarattığı bir ritüel ile “magus” unvanını kesinleştirir. Ne yazık ki bunun için İsa Mesih adını vererek vaftiz ettiği bir kurbağayı çarmıha germiştir.

Savaştan sonra Sicilya’ya taşınır, orada kendi grubunu kurar ve seks alemleriyle eroine kendini olabildiğince teslim eder, ayrıca “Bir Uyuşturucu Müptelasının Günlüğü” isminde bir kitap yayınlar. Kendi majik yoldan çocuk sahibi olma denemelerini anlattığı “Ay Çocuğu” isimli roman da mantalitesi ve ruh halini anlamak bakımından okunmaya değerdir. Ancak bardağı taşıran son damla, bir takipçisinin kendi önerileri uyarınca ölü bir kedinin kanını içerek zehirlenip ölmesi olur. Polis evine baskın yapar ve neticede Mussolini’nin emriyle İtalya’dan sınır dışı edilir.

Alesteir Crowley, hayatının sonuna doğru modern cadılığın babası sayılan Geralde Gardner ile tanışmıştır. Gardner de tıpkı Crowley gibi kendi bilinçaltının ürünü olan bir takım pagan kokulu ritüeller tasarlamaktan geri durmamıştır.

Crowley, 1947’de vefat eder ve naşı yakılır. Cenaze töreni sırasında kendi yazdığı “Pan’a Övgü” isimli bir seks şiiri okunur, yerel hükumet güçlerinin midesin bulandıran bu hareket yüzünden, ileride başka cenazelerde de böyle hazırlıksız yakalanmamak için düzenlemeler yapma gereği duyulmuştur.

01.05.2021