29 Ocak 2018 Pazartesi

YEDİ UYURLAR, ERGENEKON VE HİPERKÜP

YEDİ UYURLAR, ERGENEKON VE HİPERKÜP


Kuran’dan evvel Hristiyanlıkta bahsi geçen “Yedi Uyurlar” hadisesi, kutsal kitap yorumcularının en çok ilgilendiği konulardan biridir. “Yedi Uyurun” hangi mağarada uyuduğu, ne vakit uyuduğu, neden uyuduğu gibi sorular üzerinde birçok bahis söz konusudur. İsterseniz önce hikâyeyi anımsatalım:
Kuran'da bir surede geçen Yedi Uyurlar efsanesi Ashab-ı Kehf olarak, 'Kehf Suresi'nde yer alıyor. Ancak kutsal kitapta da olayın gerçekliliği konusunda kesin bir şey söylenmezken sadece rivayete dayandırılıyor. Hikayeye göre:
Afşin şehrinde yaşayan Yemliha, Mekselina, Mislina, Mernuş, Debernuş ve Şazenuş adlı 6 kişi Putperestliği bırakarak din değiştirir. Ancak hükümdar bunu kabul etmeyerek herkesi putperest yapmak ister. Altı genç bu zorlamayı reddederek hükümdardan kaçar ve ibadet etmek için bir dağın yolunu tutarlar. Bu sırada Kefeştetayyuş adlı çoban ve köpeği Kıtmir de gençlere katılarak Yedi Uyurlar'ı oluştururlar.
Dağa yaklaşan Yedi Uyurlar bir mağaraya girerler. Mağarada dua eder ve merhamet dilerler. O sırada hükümdarın askerleri bu gençleri mağaraya hapsederek onları ölüme terk eder. 300-309 yıl arası arası derin bir uykuya dalan gruba bu koca yıl sanki bir gece gibi gelir. Şehre inmek için yola çıkan Yemliha, karşısında bambaşka bir şehir görünce bir şeylerin ters gittiğini anlar. Dönemin hükümdarı ile tanışıp olayları anlattıktan sonra uykusunu alamadığını, yeniden uyumak istediğini söyler ve arkadaşlarıyla yeniden uykuya dalar. Bunun bir mucize olduğunu düşünen halk daha sonra mağaranın önüne mescid yaparak Yedi Uyurlar'ı şereflendirmişlerdir.
Ezoterizmle ilgilenen herkes, “Yedi Uyurlar”ın uyuduğu mağara ile Platon’un mağarası arasında bir ilişki kurabilir. İnsan, tek gerçeklik sandığı fiziksel dünyada aslında bir mağarada uyur gibi uyurken, asıl gerçekliğin farkında bile değildir. Mağara duvarlarına yansıyan zayıf ışıkla oluşan gölgelere bakmaya mecbur edilmiştir ve bu gölgeleri gerçek sanmaktadır. Bir mağarada bulunduğunu fark edip dışarıya, gün yüzüne çıkabilirse, karanlığa tamamen alışan ve uyumlanan gözleri, ilk defa karşılaşacak olduğu parlak güneş ışığı karşısında adeta kör olur ve ilk etapta hiçbir şey göremez. Bir hayal kırıklığı içinde mağarasına dönmeyi tercih edebilir, alıştığı gerçekliğin rahat karanlığına sığınmayı yeğleyebilir ve hatta eğer bir şans olarak mağara dışında aydınlanmış biri onu gelip uyandırmaya kalkarsa onu öldürmekten çekinmeyebilir. Tarih içinde öldürülen sayısız aydınlanmışlar vadır…
Yedi Uyur, bizim gerçeklik sandığımız sanrı dünyasında uyuduğumuzu açıkça anlatan bir mitostur. Uyuyan yedi kişi, çoğu yerde yediyle simgelenen yedi beden-bilinç-boyut katmanımızdır. Fiziksel beden dahi mağarada mışıl mışıl uyurken, o sırada dışarıda, hakikatler dünyasında koca bir yaşam sürüp gitmektedir. Mağarada uykudan uyanan kişileri bir köpek beklemektedir. Köpek, insanın egosu olarak uyanma esnasında rehberlik edecektir. Bu arketip hikayeyi, ruhsal bir büyüme, aydınlanma, farkındalık veya erginleme yaşamak üzere olan insanların rüyalarında da gözlemlediğimi söylemeliyim. 300 veya 309 yıl sonra uyanan yedi kişi, şehre iner, zamanın değiştiğini görür ve ellerindeki paralar geçersiz kalır. Şimdi bu hikayenin Ergenekon destanıyla ilgisine bakalım. Önce onu anımsatalım:
17. yüzyılda Şiban'ın torunlarından ve Hiva Hanlığının hanı olan Ebu'l Gazi Bahadır'ın kaleme aldığı Şecere-i Türkî adlı eserde de Moğolların yaratılış destanı olarak anlatılır, bazı kaynaklara göre ise bir Türk destanıdır. Bahsi geçen iki tarihi kaynakta Nekuz (Nüküz) ve Qiyan (Kıyan) adlı kardeşler ile onların eşleri Tatarlar tarafından yenilince önce Ergene Kon adı verilen dar ve sarp bir yere gitmiş, 400 yılda sülalesi çoğalıp oraya sığımaz olunca Ergenekon'dan çıkmıştır. Ergenekon'dan çıktıkları zaman yol göstericilerinin Börteçine olduğu düşünülmektedir. Başka kaynakçalara göre ise Ergenekon bölgesinde yaşayan Göktürk milletine o bölgenin sahibi olan ülke tarafından baskı yapılmış. Ergenekonluların bulundukları bölgeden çıkmak imkansızmış. Çünkü etrafları dağlarla çevriliymiş. Ergenekonlular buradan çıkmak için büyük bir ateş yakıp bu dağları eritmiş ve kurtulmuşlardır. (Wikipedi)

Görüldüğü üzere Ergenekon’da tıpkı Platon’un mağarasında ve Yedi Uyurlar’da olduğu gibi asırlar süren bir bekleme söz konusudur.  Fakat öncekinden farklı olarak, bekleyenlerin açıkça hapsedildiği üzerinde durulmuştur. Sarp kayalıklarla çevrili bu vadideki insanlar keyfinden değil de mecbur edildikleri için yaşamaktadırlar. Onları hapseden demir dağları eritene dek de orada kalacaklardır.
Hiperküp kitabımı okuyanlar, benzer bir boyut hapsinde olduğumu fark ettiğimi ve bunun astral alanda nasıl bir algı yarattığını anlattığımı anımsayacaklardır. Dünyanın fiziksel gerçekliğini aşıp astral alana geçtiğimizde, bu astral katmanı aşmaya izin vermeyen bir yapı olduğunu görüyoruz. Deyiş yerindeyse bizler fiziksel gerçeklikte ve fiziksel dünyamızın astral alanında bir hapishaneye kapatılır gibi hapsedildik ve onun ötesine geçmeye iznimiz yok. Astral deneyimde ustalaşan birçok kişinin bu üzücü gerçeği fark etmiş olduğunu umuyorum. İşte bu gerçek, Ergenekon destanında simgeleştirilerek gizlenmiş ve hatta hem sebebi gösterilmiş hem de çıkış yoluna atıf yapılmıştır. Suçluyu çok uzakta aramayalım, suçlusu biziz ve bizim boyutsal “tanrımız”. 
Biz insanlar olarak çok uzun bir süredir, asırlar, binyıllardır astral ortamı kirletiyoruz. Bu kirliliği negatif düşüncelerimizle, eylemlerimizle, duygularımızla anbean yoğunlaştırıyoruz. Tıpkı şimdilerde zehirli gazları cömertçe havaya saldığımız gibi, zehirli enerjilerimizi etrafa saçıyor ve astral alanda geçilmesi imkânsız sertlikte kalınca bir tabaka yaratıyoruz. Sonra bu tabakaya şeytan, Lucifer, Demiurgus, YHVH diyoruz. Gerçekten de astral alandan çıkıp uzay boşluğunda, diğer alemlerde, olası diğer gerçekliklerde gezinmeyi isteyenleri nahoş bir sürpriz bekliyor. Adeta demir sertliğinde olan bu engeli aşmak için ya çok yüksek bir enerji-farkındalık gerekiyor, ya astral yolu, kapıları, dehlizleri bilmeniz gerekiyor ya da Kuran’da “bu daire çeperlerinden Sultan olmadan geçemezsiniz” denildiği gibi, bir Sultan, yani güç sahibi bir rehber edinmeniz gerekiyor. Bu rehber Yedi Uyurlar’ın köpeği, Ergenekon’un bozkurdu olabilir mi? Bizi mapustan kurtaracak bir rehber, bir kahraman arıyoruz ama peki o kimdir? Kırgızların Manas Destanı’nda onu Manas isminde görüyoruz. Doğunun ezoterik ve teozofik literatürüyle tanışık olanlar Manas ismini anımsayacaklardır. Manas, üst mental bilince verilen isimdir. Başka bir deyişle insanın soyut aklını, asla ölmeyen yanını, ruhsal boyutlara ve alanlara açılan köprüyü simgeler. Daha önce defalarca yazdığım gibi fiziksel bedenimiz toprak elementiyle simgelenir, astral bedenimiz su elementiyle, alt (somut) mental beden-bilincimiz hava elementiyle ve bundan yukarısında bulunan soyut bilinç ve boyutlar, ateş elementiyle temsil edilir. Dolayısıyla Manas, ateş elementine karşılık gelen soyut aklımızdır. Ergenekon’da demirden dağları işte bu yüzden ateşle eritiyoruz. Bize üst âlemlerin kapısını soyut, sezgisel aklın alevi açacak, biriken ve aşılmaz bir duvar haline gelen astral katmanı yakıp, içinden geçebileceğimiz dehlizler inşa edecektir. Hakikat, işte o dehlizlerin ötesindedir. Polenezya varyantı ise şöyledir: Kahraman Nganaoa'nın botu bir tür balina tarafından yutulur. Kahraman canavarın midesine girer, bir ateş yakar, balinayı öldürüp ağzından çıkar. Balina yeraltı-fiziksel dünyadır; okyanus astral dünyadır; ateş ise soyut akıldır. Konuyu simyadaki simgesel karşılıklarını sayarak toparlayalım.
Demir elementinin atom karşılığı 26’dır. Tevrat’ın yaratıcısı olan YHVH isminin ebced karşılığı da 26’dır ve bu yüzden bizatihi demir ile simgelenir. Bu bağlamda insanın fiziksel bilincini ruhsal (ateş) bilincine dönüştüren, yükselten birçok teknik icat edilmiştir; Nikolas ve Helena Roerich’in Agni Yoga Öğretisi (Ateş Yogası Öğretisi) bunlar arasındadır ve ayrıca simyacıların demir elementini kullandıkları manyetik yöntemler de icat edilmiştir. Ama asıl olan, tüm bunların ardındaki felsefeyi anlamak, insanı tanımak, kendini tanımak ve bu yüzleşmeyle birlikte yüksek aklın yol göstericiliğini kullanarak, bu sanrılar dünyasından kendi gücünle çıkmanın yolunu aramaktır.
Gördüğünüz gibi çeşit çeşit spekülatif yorumların yapıldığı mitoslar, dini hikayeler hep aynı alegoriyi içermekte, tek bir gerçeği anlatmaya çalışmaktadır. Ancak geçtiğimiz asrın en önemli ezoterik araştırmacısı Manly Hall’ın da açıkça dediği gibi, maalesef modern çağın insanı, varoluşun metafizik gerçeğini ve gerekçesini tamamen unutmuş ve böyle olunca sadece onun en alt, en dip katmanı olan fiziksel dünya mağarasında yaşamaya hapsolmuştur. İnsan hapis olduğunun ayırdığında değilse, kurtuluş yolunu da aramaz… Ruhsal bilgiden ve gerçeklikten bu denli uzaklaşmış bir toplum ve medeniyet asla var olmamıştır. İstisnaları hariç tutarsak günümüz insanı bu metafizik kopuş yüzünden en kutsal yaratıcıyı dahi olabildiğince somut düzeye indirgemeye çalışmış; kendisi onun katına yükseleceğine, bir tanrı olmaya çalışacağına, tanrıyı aşağı, dünyaya indirmeye kalkışmıştır ki bu asla mümkün değildir.

5 yorum:

  1. İsimlerin kaynagi nedir ?
    Çok güzel çalışma
    Tebrikler

    YanıtlaSil
  2. emeğinize sağlık, uzun zamandır ezoterizm okült ve spritüalizm ile ilgili kaynakları araştırıyor ve inceliyorum. Mavi kalem yayın evinden çıkan kitaplarınız, yazılarınız çok doyurucu ve arananları veriyor.

    Yüksek bir amaca hizmet ettiğiniz belli, yolculuğunuzda başarılar.

    Saygılarımla.

    YanıtlaSil
  3. ezoterizm den fiziğe pek uyumlanmamış.bu konuda sayın hocam taşkın tuna nın hamza yardımcıoğlu ile bir programı var tvnet te bulup izlersiniz.entropi yasasına göre fiziki gidilemez der.orda para kavramı reel ispatıdır.ezoterik dışında bir solucan deliği olayıdır.ama gene ozellikle geri geldiler demesi entropi ye terstir .ayrıca köpek kıtmir değildir arapçada KELB olarak geçer.ayrıca mağara biryerde değil ozellilkle birçok yerdedir cunku tayyi zaman mekan yapanlar ki nasa da açıkladı anlık solucan delikleri açılabiliyor cernde bunu deniyolar.

    YanıtlaSil
  4. ayrıca sultan ünvandır rehber değil bir mertebedir.o ayeti kimse konuşmazken ben anlatıyordum tabi ozamanlar dialoglar vardı monolog var artık .bağlama iddialarınız biraz iddialı.fetih suresinde 3 ayrı insan vardır.buda araklanır bilgi olarak ama yazayım orda fethi nurani denen insanlar vardır sultani güç denen olay bunla alakalıdır.en yüksek mertebeside kutbul aktab denen ünvandır m. kemal içinde bu iddia kendi subayı tarafından yazılmıştır oktan kel eş yazmıştı.iddia edilen gizlenen vasiyeti açıklanırsa ergenekon iddianızdan cok once mu göktanrı tengri inancında tahsin mayatepeğin neler bulduğunu görücez. 300 ve 309 olmasının sebebı zamanın konik olmasıdır.bunlarıda başka yazılarda görürürüz ama genede yazalım birilelride BEN BULDUM diye yazsın.nakur hadisesi denen vakadır.dünyanın iğne deliğinden geçmesi olayı.

    YanıtlaSil
  5. ayrıca demir konusunda babam shell labratuvar şefiydi azcık anlarım simyadan etkisiz kılınması durumu var ama uzun hikaye.tunç yapıyorlar orda başka bir elementtir.bu konuyu paylaşmayalım zamanı gelince .yecüc ve mecüc diye nıtelendırılenlerı bloklamak ıcın.sülfür ve kükürt onların hammaddesidir.bir alanda c. in varsa çürük yumurta kokusu da bunla alakalıdır .ama chemtreil spreylemesi herşeyi bozuyor bu konuya bakmanızı oneririm.epifizler kapalı sebebi aliminyum baryum klor flor.

    YanıtlaSil