31 Ocak 2014 Cuma

17 Aralık Vizyonu (17 Aralıktan Çok Önce Basılan "Astral Kapılar" Kitabından)



"Resimlerine baktığımda, ikinci kısımda görünen yüzün Said Nursi’ye ait olduğunu doğruladığım yüz ve yine onun ekolünü temsil eden asker, ışık saçan mavi gözleriyle manevi boyuttan görevli biri olduğuna işaret ediyor. Bu görev için Türkiye dışında da çalışmalar yapılmış, fakat sonuçları tatmin edici olmamıştır. Başında düşünülen görevden bir hayli uzaklaşan öğreti, uluslar arası çapa ulaşmıştır. İsim vermeye gerek yok, bugünkü “devamlarını” herkes biliyor. Yalnız rüya önemli bir gerçeğe atıf yapıyor: Akvaryumlardan teki hariç hepsi ölü balıklarla dolu. Bu demek oluyor ki, içinde ilk ruhani öğretiden zerre kalmamış olan sözde öğreti, bir teknolojik öğretiye, finansal öğretiye, yani güç ve paraya dönüşmüş. Said Nursi’ye bağlı bir çalışan ile durumu tiksinerek izliyoruz. Ve sonra bir şey fark ediyoruz: Akvaryumun tekindeki balıklar diriltilebilir! Akıttığımız su, yani temiz enerjiyle onları canlandırıyoruz. Bunun ne anlama geldiğini bugünlerde izleme şansı bulacağız…" (Haziran 2013; Astral Kapılar kitabından)

30 Ocak 2014 Perşembe

Okurlardan Mektuplar - 1



İyi geceler Renan hnm, kitabınızı okudum, ilk kahin Vanga'yı şimdi de Astral Kapılar'ı, okumaya başladığınız an bırakamıyorsunuz tek gecede bitti ama muhakkak dönüp tekrar okunacak kitaplardan, inanılmaz bir emek ve cesaret, ruhuyla kitap yazan cesaretle kartal bakışı misali kendini ve evreni gözlemlemeyi ilk sizde rastladım, bir de aynı keyifle Dostoyevski'de :).2 gündür bahsediyorum ablamlarla da konuşuyoruz, gerçekten de öğrenmesi gereken ulaşıyor sanki bilgiye yeter ki setler konulmasın. Merak ettiğim bir şey var, sizce bu potansiyel astrolojik olarak fark edilebilir mi? Algılarınızın yüksekliği akrep burcu olmanızdan veya doğum haritanızdan da anlaşılabilir mi? Fikrinizi merak ettim doğum haritası konusunda, ben de akrep balık yengeç üçgenindenim de.(çok uzun yazdım mazur görün lütfen) artık rüyalarımı yazıyorum ve açılımlar olacağını okuduğum gece hissettim ,inanılmaz bir huzurla uyandım. Emekleriniz için binlerce teşekkür ederim ayrıca. S.Irmak

İsimsiz'den Savaşçı'ya



Savaşçı, teslim olmuş biridir, Yasa'nın sınırlarını geçmez. Onun hayat misyonu, "Bilinmez"i araştırmak ve haritasını oluşturmaktır. Bu haritayı ortaya çıkartma esnasında bilinmezin gizemli topraklarını arşınlar. Ve savaşçı bunu her yaptığında, kendi içindeki enerji alanları Bilinmez ile senkronize olarak değişim geçirir. Bu değişim yaşamındaki her şeyi yeni baştan düzenleyip değiştirir. Er geç, tüm gereksiz şeyler terk edilir. Son aşamada kişi tırtılın kelebeğe dönüşmesi gibi artık bambaşka biri haline gelir. Sen de şunu bil ki bu yola girdiğinde, artık dönüşün yoktur.

Gördüğüm Son Politik Vizyon: İran-Turki Devleti 29.01.2014




Dünya haritasının önünde buluyorum kendimi, haritanın üzerinde görünmez bir klavye var. Oraya adımı yazıyor ve adımın hangi ülkede çıkacağına bakıyorum. Türkiye'den çıkması gerekirken çıkmıyor. Bu yüzden haritadaki diğer ülkelerden bakarak kendim aramaya başlıyorum. Bulgaristan'ı buluyorum sonunda, adım Bulgaristan üzerinde çıkıyor. Hemen altında Türkiye'nin olması gereken yerde ise üzerinde rengi turuncu ile kırmızı arası garip bir renk olan ve ben bakınca renklenip büyüyen uzun bir ülke görüyorum. Bu ülke İran ve Irak'ı da içine almış şekilde görülüyor adında ise  İran Turki Devleti yazıyordu.

 29.01.2014 Renan Seçkin






24 Ocak 2014 Cuma

Yol çok uzundur ve yolun bittiğini sanıp yarı yolda kalanlar çoktur.



Yol çok uzundur ve yolun bittiğini sanıp yarı yolda kalanlar çoktur. Onlar falcı, şifacı, enerjici ve daha ender olarak büyücü vb. unvanlarıyla sevinenler ve bu kadarıyla yetinenlerdir. Renan Seçkin

***

İnsanın "tekamül" dedikleri gelişimini ilerleten, arayışın kendisidir. İnsan varlığının gizemi üzerine gitmek, onu elde edeceğiniz anlamına gelmese dahi, bundan başka bir ilerleme aracı yoktur. Ama bakıyorum insanlar hazır cevapların peşindeler ve duyduklarını kabul edip, arayış yolculuklarına son vermek gibi bir hataya düşmekteler. Bu açıdan bakarsak bizlere yapılan belki en büyük kötülük, kendi cevaplarını aramanı engelleyen iddialı teorilerdir. Teoriyi bir hakikatmiş gibi kabul etmek, popüler kanal mesajları bilgisini sorgusuz sualsiz bir realite gibi almak yanlıştır. Gelişimin önünü tıkar. Renan Seçkin

20 Ocak 2014 Pazartesi

Sağ ve Sol Algı




İnsanda iki tür algı durumu olduğundan bahsedilebilir. Sağ ve sol algıdan. Onları kısa bir örnekle açıklamadan önce, algıyı beynin sağ ve sol lobuna göre değil, enerji bedenin yönüne göre ele aldığımızı belirtmeliyim. Sağ yön (sağ el olarak da bilinir), düşünen, mantıksal, akılcı yanıdır insanın. Sağcı algı ve yol, tüm meseleleri doğrusal mantıkta ve sebep-sonuç bağlamında görür. Sol algı ve sol (el) yolu ise tam tersine doğrusal, mantıksal olmayan, irrasyonel yoldur; hissi algılar ve sezgiler ön plandadır. Aradaki farkı daha iyi anlamak için örnek verelim: Bir annenin, oğlunun başına bir şey geldiğini haber veren bir telefon aldığını farz edelim. Sağ yönle bu anne şöyle davranır:

Telefon çalar, anne gayet sakin olarak ahizeyi kaldırır. Kaza haberini aldığında buna hazırlıksız olan kadın korkuyla ani bir şok geçirir. Kendini toparladığında art arda sorular sormaya başlar. “Yaralı mı? Şimdi nerede? Ne oldu? Hastanede mi?” Bu gibi sorularla oğlunun durumunu anlamaya çalışır, çünkü sağlığı konusunda hiçbir önsezi ve sezgisi yoktur. Aynı kadın sol algı yönünü kullanıyor olsaydı, davranışı çok daha farklı olacaktı:

O sabah, daha oğlu evden çıkmadan önce onun güvenliği konusunda garip bir huzursuzluk ve kaygı hisseder. Bu kötü hissiyatı için mantıksal hiçbir gerekçe olmadığı halde, ondan bir türlü kurtulamaz. İlerleyen saatlerde kaygı artar ve negatif hissiyat onu başka hiçbir şey düşünemeyecek kadar ele geçirir. Aniden içinde garip bir sancı hisseder, midesi bulanır ve kasılır gibi olur ve bunun oğlu ile ilgili olduğunu bilir. Ani bir refleksle telefona doğru gider. Henüz ahizeye uzanmamışken, telefon çalar. Sırtında garip, soğuk bir enerji gezmektedir. Telefonu kaldırır ve karşıdaki ses daha olan biteni anlatmamışken kadın, oğlunun iyi ve güvende olduğunu sezer ve bir derece rahatlar. Oğlu bir kaza geçirmiş, fakat kaza şoku haricinde ciddi bir yaralanma söz konusu değildir. Anne, kendisine kaza haberi henüz açıklanmamışken bunu hissetmiştir.

17 Ocak 2014 Cuma

Ahmet Hakan'a Mektup



Ahmet bey, mistik bir yazar ve yayınevi sahibiyim.
Bugünkü olayların çok önceden hazırlandığını ve vizyon kanalıyla bazı kişilere bildirildiğini bilmenizi isterim, ki bunları kitaplarımda da yazdım önceden. 17 Aralık'tan tam 1 yıl evvel (16 Aralık 2012), "denazification" diye bir program başlatıldı, vizyon, Hitler'in propaganda filminin yaratıcısı bayan ile birlikte gelerek sesli uyarı içerdi ve arındırmanın başlayacağının işareti verildi.
Geçtiğimiz sene mayıs ayında kendine İbrahim diyen rehber varlık, çalıntı bir hırsızlıktan dolayı 100 yılın intikamının olacağını bildirdi. Ve başka görüler de verdi. Bunları 2 kitabımda yazmıştım. Ayrıca Gülen hareketinin hortlamasıyla ilgili vizyonlar da var. Hepsi de yorum gerektiriyor.
Bunları geçenlerde Yiğit Bulut'un babasıyla konuşup yorumlamaya çalıştık fakat görüleri ülkemizle bağdaştırmak taraftarı değil kendileri. Ama ben öyle düşünmüyorum.
Bugünkü yazınızda 2.Dünya Savaşı liderine yaptığınız gönderme, bu bilgileri yazmam için cesaretlendirdi.
İlgi gösterirseniz, vizyonların tam metni ile birlikte yer aldığı kitapları sizlere ulaştırabilirim.
Bizlere cesaret veriyorsunuz...

Sevgiler,


Renan Seçkin

12 Ocak 2014 Pazar

Polly Adams'a Yazdığım Mektup ve Gelen Cevap (İngiliz Bilimkurgu Yazarı Douglas Noel Adams'ın Kızı)



Hello, My name is Renan Seçkin and I'm a writer and publisher in Turkey. About 10 months ago, I had an encounter with your father under very special circumstances. I thought about it for a long time and then I decided to tell you about this subject. On the 29.12.2012 I would have one of the most jarring nights I have ever experienced.
While I was lying down on my bed, I tried not to fall asleep for a very long time. I simply closed my eyes and pretended to be asleep. Recently, I learnt that this method is very good to see beyond the perception. While lying and waiting in bed, the mind goes into a meditative state and the “other” images appear.
After a few images appeared, one of them startled me. It was very different from the most images I have ever seen because of what it involved; a voice. A coarse-faced man was commanding me. He was saying, “Try come load!” This angry, harsh faced man looked 40 to 45 years old. His face was very striking. His entire face, from forehead to chin, was marked in thick lines or streaks, roughly half a centimetre each. All of his face looked like it was branded. His face seemed as though the lines were from a T.V. screen. Whether or not the commands previously mentioned have anything to do with what I’m about to tell you, I don’t know. However, I assumed that what I said before could be important, that every image is important, which is why I wrote this.
As soon as I took a note of what he had said to me I went back to bed. This time, I had not slept. Just then, while I was in between asleep and awake mode, I heard of a very high-pitched sound that began to vibrate in my brain. An incredibly intense and particulary highpitch sound that made my mind mad! The sound and frequency was unlike anything.
I was thinking that maybe it would be the high-pitched sound that is blown from the trump of doom we will hear on judgement day. And those who are not accustomed to the severity of this sound will lose their minds. Although the vibrations were painful, I wanted to keep doing it, so I said I am allowing it and I want this to happen.
I started to wait. Time wasn't passing quickly. Maybe 30 seconds passed but for me these thirty seconds were folded several times. The sound and vibration never lasted this long before. Finally, all of a sudden, it stopped. So I got up from the double bed that I was lying on. I walked over to the window to explore this new place that I find myself in.
The room and house did not look like my house. The furniture looked comfortable, practical and high quality. There seemed to be no cabinet or sorts but there was an abundance of bedding and pillows. The large room had very spacious, elegant curtains adorn the windows. I wanted to see outside so I opened the curtains. It was night, so the sky was dark. Not as our navy darkness but rather a purple or lilac color. I saw that I was in the first or second floor.
I was in an apartment. There was an empty space infront of the building. Maybe there was nothing much beyond 10 or 20km away. It looked like a flat, empty and dark field. Only certain shapes were similar to the landscaped garden in front of the apartment building. There wasn’t much lighting so I could not see clearly. In the distance there seemed to be a giant city and it seemed very neat. It was separated from the field with transparent, high, oval walls. As if the walls were convexed around the city. (But I 'm not so sure.)
"I wonder where I am? In which year? Is this my house? "While all these questions were crossing my mind, my daughter entered to the room. From this perspective, it was very surprising to me. In any other realities I have never seen her awake. I called out my daughter by her name as she said to me "Mother, I cannot sleep, can you come?” She had the same name. The current state of her face was a little different, but this difference was not significant enough to make it a different face. "Is your father here? " I asked.
Now on the left side of the hallway, she pointed out the other door that was across from her door. We entered the inside. I felt slightly uneased about what I was going to see or find. This was similar to my comfortable bedroom. There was a single bed in the middle of the room. On the bed, under the fluffy cotton beddings, there was a strange man. This man wasn’t the father of my daughter in the life we live in. There was no resemblance in appearance.
I was, emotionally, completely neutral to this person. He was around 90 kg; a slight touch of greys on his light brown wavy hair, a lovely man with a fair face. I woke him up and sat down beside him on the bed. As he was sitting up on the bed, he hugged me with his arm over my shoulder. He smiled. In the meantime, my daughter had returned to her bed. I wanted to talk to this guy. "What is this place and what year is it, tell me." I said. He looked me in the eye like he understood everything, as though he understood my entire situation, and said: " Ogay gırgınki batini… This year the fifth bridge has been built." After these words there was a kind of silent agreement between us. I did not ask any more questions.
I woke up after a while...
"This year the fifth bridge has been built." The statement made me think of how I must have been in Istanbul in the future. But when I consulted with other people who are familiar with issues like this, they intepreted it differently, so I took their opinions seriously.
This year, could it be a bridge was built from the third dimension to fifth dimension? Maybe it made more sense with this interpration; after all, the place I had been to wasn't on the seaside or hadn’t had bosphorus like Istanbul does. All I had seen was miles of flat surface and a very neat and interesting city with transparent walls.
"Gırgınki batini” To me, the mystic number of forty-two sounded like it has esoteric meaning. I did some research on the mystery of the number forty-two... This research did not take me to the place I went at night, but the person that reached me... Bam! When I searched for “the esoteric meaning of the number 42, the esoteric meaning, the hidden meaning of phrases like” on the computer, I come a cross name of a movie. A film that I heard the name of long before but had not watched the movie. “The Hitchhiker's Guide to the Galaxy”, an English movie.
The film's title made me hopeful that I was on the right track. Immediatlely I looked for reviews on movies that have been made. Yes, it said the film was made of a series of mysteries surrounding the number 42. Somewhere in the movie, it states that the number 42 is the meaning of life.
The question asked to “the computer that knows everything” and it gave an answer of only a single number: 42. The meaning of life was 42!
By the strangeness of this response, it made a great deal of readers and viewers to search for the meaning of this answer. The author of the scenario never said what he meant by this number. And it is not possible for him to say anymore because the writer had passed away of a heart attack on 11 May 2001 at 49 years old. My daughter was born in 2001. And my niece was born on that day and month, 11th of May.
This person was Douglas Adams. I followed the clues given by this man and I found him and I recognised him by his pictures I saw in the Internet. Does this sound completely crazy? If he didn't give me the clues I could never know who he was. He let me know who he was and told me “The fifth bridge had been built.”
This is what I wanted to say. I still don’t know how to explain this or if there is anything you need to know. Yours truly, Renan Seckin

Dear Renan,

Thank you for sending me this. I've not been able to stop thinking about it for the last 3 days.

I was wondering if you could give me some more information? How does Istanbul fit in? Do you think it would be wise for me to visit Istanbul in the future?

I have to ask. The fair faced man, was he Spanish?

I found it concerning that after reading your email I turned to my window and my usual view was obscured by a sudden, dense fog. For 10, maybe 20 kilometres, I saw nothing. I took a photo. I would be happy to send it to you.

Have you told this story to your daughter? It could be important.

The reason I decided to email you back was that today in a lecture we were posed the dilemma of the Bridges of Konigsberg. The dilemma talks of crossing bridges and the oddness of the world. There is no way to cross each of the bridges only once and still return home. I couldn't stop thinking about your email. Perhaps this means something to you?

Many thanks. I look forwards to your response.

11 Ocak 2014 Cumartesi

Canlı Ölüden Mektuplar




XX Mektup
………….

Size benim bulunduğum yerdeki hayat biçimini anlatabilmek için, karşılaşıp sohbet ettiğim kadın ve erkeklere ilişkin olan izlenimlerimi aktarmaktan daha iyi bir yol yok sanırım.

Bu dünyada rastladıklarım arasında azizler, filozoflardan fazla ve ben size aziz olarak gördüğüm birinden bahsetmek istiyorum. Evet, burada normal azizler ve büyük azizler var, tıpkı başka yerde sıradan günahkarlar ve büyük günahkarlar olduğu gibi.

Bir defasında bir dağın tepesinde yürüyordum. Yürüyordum derken, bu gidiş sizin dünyadaki anlamda değildi, çünkü bizim gerçeklikte hiçbir güç gerektirmiyor, fakat aynı şey. Zirvede, tek başına olduğu halde duran bir insan gördüm. Pür dikkat uzaklara bakıyordu, ne gördüğünü bilmiyordum. Kendi kendisiyle çok meşguldü veya benim göremediğim biriyle konuşuyordu.

Kımıldamadan beklemeye başladım. Neden sonra derin bir iç çekti, bana doğru dönerek, dudaklarına tatlı bir gülümseme yerleştirdi:

“Sana yardım edebilir miyim, kardeşim?”

Mahcup olmuştum, belki de görünmez bir sohbeti böldüğümü düşünüyordum.

“Haddimi aşmazsam eğer, burada durup uzağa bakarken ne düşündüğünüzü sormak istedim,” diye cevap verdim.

Bu şekilde konuşmamam gerektiğini biliyordum, ama ulaşabileceğim her bilgiyi öğrenmek konusundaki çabam, iyi bir özürdü ve affedildim.

Bu insanın çok güzel, sakalsız bir yüzü vardı, gözleri gençlik ateşi ile yanıyordu. Üzerindeki giyim, kendi dış görünüşü hakkında çok düşünmediğini gösteriyordu.

Sessizce bana baktı, sonra da:

“Tanrı’ya yaklaşmaya çalışıyorum,” dedi.

“Peki, Tanrı nedir?” diye sordum “Ve nerededir o?

Gülümsedi. Şimdiye dek böylesine bir gülümseyiş görmemiştim.

“Tanrı her yerde,” diye cevap verdi; “Tanrı var.”

“Tam olarak nedir Tanrı?” diye ısrar ettim ve o bu defa kelimeleri farklı bir şekilde vurgulayarak tekrar etti:

“Tanrı var.”

“Bununla ne demek istiyorsunuz?” diye sordum.

“Tanrı var, Tanrı var,” dedi yeniden.

Kelimelerinin anlamı zihnime nasıl ulaştı bilmiyorum, belki de empati yoluyla, fakat ansızın “Tanrı var” dediğinde, Tanrının bütün yaratımını kastettiğini, “Tanırı var” dediğinde ise, ondan başka da hiçbir mevcudiyetin olmadığını anlattığını idrak ettim.

Azizin sonraki sözlerinden anlaşılan o ki, duygularım yüzüme belirgin bir şekilde yansıma yapmıştı.

“Yoksa sen O’nun olduğunu ve var olan her şeyin de O olduğunu bilmiyor muydun?”

“Ne kast ettiğinizi sezer gibiyim,” diye cevap verdim, “hiç olmazsa az da olsa hissediyorum.”

Cevap vermeksizin gülümsedi, oysa zihnimde sorular çoğalmaya devam ediyordu.

“Dünyada olduğunuz zaman, Tanrı ile ilgili çok mu düşündünüz?”

“Her zaman! Aslında Tanrı harici bir şeyleri çok fazla düşündüğüm söylenemez. Onu her yerde aradım, fakat sadece bazı anlarda zihnim Onun gerçek tabiatıyla aydınlandı. Bazen dua ettiğimde – ki ben çok ederim – kime dua ettiğimi sorar sorgularım. Ardından keskin bir cevap yerleşir zihnime. Tanrı! Ben Tanrı’ya dua ediyorum! Fakat her gün dua etmeme karşın, onun mahiyetiyle ilgili aydınlanma anlarını seyrek olarak yakalıyordum. En büyük aydınlanmamı, bir ormanda yapayalnız iken geçirdim. İdrak, sözel olarak değil, sessiz ve şekilsiz bir mucize olarak geldi, sınırlı zihinler için aşırı derecede ulu. Tam bu sırada yere düştüm ve sanırım bilincimi kaybettim, çünkü bir ara kendime geldiğimi ve doğrularak etrafıma bakındığımı hatırlıyorum. İşte o zaman yavaş yavaş tarif edemediğim bu deneyimi anımsamaya başladım. O, benim gücümü aşan bir büyüklükte idi.

Bu muhteşemliği, benim fani tabiatım için aşkın olan deneyimi kelimelere dökmek gerekseydi şöyle derdim: “Olan her şey, Tanrı’dır.” Söylenişte o kadar basitti, ve bu basitlik – Tanrı her şey ise - beni de, yaşayan canlı veya cansız her şeyi de, ağaçları, kuşlar ve nehirleri kapsamaktaydı.

Bu dakikayla birlikte hayat benim için yeni bir anlam kazandı. İnsanların yüzüne baktığım her defasında, aydınlanma deneyimini hatırlıyorum, gördüğüm bir kişinin, Tanrı’nın bir parçası olduğunu anımsıyorum, ona o gözle bakıyorum. Köpeğim bana baktığında, “Sen de Tanrı’nın bir parçasının,” diyorum. Irmağın kenarında durup akan suların şırıltısını dinlediğimde, Tanrı’nın sesini dinliyorum. Yakınlarımdan biri bana kızıyorsa, kendime Tanrı’yı ne diye üzdüğümü sorarım. Biri bana sevgiyle yaklaştığında, “Şimdi Tanrı beni seviyor,” diye düşünürüm. Ve bu bilinç durumu beni ruhsal olarak büyütür. Hayat, inanılmaz bir güzelliğe bürünür.

Tanrı meselesi ile o kadar ilgili ve Onu bulmaya o kadar istekliydim ki, tanıdıklarıma karşı ilgisizleştim ve bana en yakın olanları dahi unuttum. İşte bu aşkın deneyim sonrasında, çevremle olan ilişkilerimi tazelemeye başladım. Şuna inanıyorum ki, onlarda Tanrı’yı aramaya devam ettikçe, Tanrı da onlar aracılığı ile bana cevaplar verdi. Ve yaşam daha da muhteşem, daha da mucizevi bir hale geldi.

Bazen hissettiklerimi birilerine anlatmaya çalışırım, ne yazık ki beni ender olarak anlarlar. O zaman Tanrı’nın kasten ve sadece kendi bildiği bir sebeple kendini gizlediğini, örttüğünü düşünürüm. Belki de onları varlık sırrına açtığı zaman sevinmesi içindir, kim bilir? Eğer öyleyse, Ona yardım etmeye karar verdim. Kendi gücüm yettiğince Onu tanıdığım kadarıyla diğerlerinin de tanımasına uğraş verdim. İlk zamanlarda herkese öğretme isteğim vardı. Sonra bunun imkansız olduğunu anlayınca, kendilerine öğrencilerim diyen birkaçını seçtim. Onlardan, benim öğrencilerim olduklarını saklamalarını istedim, bunun yerine diğer insanlara bilgeliği aktarmalarını öğütledim. Bu şekilde o gün ağaçlar arasında yaşadığım ve “Tanrı var, Tanrı var” olgusunun idrakine vardığım mucizevi deneyime başka insanları ortak edebildim.

Bunları der demez aziz sırtını döndü, beni sorularımla baş başa bıraktı. Ona kim olduğunu, dünyevi yaşantıyı ne zaman ve nerede terk ettiğini ve şu anda neler yaptığını sormak isterdim, fakat o gitti.

Kim bilir, belki de bir gün yeniden karşılaşırız. Fakat görüşmesek de bana verdiği varlık bilgisini, tıpkı kendi isteği gibi, size aktarıyorum.





9 Ocak 2014 Perşembe

Kolektif Bilinçdışı / Arkaik Hafıza

       

KOLEKTİF BİLİNÇDIŞI (ARKAİK HAFIZA):

Eğer şimdiye dek yapmadıysanız, bu günden sonra bir düş gördüğünüzde, o diyarda bulunduğunuz süre boyunca etrafınızdakilere daha bir dikkatlice bakın. Uyanır uyanmaz, gördüğünüz sembollere, kurgulara, fantazik öğelere odaklanın, yazın, inceleyin onları. Popüler masal ve mitlerle karşılaştırın. Onlar ile sizin gördükleriniz arasında birçok benzer motif göreceksiniz, şaşırmayın. Bilin ki, bu son derece normal bir durum. Çünkü sizin düş kaynağınız ile masal ve mitosların kaynakları birdir: Bilinçdışı… Sizinle birlikte, düşlerini hatırlayan sayısız insan, aynı sembollerle donatılmış rüya ve vizyonlar görüyor. Hem günümüzde, hem de çağlar öncesinde. Gelecekte de insanlar rüyalarıyla benzer sembolleri üretmeye devam edeceklerdir. Çok haklı olarak, masal ve mitlere, kutsal destan ve dini literatüre yüklenmiş olan ortak semboller, insan ruhunun derin bilinçdışı katmanının bir dışavurumu olarak görüldü. Onlar bilinçdışının bir hazinesiydi, binlerce, yüz binlerce yılın birikimleriydi. Bu yönleriyle, ruhun gizemiyle uğraşan psikolog ve psikiyatrların dikkatini çektiler. Bu eşsiz kıymetin farkına vardılar. Ve özellikle 19. yüzyıl itibariyle kapsamlı analizlere tabi tutmaya başlandılar. Psişenin ortak sembol, imge ve kavramlarına arketip, onların beslenip doğduğu kaynağa da arkaik hafıza veya kolektif bilinçdışı adı verildi. Tanrı, melek, yeniden doğuş gibi dinsel kavramlar, arketiplerin arasında çok önemli bir paya sahipti.

Çeşitli rüyalar ile ortaya çıkan semboller arasındaki benzerliğe ilk dikkat çekenlerden biri, Romalı şair ve filozof Lucretius (M.Ö. 99 – M.Ö. 55) idi. Düşünüre göre tanrıların biçimlerinin, tanrı imgeleminin insanda ilk ortaya çıkması, rüyalar kanalıyla olmuştu. Lucretius’un yaşamına kendi eliyle son vermesinden yaklaşık 13 asır sonra Ortaçağ felsefesinin önemli ismi Occamlı Doktor William, mitolojik arketiplerin (tanrı, şeytan, melek, cennet, cehennem, diriliş gibi ilk örneklerin), doğaüstü metafizik bir olaya ait olmayıp, zihne ait olduğunu ve/veya zihnin dışında bir şeye atıf yaptığını gösteren önemli zihin-kavram analizleri yapmıştı. Bu parlak çalışmaları sonraki yüzyıllarda ciddi sansürlere konu oldu. (Sansür mekanizması günümüzde hala geçerliliğini koruyor, ve oldukça etkin bir şekilde uygulanıyor.) Ancak mitolojik arketiplerin doğaüstü olmayıp, zihnin bilinçdışına ait olduğunu kesin bir teori olarak ortaya koymak için geçtiğimiz yüzyılda Jung’un “arkaik hafıza” fikrini öne sürmesi gerekecekti.

Arkaik hafıza fikri, analitik psikolojinin babası İsviçreli Carl Gustav Jung’un, Freud’un katkısı ile geliştirdiği temel savlarından birisidir. Jung, arkaik görüntü ve sembollerle değişik zaman boyutundan şifreler taşıyan üniversal bir fonun varlığına işaret etti. Tarihsel süreç içerisinde birbiriyle bağlantısız değişik kültürlerin arasındaki mitolojik ve sembolik benzerliklerin, bu evrensel veri bankasıyla ilişkili olduğundan emindi. Jung’un yaklaşımında benlik şunları kapsamaktaydı:

- Devasa bir bilinçdışının yüzeyi olan bilinçli benlik;

- Genellikle baskılanmış duygu ve anılardan oluşan kişisel bilinçdışı veya gölge benlik

- Kendinden önceki nesillerin deneyimlerini içeren, benliğin en derin kısmını oluşturan kolektif bilinçdışı

Psikoterapist, atalardan gelen bu toplu hafıza mirasına, arkaik hafıza veya kolektif bilinçdışı ismini verdi. İçgüdüler ve derin sezgiler, zihnin en dibinde yer alan bu kolektif ruhsal yapıdaki eski insana aitti.

Kolektif bilinçdışı olarak adlandırılan ortak yapı, evrimsel sürecin içerisinde edinilen tecrübeleri içeriyor. Bu bilgiler sık olarak rüya, halüsünasyon ve fantazik öğelere bürünerek bilince ulaşıyor. Jung’a göre, kolektif bilinçdışının ideolojik unsurları (arketipler, arkaik görüntüler), kalıtım yoluyla nesilden nesile aktarılıyor. Bu yolla her insan, atalarından geçmiş çağların izlerini ve bilgeliğini devir alıyor. Batının cesur psikoterapisti, arketip terimini, sadece ırkla veya soy sopla sınırlı olmayan, insanlık psikesinin (ruhunun) derin bir tabakasını oluşturan, zihnin evrensel eğilimlerini anlatmak üzere kullanmıştı.

Carl Gustav Jung, kolektif bilinçdışı – arkaik hafızaya ulaşabileceğimizi düşünüyordu. Ancak onun kesin kaynağını ve aktarmanın yollarını bulamadı. Yalnızca böyle bir şeyin var olduğunun kanıtlanabileceğini keşfetmişti. Dünya üzerinde yaşayan her bir insan, diğerleriyle ortak ataları paylaşmaktadır. Görünen o ki, bununla birlikte, bu atalardan gelen ortak anıları da paylaşmaktayız. Ancak bu anılar, genellikle bilinç yüzeyine yükselme şansı bulamadan, bilinçdışı arkaik hafızada saklı olarak yatmaktadır. Diyebiliriz ki, içimizde bütün insanlık tarihini şifrelenmiş bir halde taşıyoruz. Yalnız bu devasa bilgi arşivine ulaşmanın yolları zordur ve bu olay çok nadiren gerçek olur. Tüm insanlarla paylaştığımız içgüdüleri, alışkanlıkları, davranış kalıplarını içeren kolektif bilinçdışı, çocukluk dönemi deneyimlerinin de olduğu kişisel bilinçdışı tabakasının altında yer alır ve ondan daha önce yaratılmıştır. Jung, kolektif bilinçdışının, kendini insanın yaratıcılığında ve hayal gücünde, sanat, rüyalar, müzik ve efsanelerde ortaya çıkardığını düşünüyordu. Rüyalar, çeşitli vizyon ve fanteziler, halüsinasyonlar, azımsanmayacak düzeyde kolektif bilinçdışına bağlı ve ondan besleniyordu. Ruhun en derin katmanları, Jung’un arketip (ilk örnek) olarak isimlendirdiği tarih öncesi kalıplar ile oluşturulmuştu. Atalarımızda bize miras kalan bu bilinçdışı kalıpları, bilinçli davranış kalıplarımızı şekillendirmekte önemli paya sahipti.

Şimdi Jung’un kolektif bilinçdışı tanımını okuyarak, meselenin içyüzüne doğru inmeye devam edelim: ARKETİPLER

Zaman Aynası kitabından

Yukarısı da aşağısı gibidir...


      
YUKARISI AŞAĞISI GİBİDİR

Batıni (ezoterik) öğretilerde, barındırdıkları bilgeliğin bir özeti sayılan ve sıkça tekrarlanan bir cümle vardır. “Yukarısı nasıl ise, aşağısı da öyledir.” sözleriyle ifade edilen bu “sırrı” konuyla ilgili literatürü az çok okumuş olan herkes bilir. Bu cümle, evrensel düzenin yapısını özetleyerek açıklar. En üst kozmik yasanın içeriğini açığa vurur. Şöyle ki, kainatın temel kanunlarının dünya realitesi ile “öte alem” denen ruhani platform için analojikten de öte olduğunu düşündürür. Bu Batıni kalıba göre, fiziksel gerçek ile metafizik alem birbirinin aynısıdır. Aralarındaki “aynılığa”, aynalığa kadar varan benzerlik, “aşağısı yukarısı gibidir” kesinlikte bir cümle ile ifade edilmiştir ve içeriğinden şüphe duymanın her tür olasılığı baştan reddedilir.

“Yukarısı, aşağısı gibidir!” Bu sözlere dayanarak, yukarısının nasıl bir yer olduğunu gözümüzde canlandırmayı deneyelim. Canlandırmayı başarılı bir şekilde yapabilmek için, şu an yaşadığımız sosyoekonomik şartları, doğal ve kültürel çevreyi, değer yargılarını, toplumun politik ve askeri sistemini, suç eğilimi, hukuk ve ceza yapısını hep birlikte gözden geçirelim. Nasıl bir dünyada yaşadığımızı hatırlamak için 3-5 saniye yeterlidir. Üzerine hafızalarımızı tazeleyerek, geçtiğimiz sene Afrika Boynuzu’nda 3 ay içerisinde açlıktan ölen 30.000’i aşkın bebek ve çocuğu düşünelim. Varmak istediğim nokta için bu kadarı fazlasıyla yeterlidir. Bu kısacık istatistik, yaşadığımız dünya üzerinde biz insanlar olarak nelere sahip olduğumuzu gösterir: savaşlar, kıtlıklar, açlıktan ölen bebekler, hırsızlık, dolandırıcılık, inanç sömürüsü ve bolca cinayet… “İyi” şeyler de olmuyor değil tabii. O “iyilerin” sayesinde halen yaşama ümitle sarılmaya devam etme gücü ve cesaretini bulabiliyoruz. Yaşamaya devam edebiliyoruz. Peki yukarısının aşağı gibi olduğu açıklandığına göre, hayatın acımasız ve adil olmaktan çok uzak olan yönünün, bu negatif tarafın da gayb aleminde olduğunu kabul etmemiz gerekir. Demek oluyor ki burada birbirimizin kafasını kırmayı inatla sürdüren bizler, öte aleme göçünce de aynı manzarayla karşılaşacağız. Öldükten sonraya ertelediğimiz “güllük gülistanlık” hayatın, aşk, sevgi, huri ve gılman, bal, süt, şarap, altın, gümüş, elmas ve kıymetli mücevherler dolu ölümsüz bir yaşamın hayalini beklememiz boşuna olur. Yukarısının aşağısı gibi olduğunun bildirildiği bilgeliğe inanacak olursak, cennet dünya ile ilgili hayallerimizin sadece bir ütopya olduğunu kabul etmemiz gerekir.

Eski Hint Bilgeliğinde, Hermetik Literatürde, hemen tüm Batıni (ezoterik) ve mistik öğretilerde, Sufi geleneğinde geçen yukarının aşağı ile aynı olduğu, yukarı ile aşağının birbirinin “aynası” gibi olduğu yönündeki kozmik kurala ilişkin bilgi için, benim görüşüm biraz başkadır. Aynı zamanda çok da basit bir açıklamadır bu. Eğer kitabı baştan sona okuduysanız, aklımdan neler geçtiğini zaten biliyorsunuz.

Yukarısı, negatif uzay-zaman dokusu, aşağısı da şu an içerisinde varlık bulduğumuz pozitif yönlü evrendir. Kadim öğretilerin hemen tamamının sahip çıktığı “yukarısı aşağısı gibidir” sözü, evrensel düzenin simetrisine, “ayna” etkisine vurgu yapmaktadır. Geçmişten geleceğe akan pozitif yönlü, (+) zamanlı evrenin, aynı yapıda ama ters (-) zaman yönlü simetriği ile tamamlanacağını işaret eder. Evrenin tarafımızca görülen pozitif yönlü yapısı, simetrik olan negatif yönlü olan “aynısı” ile devam edecek ve bu iki simetrik “zıtlar”, ikinin birliğini oluşturmak üzere birbiriyle yer değiştirecektir. Biz insanların algılama düzeyi ve yapısı için birbiriyle sıralanacağı şeklindeki zihinsel tasvir, zaman üstü bir bilinç için, Tanrı için “aynı anda” bir aradadır.

---------------------------------------

“… Tanrı sizin aynanızdır, yani sizin kendi özünüzü seyrettiğiniz bir ayna ve siz, O’nun aynasısınız…”
(İbn Arabi)
Zaman Aynası kitabından

3 Ocak 2014 Cuma

21 YY. Şifreleri Programı, 9 kasım 2012




Araştırmacı Yazar Renan Seçkin'in Bulgar Kahin Vanga'yı anlattığı program için lütfen buraya tıklayınız. 



Gönül Ne İster ki programı, 23 Ocak 2013


Gönül Ne İster ki programı 23 Ocak 2013, Araştırmacı Yazar Renan Seçkin'in rüyalar ve kehanetlerle ilgili görüşleri bu programda tartışıldı.

Bahar'la Güzel Şeyler Programı, 29 Mayıs 2013



Araştırmacı - Yazar Renan Seçkin'in spiritüel dünya ve rüyalar alemi ile ilgili ilginç bilgiler verdiği programa ulaşmak için aşağıdaki bağlantıları tıklayabilirsiniz....

Programın ilk kısmına ulaşmak için buraya tıklayabilirsiniz.

Programın ikinci kısmına ulaşmak için buraya tıklayabilirsiniz.


Enerji Çalma - Vampirizm



Enerji çalma, popüler ismi ile vampirizm, bir kişinin enerjisini bilinçli veya bilinçsiz olarak, kendine almadır. Enerjisi azaltılan kişi, bunu fiziken hemen hisseder. Hareketleri yavaşlar, uykulu bir hale bürünür, başı döner, sersemler ve uyuşur. Bazı durumlarda enerjiyi çalan yakınımızdadır. Kendi varlığı, enerji akımının istemdışı olarak ona yönlenmesini sağlamaya yeterlidir. Bu kişinin enerjinizi aldığından da haberi olmayabilir. Bazense enerjiniz gayet bilinçli olarak alınır. Vampirizm yapan insanlar, ilk önce sizinle bir bağ – arkadaşlık, dostluk, sevgililik bağı kurmaya çalışırlar. Böylece sizin yakınınıza daha rahatça sokulma gibi bir konforları olur. Güven nispetinde de sizden çekerler. Güven bağının oluşmasıyla, sonradan bu kişiler yanınızdan uzaklaşsalar da, sizden enerji yönünden faydalanmayı sürdürürler. Eğer farkına varmazsanız, sizi ömür boyu da sömürebilirler. Bilgili iseniz ve durumda bir tuhaflık olduğunu sezinlerseniz, önlem almanın yollarını araştırıp bulabilirsiniz.



Vampirizm yapanların verdiği zarar, sırf enerjinizi azaltmakla sınırlı kalmaz. Bağışıklık sisteminiz zayıflar. Hastalıklara karşı açık ve dirençsiz olursunuz. Psikolojiniz bozulur, uyku düzeniniz bozulur. Huzursuz olursunuz, rüyalarınız kâbuslarla dolar. Tabi en önemli handikap da, enerji bedeninizde açtığı büyük ve kalıcı olmaya dönük olan hasarlardır. Bir nedenle yabancı enerji kullanmaya başlayan bir kişinin, evrensel enerjiyle olan kanalı zayıflar. Zamanla evrensel enerji bağı inceleyerek kopar. Evrensel enerji okyanusuyla olan bağı kopunca da, artık mecburiyetten enerji emmeye başlar, kendini dengelemek için başkalarının enerjisine ihtiyacı vardır. Artık o bir bağımlıdır. Evrenle olan enerji kanalını tekrar kurmak imkansız olmasa da, zordur. Çoğunlukla, aile içini darma dumar eder. Enerji çeken kişinin etrafı boşalır. İnsanlar hızlıca kendisinden uzaklaşır. Eş ve çocuklarla büyük sorunlar yaşanır. Eş ve çocuklar kısa zamanda uzaklaşmazlarsa eğer, onlar da hem enerjisel olarak hem de kalıcı hasar yönünden etkilenirler. Yeni doğan çocuklar, evrensel enerji kanalları kapalı olarak dünyaya gelirler. Ve aynen büyükleri gibi, enerjiyi başka kişilerden çekmeye mecbur kalırlar. Evrensel enerjiyle olan köprü başka nedenlerle de kopabilir. Bu durumda beslenemeyen kişi mecburen enerjiyi başkalarından çekmeye mecbur kalabilir. Bu nedenler nelerdir? Egoist, çıkarcı davranışlar, evrensel yasaların ihlali, hızlıca veya yavaş yavaş doğru olan enerjisel kaynakları tüketir. Tıpkı susuzluktan, bakımsızlıktan kuruyan tarlalar gibi. O zaman beslenmek için, yabancı topraklara girmek zorunda kalırız.

(Karmanın Gücü - Şifa ve Enerji kitabından)

Davetsiz Enerjiye Karşı Kendini Koruma Sorunu



Davetsiz Enerjiye Karşı Kendini Koruma Sorunu

Biyoenerji ile insana etki edilebildiği uzun süre bilinmedi kitleler tarafından. Enerji denen bir yaptırımın varlığı sadece çok seçkin kişilerce, biliniyor ve yine özel seçilmiş insanlara inisiyasyon yapılıyordu. Enerji dünyasının yüksek potansiyelinden habersiz olan halk, aslında bu bilgisizliği sayesinde uzun bir zaman zarfınca korunmuş oldu. Çünkü enerji bilgisine inisiye olanların azlığı, bilginin dışarıya sızmasının zorluğu, onu gelişigüzel kullanmanın önünde de engel oluşturuyordu. Böylece tehlikenin farkında olan üstatlar, gurular, şeyhler, rahipler, enerji bilgisini sadece hak edenlerin alacağı teşkilatlar kurdular. Hermetik okullar, tarikatlar, çeşitli yoga, tai chi, zen, tantra ekolleri, tapınaklar, manastırlar, misyoner toplulukları bu bilgiyi korudular, nesilden nesile aktardılar. Aktarım hep gizli oldu, bu yüzden enerji bilgisi için, uzun bir zaman “yer altında” kaldı diyebiliriz. Şu anda tüm çamaşırlar ortaya dökülmüş durumda. Biyoenerji bu alanla ilgili olan/olmayan, bilen/bilmeyen herkesin dilinde. Ve durumun böyle olması, insanları korumasız bıraktı. Enerji bir silah gibidir sonuçta. Kendini onunla koruyabilir veya saldırabilirsin. Eline silah geçiren bir çocuğun oyun hevesiyle kendini vurması, başkalarını vurması işten bile değildir. Silah açığa çıkmıştır ama kullanması öğretilmemiştir. Ondan korunması da… İlk zaman bir çığ gibi, moda gibi olan, rüzgâr gibi amaçsız esen enerjisel ilgi, bugün amaçlı olarak alet edilmeye başlanmıştır. Psikoterapistler, hipnoz uygulayıcıları, şifacılar, biyoenerjistler, majisyenler, hepsi birden enerji ile bilinçdışı alanlara atak yapmıştır. Dışsal sonuçların hızlı gelişleri ile pratik sorunları giderirler. Bu doğru. Fakat çoğunluk içsel süreçleri anlamaktan hala çok, ama çok uzaktır.

Bilinçdışı gerçekte nedir? Orada ne vardır? Bu soruya kimsenin cevap vermesi mümkün değil. Çünkü bilinçdışı zaten özelliği sebebiyle bilinçsizdir. Bilince dökülen kısmını biliyoruz ancak ki zaten o zaman bilinçdışı olma özelliğini yitirir. Ve bilmediğimiz bir şeyi kurcalamak, onu kışkırtmak, baskı uygulamak ne kadar doğrudur? Emin değilim.

(Karmanın Gücü - Şifa ve Enerji kitabından)

Sistem’le Enerji Bağını Koparanlar



Sistem’le Enerji Bağını Koparanlar

En zor hastalar, enerjiste inanmayan, enerjiye inanmayan, enerjiste sürekli muhalefet yapan, kendini kapatan, konuşmayan ve tabi egosu kabarık, kendi hakkında aşırı yüksek fikirlere sahip, bencil ve/veya inançsız insanlar. “Hep banacı” kişilikler, kendine verdikleri zararın bir farkına varsalar! Hayat sadece kendi rahatını düşünmekle geçtiğinde, sadece kendini besleyen bir hücre gibi olursun. Belli bir süre kendini idare etsen, hatta çok iyi hissetsen bile, zamanla doku ve organ içindeki fonksiyonlarını yerine getirmeyi reddeden hücre misali, enerjisel dokuya zarar verirsin. Zararın çoğalması ve diğer hücrelere sıçraması demek, dokunun ve dolayısıyla hücrenin de ölümü demek. Ve Sistem, zarar vermekte ısrar eden hücreyi, salt kendini beslemeye çalışıp Sistem’e çalışmayan, enerji göndermeyen hücreyi saf dışı eder. Yani öldürür. Analojik olarak, sırf kendine çalışan bir hücre gibi davranan egoist bir insan, evrensel düzene hizmet etmeyi aksatır ve bu şekilde farkında olmadan tanrıyı öldürmeye çalışır. Böyle olduğunda, bozduğu evrensel dokunun hışmına uğrar. İnsan bir yaratıcıyla inanmayabilir, ama evren sevgisi varsa, diğer insanlara karşı duyarlı ve paylaşımcıysa eğer, zaten mesele yok. Çünkü bu karakterde olan biri, Sistem için görevini yerine getiren, üreten ve besleyen biridir. Doğru biridir. Üretken biridir. Evreni, Sistemi, Tanrı’yı yaşatmaya çalışan biridir. Aksi halde o kişi bencil biri ise, Yaratıcı’yı öldürmeye yönelik bir programı işletir.

(Karmanın Gücü - Şifa ve Enerji kitabından)

Şifacının Enerji Artışının İstenmeyen Sonuçları



Şifacının Enerji Artışının İstenmeyen Sonuçları

Şifacının, enerji gücü yükseldikçe, yaptırım gücü, evrensel yasaları lehine işletme gücü de artar. Bu onun amacı olsun ya da olmasın, kendine karşı negatif bir eylem yüklenenler, bunun bedelini çok hızlı bir şekilde öderler. Enerji belli bir üst limite doğru yaklaştıkça, en ufak bir gücendirme, karşı tarafta onarılmaz hasarlara neden olur. Sistem karşı tarafın iyi veya kötü niyetine göre, biyoenerjiste bir koruma kalkanı inşa eder. Bununla beraber hemen kalkanın yanında, savcı ve yargıçlar da tayin eder. Bunun bilinciyle enerjisi yüksek olan kişilerin kendini dengeye getirmesi lazım. Nefret, kin, öfke gibi tutumlardan mümkün mertebe kaçınılması lazım. Çünkü bu tarz duygular, onlara sebep olanlarda telafisi zor hasarlara neden olabilir. Enerjisi temiz, saf ve yüksek kişiler, “tanrısal” karma ile çok sıkı bir bağlantı içinde olduklarından, haklarındaki agresif davranışlar, evrensel mekanizmaya, düzene, Sistem’e karşı yapılmış sayılır. Kişi olumsuz eylemde kendi başına hareket ediyorsa, bizzat kendisi (veya kendi soyu) hesaplaşır. Eğer bir topluluk adına hareket ediyorsa, bir liderse örneğin, onu lider seçen topluluğun tamamı bedel öder. Buna göre gönüllü olarak bağlı olduğun her tür lider – guru, üstat, tarikat şeyhi, dernek başkanı ve hatta oy verdiğin politikacıları kendine daha da dikkat etmeli. Onların yapacağı yasa ihlalleri sadece kendi üzerine hasar bırakmakla kalmaz, enerjik düzensizlikler kendilerine bağlı olan tüm kişilere dağılıp aktarılır.

(Karmanın Gücü - Şifa ve Enerji kitabından)
http://www.youtube.com/watch?v=rCrgr4sQN2Q















2 Ocak 2014 Perşembe

Dileklerinize Dikkat Edin



Neden “ne dilediğinize dikkat edin” denir. Çünkü arama motoruna dilek kelimesini girdiğinizde karşınıza ne çıkarsa onu görür, onu yaşarsınız. Duygusallığın olmadığını, çünkü karşımızda/üstümüzde duygusal bir varlığın olmadığını söylemiştim. Ne dilersenz o veriliyor. Hislerden muaf bir dilek gerçekleştiricimiz var, misal - ana bilgisayar. Ne dilediğimizi detaylı olarak tarif etmezsek, dilek komutunu girdiğimizde karşımıza çıkan seçeneği yaşarız. Oysa seçenekler sayısız, sadece doğru şekilde tarif etmek gerekir. Doğru şekilde tarif edip de sonuca ulaşamıyorsak, başka bir sorunumuz var demektir. Komutlarımız ulaşmıyordur – programımızda bir hata vardır, bir hasar, bir virüs belki. Bağlanmayı bilmiyoruzdur belki. Burada da devreye arınma denen mekanizma girer. Arınma salt bizim zihin/bedeni kapsarsa da olmaz. Çünkü biz, bizden öncekilerin mirasçısı konumundayız. Onların virüsü bizde de olduğu için, arınma geçmişi kapsayarak gelişirse bir faydası olduğundan söz edilebilir. 

09.11.2012 Renan Seçkin

Vanga'nın Gerçekleşmiş Kehanetleri



VANGA'NIN GERÇEKLEŞMİŞ KEHANETLERİ

11 EYLÜLKorku, korku! İki Amerikan kardeş, çelik kuşlar tarafından düşürülüyor! Kurtlar çalılarda ulur ve suçsuzların kanı dere gibi akar. (1989)

İNDİRA GANDHİYakın zamanda hükümetin başına geçiyor. Orada uzun kalmıyor, çünkü ölüm buna engel oluyor. Onu ölüme götüren elbisesi oluyor. Duman ve ateşin ortasında sarılı-turunculu elbise görüyorum. (1969)

BERLİN

DUVARIHer şey yıkılıyor Berlin duvarı da, Sovyetler Birliği de... Hepsi gidici... NATO'ya gidiyoruz. Avrupa'ya dönüyoruz... (1987)

İKİNCİ DÜNYA SAVAŞIPek yakında dünya karışacak, bir çok insan hayatını kaybedecek... Bir yıl sonra savaş başlıyor. (1940)

Yakında savaş sona eriyor. Savaşı Ruslar kazanacak. Rusya yaklaşık 50 yıl sonra dağılacak... (İkinci Dünya Savaşı)

Büyük Rusya'ya karşı çıkan o devlet savaşı kaybediyor. (Fenomen belgeseli)

GORBAÇOVSavaş olmayacak! 6 yıl sonra dünya kademe kademe değişmeye başlayacak. Eski liderler gidiyor, yerine yenileri geliyor. Rusya'da yeni bir adam ortaya çıkıyor. (1979)

Değişim YILIİnsanların hayatlarında büyük değişimler oluyor. Ve onlar tanınmayacak derecede değişecekler. 1990 yılından itibaren işaretlerini göreceğimiz yeni çağ başlıyor. (1971)

OBAMABir gün Amerika'da beyaz ev siyah olacak, okyanusun ötesindeki siyah insanlar da beyaz. (1992)

YUGOSLAVYA'NIN PARÇALANMASIYugoslavya parçalanacak, çünkü onlar tanrıya küfür ediyorlar.

PRAG BAHARIPrag'ı hatırlayın! Şehrin üzerinde büyük güçler dolanıyor ve "savaş, savaş" diye çığlık atıyorlar. (1968)

KURSK DENİZALTI FACİASIKursk sulara gömülüyor ve tüm dünya onun için ağlıyor.(1980)

HASTALIKLARBilinmeyen birçok hastalık ortaya çıkıyor. İnsanlar sebepsiz yere ve sağlıklı görünürlerken bayılıyorlar. Oysa bunu hala önleyebilirsiniz, bu sizin elinizde... Kırk yıl sonra şimdiki hastalıklar yerini yenilerine bırakacaklar. Beyinle ilgili hastalıklar... (1981)

Vanga'nın Beklenen Kehanetleri



Vanga'nın gelecekte beklenen olaylara ilişkin kehanetlerinden bazıları, soranlar için...

ESKİ RUSYA'NIN DÖNÜŞÜ Şimdi Rusya'ya Sovyetler Birliği deniliyor. Oysa eski Rusya dönecek ve ismi aziz Sergiy zamanındaki gibi olacak.... Ondan evvel üç ülke yakınlaşacak - Çin, Hindistan ve Rusya bir noktada toplanacaklar.

UZAYLILARLA TEMAS Hatırla! 200 yıl sonra insanlar, dünya dışındaki başka akıllı varlıklarla tanışacaklar. Uzaydan gelen sinyalleri olarak olarak Macarlar tespit edecek...

SEMADİREK ADASI Ada kıyılarına yakın, çok derinlerde arkeologların ilgisini çekecek olan enteresan şeyler yatıyor. Onları görüyorum - büyük ustalıkla işlenmiş mermer sütün parçaları. Bunlar, devasa tapınak ve sarayların kalıntılarıdır... Bir gün denizden çıkarıldıkları zaman büyük sansasyon yaratacaklar. Uzun yıllar sonra ada Yunanistan'a ait olmaktan çıkıp, İtalya'nın bir parçası olacak.

SURİYE İŞGALİ O zamana kadar insanlık korkunç felaketler yaşayacak, çok büyük olaylar olacak. İnsanların bilinci de değişme aşamasında olacak. Güç zamanlar gelecek ve insanlar aralarında dini gruplara bölünecekler. Ve dünyaya en eski öğreti gelecek. Bu yakında mı olacak diye soruyorlar. Hayır, yakın zaman değil. Henüz Suriye işgal edilmedi.

ATEŞ İNCİLİ Eski bir Hint Öğretisi vardır - Beyaz Kardeşliğin öğretisi. Bütün dünyaya yayılacak. Yeni kitaplara yazacaklar ve dünyadaki herkes bu öğretiyi okuyacak. Kitabın adı Ateş İncili olacak.

Delphi Kahineleri



Delphi Kahineleri

Yunanlıların gizemli Delfi kahineleri, rahim karşılığına gelen yarığın (Delphos) üzerinde kehanetlerini aktarırlardı. Bu kızlar genellikle genç ve bakireydiler. İçerisinden transa neden olan bir sisli buharın çıktığı yarıkta, Python yılanının öldürüldüğüne ve buharın onun çürüyen bedeninden geldiğine inanılırdı. Yarık ve mağaranın ve ayrıca yılanın neleri sembolize ettikl

erini düşünelim…Kehanetlerin yapılma sürecini Manly Hall, şu şekilde tasvir etmiştir: “Arınma sürecini tamamladıktan sonra kutsal kıyafetlerle giydirilip üçayağın üzerine götürülen genç rahibe burada, yerdeki yarıktan çıkan sersemletici buharlarla çevrili olarak otururdu. Buharları soluyan rahibe yavaş yavaş değişir, cin tutmuş gibi olurdu. Görünmeyen bir şeyle mücadele eder, elbiselerini parçalar ve tarifsiz çığlıklar atardı. Bir sonra mücadelesi sona ererdi. Sakinleştikten sonra hareketlerine büyük bir soyluluk gelir, bedeni katılaşır, gözleri sabitleşir ve kehanet sözleri söylerdi. Öngörüler genellikle altılı dizeler halinde olurdu, fakat kelimeler genellikle belirsiz, bazen de anlaşılmazdı… Kehanet yaptıktan sonra Pythia tekrar çırpınmaya başlar ve ruh bir süre sonra onu terk ederdi.”

Karadelik ve Kıyamet Yanılgısı



KARADELİK VE KIYAMET YANILGISI

Günümüz dünyasında hemen hemen herkes kara deliklerin potansiyeli üzerinde ileri derecede fantastik kurgu içeren önermeler duymuştur. Zaman yolculuğu söz konusu olduğunda kara delikler neredeyse kesin olarak bu işi başaracaklarmış gözüyle bakılıyor. Karadeliklerin çekim alanına kapılan bir cismin başına neler geleceğini sanırım herkes biliyor ama fikir o denli ihtişamlı, o kadar sarsıcı gibi görünüyor ki, etkisinden kolay kolay çıkmak mümkün görünmüyor. Zaman yolculuğuna çıkmayı planlarsanız, biliyorsunuz bir aday aracımız daha var, o da meşhur solucan delikleri. Ama onlardaki sorun sadece başınıza ne geleceği ile sınırlı değil, kainatın neresinde ortaya çıkacağınız gibi esprili bir durum söz konusu olur. Zaman yolculuğu için başka bir yol var mı bilmem ama kesin olarak emin olduğum tek şey, teorik fizikte hal böyleyken, bilim kurgu romanı yazarlarının daha çok ekmek yiyeceğidir. Şimdi çok kısa olarak azımsanmayacak sayıda kişinin doğru olarak bildiği bir yanlışa vurgu yapmak isterim. Konu, karadelik ile kıyamet arasında kurulan asılsız bağlantı üzerinedir.

Işığın Ölümü

Öncelikle karadeliğin nasıl oluştuğundan başlayarak, meseleyi çok basitçe anlatabileceğimi düşünüyorum… İleri sürülen teoriye göre karadelik, yıldızların meydana gelişi ve devamının bir neticesidir. Milyonlarca sene boyunca parlayan bir yıldız sonunda yakıtını tüketmektedir. Bu yüzden de şiddetli bir şekilde büzülmekte ve bu şekilde meydana gelen ters tepki yıldızın tekrar ısınmasına yol açmakta ve sonunda yıldızı infilak ettirmektedir. Patlayan yıldızın bir bölümü uzaya dağılırken çekirdek, büzülmesine devam etmekte ve yoğunluğu da giderek artmaktadır. Sonunda koskoca yıldızın çapı birkaç kilometreye inince yoğunluk müthiş bir ölçüye çıkmakta ve artık ısıyı ve ışığı yutacak bir hale gelmektedir. Madde o kadar sıkışır ki, mesela 696.000 km yarıçapındaki güneşin bu şekilde büzülmesi ile 2,5 km yarıçapında bir karadelik meydana gelir. Karadelik merkezine çöktüğünde, çökmeden önceki kütlesini korur. Kütlesi değişmemiştir. Sadece boyutları inanılmaz bir küçüklüğe ulaşmış, yoğunluğu o derece artmıştır. Bilindiği üzere, fiziğin en temel ve en bilinen yasalarının başında, Newton’un kütle çekim yasasıdır. Buna göre her bir cisim, kütlesi ölçüsünde diğerlerine çekim uygular. Karadelik çöktüğünde kütlesi değişmediği için, onun diğer gezegen ve yıldızlara olan çekim gücü de değişmez. Karadelik oluşmadan önce hangi çekim kuvvetleriyle bağlıysa çevresindeki gök cisimlerine, aynı şekilde bu çekim devam eder. Yörüngelerinde bir değişiklik olmadığı sürece hiç birini “yutma” tehlikesi bulunmaz. Işık için aynı şeyin söz konusu olmadığını söylemeliyiz. Çünkü ışık, karadeliğin olay ufkuna yaklaştığında, ondan kaçıp kurtulamayarak içine düşer. Karadeliğe karadelik denmesinin basit izahı ışığın bu “ölümüdür.” Işığın akıbetine bakarak, bir çok maceracı ruhlu yazar ve araştırmacı, istemeyerek karadelikleri her şeyi yutan bir canavar gibi görme yanılgısına düşerler. Oysa dünya gibi bir gezegeni veya Güneş gibi bir yıldızı yutması için, göksel cismin karadeliğin çekim alanına girmesi gerekir. Bu da hak verirsiniz ki, durup dururken olacak bir mesele değildir. Evrende kütle çekim dengelerinin aniden ve çok trajik bir şekilde yerinden oynaması gerekir. Şu an için en azından kendi güneş sistemimizin yakınında böyle bir sarsıntıya meydan verecek bir gözlem yok bildiğim kadarıyla. Karadeliği karşı konulmaz bir “aspiratör” olarak düşünmemek lazım. Herhangi bir yıldız ne kadar çekim kuvveti uyguluyorsa, o yıldızın kütlesine sahip karadelik de o kadar çekim kuvveti uygular. Galaksimizin içerisinde karadeliklerin bulunması, yıldızların bulunması ile aynı oranda çekim yaratır. Bu yüzden olağandışı bir durumun söz konusu olduğu söylenemez. Güneşimizin karadelik olarak çökmesi durumunda dahi, ona bağlı gezegenlerin çekim dengelerinde herhangi bir oynama söz konusu olmayacaktır. Bazı araştırmacılar, karadelikle ilişkili kötü bir senaryoyu güneş sistemimiz için olası görme eğilimine girdiler. Bu tezi savunanlar Kur’an’daki bazı ayetleri dayanak olarak gösteriyorlar. Kur’an’da “Güneşin kara balçıklı bir suda battığının” yazıldığı Kehf suresi 86. Ayetteki kara balçık, kara delik anlamına geliyor bu görüşe göre ve Güneş, bir kara delikte “batıyor”. Kıyamet, işte o zaman, Güneş’in ve sonrasında belki ona bağlı diğer gezegenlerin de kara delik içinde yok olacağı zaman olarak tasvir ediliyor. Kıyamet, bölgesel çaptadır bu inanca göre, evrenin tamamıyla ilişkili değildir.

(Zaman Aynası Kitabımdan)

Şahmeran'ın Sırrı



ŞAHMERAN'IN SIRRI

Şahmeran miti, içerisinde neredeyse konumuzla ilgili tüm önemli kavramları sıkıştırmıştır. Öncelikle Tahmasp ile karşılaştığında, kendisinin dünya düzeni kadar eski olduğunu ve insanoğlunun tüm tarihini anlatabileceğini açıklamıştır. İster istemez bu ifşası, Cennet yılanını çağrıştırmaktadır. Çünkü cennetteki yılan benzeri, Şahmeran da tüm sırların sahibi olduğunu öne sür

müştür. Ölümün sırları da, sağlıklı ve uzun yaşamın sırları da kendisindedir, kendi bedenindedir. İyilik ve kötülüğü bilme ağacı gibi, onun da kuyruğu ölüm, başı ise ölümsüzlüktür. Doğru yaklaşıldığı durumda Şahmeran yılan hakikatin sırrını açıklamaktadır. Yanlış yaklaşana ise ölümü yakın etmektedir. Tıpkı Tao’nun bazı meselelere olan yaklaşım felsefesi gibi… Doğru kullanıldığında (...) enerji, bilgelik getirir ve yaşamı sağlıklı, zinde ve uzun kılar. Enerjiye hatalı bir şekilde yaklaşıldığında ise süreç tersine döner… Mitte aynı zamanda, erkeğin dişile ihaneti söz konusudur...

Tantra'da Sağ-El Yolu ve Sol-El Yolu



SAĞ-EL YOLU VE SOL-EL YOLU

Tantra geleneği, iki temel yönteme bölünür: Vama Marga veya Sol El Yolu ile Dakshina Marga – Sağ El Yolu. Çağdaş insan için, iki yol arasındaki ayırım, kadın ile erkek arasındaki cinsel birleşme ritüelinde saklıdır. Her iki yol cinsel çekim duygusu ile çalıştığı halde, birinde fiziksel (cinsel) birleşme, diğerinde mental (ruhsal) birleşme söz konusudur. Maithuna ve o durumda ortaya çıkan ileri gücün kullanımı, Sol El Yolu’nun pratiğidir. Sol El Yolunda cinsellik doğal şekliyle, olduğu gibi yaşanır. Partnerlerin enerjik, ruhsal ve mental iletişimi, cinsel birleşmeyle sonuçlanır. Sağ El Yolu’nda ise kadın ile erkek arasındaki etkileşim sadece mental ve enerji düzeyinde gerçekleşir. Her iki uygulamada hedeflenen kazanım, Kundalini’ni enerjisinin uyarılması ve aktivize edilmesidir. Gerek cinsel birleşme ayinleri ile gerekse mental düzeydeki enerji çalışmalarıyla çiftler bu enerjinin yolunu açmayı gaye edinirler. Peki, Kundalini dediğimiz kuvvet tam olarak nasıl bir şeydir? Daha önceki yazılarda, insanın materyal ve enerjik bedenden meydana geldiğini anlatmıştım. Enerjik bedenin üzerinde, enerjinin yoğun faaliyette bulunduğu ayrı bölgeler olduğunu dile getirmiştim. Bunlar, yedi adet çakra kanalıdır. Fiziki ve enerjik bedenlerin durumları birbiriyle sıkı sıkıya bağlıdır. Enerjik beden (astral beden, ikiz beden), materyal bedenin dublesi gibidir. Fiziki bedenimizle yaptığımız negatif hareketler,geçirdiğimiz travmalar enerjik bedende yansıma bulur ve tersine, enerjik beden içerisindeki zayıflamalar, enerji akışındaki düzensizlikler, fiziksel bedende anomalilere yol açar, vücut sağlığında bozulmalar olur. Şu halde, kadın-erkek arasındaki fiziksel-cinsel aktivite, aynı zamanda enerjik bedende, enerji düzeyinde de gerçekleşmekte ve enerji kanallarına, yani çakralara etki etmektedir. Hepimizin bildiği böyle bir etkileşim, nefes ile beden arasında da vardır. Nefesimizi düzenlemekle fiziksel beden, oradan da enerjik beden fonksiyonları ile oynayabiliriz. Sevişmenin enerjik beden üzerindeki etkisi nefesin yarattığından kat kat fazladır, çünkü işin içine duygularımızı da karıştırmış, “ruhumuzu” da katmışızdır. Enerjik beden üzerinde, tutkulu bir sevişme kadar derin bir etkiye neden olan başka bir pratik yoktur diyebiliriz. Kundalini dediğimiz uyuyan potansiyel kuvvet, varlığını daimi olarak enerjik bedende sürdürürken, işte böyle anlarda onu fiziki bedenimizle hisseder hale gelebiliriz.

Renan Seçkin

Kundalini



KUNDALİNİ

Sanskritçe’de Kundalini, yılan biçiminde kıvrılmış, normal şartlar altında iken saklı bir yerde uyuyan güç veya enerji anlamına gelir. Bilindiği gibi yılan, güç ve bilgeliğin sembolüdür. Kundalini’nin kendisi de bilgelik gücünün ta kendisidir. Uyuyan yılan, bu gücün henüz kendisini ortaya çıkarmadığını sembolize eder. Kundalini uyandığında, bu mucizeyi hissetmemek olanaksızdır. Bu uyanış olayının sonuçlarını hemen fark ederiz. Kundalini’yi tecrübe etmek, eşi benzeri görülmemiş bir deneyimdir. Adeta fenomenal bir tecrübedir. Bu enerji istisnasız her bir insanda atıl durumda mevcudiyetini korumaktadır. İnsanüstü çaba gerektiren durumlarda, ağır stres ve aşırı fiziksel güç uygulanan zamanlarda kendiliğinden ortaya çıkabilmektedir. İnsan başa çıkamadığı bir durumla karşılaştığında gereken desteği sağlamak üzere geçici bir süre için uyarılan Kundalini sonradan kaynağına geri döner. Çünkü Kundali’nin tamamen ve sürekli olmak üzere uyanması için uzun çalışmalar gerekir, çeşitli nefes teknikleri yoga asanalarla çalışmak gerekir. Kundalini enerjisi kendini cinsel enerji, psişik enerji, aşk ve sevgi gücü ile bilgi gücü ve sanatsal ilham olarak gösterebilir. Onun tezahürleri, hayatın çeşitli alanlarında şaheserler yaratır. En değerli resimler, melodiler, edebi şaheserler Kundalini’nin getirdiği ilhamla yapılır.

“Uyuyan yılan” Kundalini uyandırıldığında, aynen yılanın gövdesini aniden dikleştirmesi gibi, birdenbire tüm kuvvetiyle kendini gözler önüne serer. İnsanı yeni bir ışıkla aydınlatırken, bambaşka biri haline dönüştürür. Sanskritçe dairesel enerji anlamına gelen bu enerji aktif olduğunda kuyruk sokumundan başlayarak omurga üzerindeki Sushumna ve çakralar üzerinden yukarı tırmanır. Hareketini sağlıklı olarak tamamlayan enerji, başın tepesinden dışarıya doğru akar. Adına bazen Shakti de denilen bu gücün depolandığı yer de kuyruk sokumudur. Kundalini bir kez harekete geçtiğinde ona direnmek bir hayli güç hatta imkansızdır. Süreci bazen yavaşlatabilmek mümkün olsa da, durdurmak veya geri döndürmek olanaksızdır. Kundalini’nin istem dışı aktivize olduğu durumlar, ilaç kullanımı, aşırı bedensel zorlanma, ağır stres, yaralanma ve sekstir.

Renan Seçkin

Kehanet mi Programlama mı? İnsan Kaderi Etkileyebilir mi - Değiştirebilir mi?



İnsan Kaderi Etkileyebilir mi - Değiştirebilir mi?

İnsanların çoğu kötü olayları önceden bildikleri takdirde onların gerçekleşmesinin önüne geçebileceklerini zannederler. Kişisel kaderlerini yönlendirip yapılandırabileceklerini ve hatta mutlak kaderden kaçınabileceklerini düşünürler. Bu amaçla çeşitli yöntemler kullanan, yetenekli olduklarını iddia eden kişilere giderler. Fakat genellikle olacakları önlemek için yaptıkları tüm denemeler faydasız olur. Amerikalı kahine Jane Dickson’un Robert Kennedy’yi onu bekleyen tehlikeye karşı uyarmak için giriştiği tüm çabalar sonuçsuz kalmıştı. Benzer durumlarda da kahinlerin verdikleri çabalar çoğunlukla amacına ulaşamaz.

Geleceği görme yeteneğine sahip birçok kişi, onun mutlak değişmez olduğunu öne sürer. Onlara göre gelecekte olaylar birkaç seçenekte gelişme özelliğine sahiptir. Bazı ünlü kahinler gelecek hakkında konuşmaktan tamamen kaçınırlar. Bir kişinin kaderi ile ilgili öngörüde bulunduklarında, dile getirdikleri öngörünün gerçekleşmesinin kaçınılmaz olduğunu düşünürler. Çok seçenekli geleceğin öngörülen bir seçeneği ile ilgili konuşmaya başlandığı anda çark dönmeye başlar, o seçenekte belirlenmiş olan olay dizinine girilir. Şartlar ona göre oluşur ve değişir; bir bilgisayar programı benzeri, ekranda çıkan çeşitli seçeneklerden birine tıklar ve süreci başlatmış oluruz.

Dile getirilen kehanetin şimdiye ne şekilde etki ettiği konusunda değişik öneriler ortaya atılabilir. Kehanet, bir telkin olarak kabullenip, kendi kendini yürüten bir sürece neden olabilir. Üçüncü kişiler tarafından dile getirilen öngörüler, ilgili kişinin bilinçdışıtarafından telkin olarak kabullenip, ileriki zamanda onu gerçekleştirmek üzere bir zincirleme olay dizini başlatabilir. Kişi, gördüğü rüyayı kehanet olarak yorumlar ve bilinçdışı da buna inanırsa, kendi kendine bir otoprogramlama uygulayabilir. Dahası tüm gerçekleşmiş kehanetler bu türden bir telepatik veya otoendükleme olabilir. Veya olay daha da komplike olabilir – zaman denen gizem ve onun etkileriyle ilişkilidir belki de…



Kehanet Zaman İçerisinde Etki Eden Telkin midir?

Kehanetin programlama mekanizmasına dair parapsikologların bir teorisi vardır. Bu teoriye göre kehanetin inşa edilmesi basitçe şöyle izah edilebilir: Kahin bilincinde şematik bir görüntü veya taslak hazırlar, onu sözel olarak ifade eder. Bu ve başka (telepatik) yollarla görüntü diğer kişilerin bilincine iletir. Böylece oluşturulan taslak realiteye etki etmeye, onu şekillendirmeye başlar. Geleceğin tüm diğer olasılıklarının gerçekleşme imkanı ortadan kalkar. Öngörü yapan kişinin zihninde oluşturduğu imgelem, bilinçdışı çalışma yöntemlerinden biri ile ilgilidir. Buna göre alıcı tarafın zihnine iletilen imgelemi, görüntüyü (vizyonu), o zihnin bilinçdışı kısmı gerçek olarak kabul etmeye ve gerçekleştirmeye başlar. Başka bir deyişle öngörü sahibi, öngörünün ilgilisi olan kişiye bu vizyonu telkin eder, yükler, şartlar. Telkini alan bilinçdışı da onu normal realiteden ayıramayacağı için, bir an evvel gerçekleştirme yönünde olan tüm olası şartları hazırlar. Kişi, kendi geleceği ile ilgili bir öngörü, rüya veya başka şekildeki bir algıyı aldığında, bu gelecek algısı nasıl ki büyük oranda gerçekleşiyorsa, ikinci ve üçüncü kişilerden duyduğu veya zihnine kabul ettiği kehanetleri de aynı şekilde gerçekleştirmek üzere işleme koyar. Arada alıcının ve vericinin tek veya iki kişi olması dışında hiçbir fark yoktur. Gelecekle ilgili bir bilgi, ister kişinin kendisi tarafından algılanmış, isterse başkaları tarafından telkin edilmiş olsun, kendi gerçekleştirme mekanizmasını devreye sokar. Kehanet şu veya bu şekilde kendini yaratır. Bu birebir şeklinde de olabilir veya yakın benzerlikte bir senaryoyla da olabilir. Bunun sebeplerini de ilerleyen sayfalarda açıklayacağım.

(Zaman Aynası Kitabımdan)

Mitar Tarabich'in Kehanetleri



1829 yılında,Kremna adında küçük bir sırp köyünde dünyaya gelen Mitar, gelecekle ilgili olaylar görmeye başlar.Rahip Zahari Zaharich(1836-1918), Tarabich'in kehanetlerini, küçük bir bloknota kaydeder. Bulgar ordusunun 1943'te evini yıkmasıyla, yazılar kısmen zarar görür. Şu anda kehanetleri içeren bu tekst, rahip Zaharich'in torunlarından olan Dejena Malenkovicha'nın ailesinde korunuyor. Kehanetlerin büyük bir kısmı, Sırbistan'ın 19.yy'daki politik olayları ile ilgilidir. Biz, yrıntılara girmeden kahinin son dönemi kapsayan ''karanlık kehanetler'' olarak adlandırılan öngörülerinin en önemli kısmını veriyoruz:''İkinci Büyük Savaş sonrası dünya barış ve bolluk içinde yaşamaya başladığı zaman,h er şey acınası bir hayal ve kandırmaca olacak. Çünkü çoğunlukla Tanrı unutalacak ve insanlar sadece beyinlerine tapacaklar... Ve siz; peder, insan zekasının Tanrı hikmetine ve bilgisine kıyasla ne denli küçük olduğunu biliyorsunuz. Denizdeki tek damladan bile azdır..Adamlar, bir kutucuk icad edecekler. İçinde görüntülerle ilgili tertibatlar bulunacak(televizyon). Ama aletler, artık hayatta olmayan benimle irtibata geçemez... Halbuki görüntü cihazları,o hayata saç tellerinin birbirine yakınlığı kadar yakın olacaklar..İnsan bu görüntü cihazları sayesinde dünyada olan biten her olayı izleyebilecek.İnsanlar, yerin derinliklerinde kuyular açacaklar ve altın elde edecekler.(Petrolün diğer bir adı:siyah altındır).Bu altın, onlara ışık, hız ve enerji sağlayacak ve dünya gözyaşı içinde boğulacak; çünkü yüzeyde, derinliklerde olduğundan fazla altın bulunacak. Dünya bu açık yaralardan dolayı zarar görecek. İnsanlar tarlada çalışmak yerine, her yeri kazıyacaklar.Doğru ve yanlış yerleri. Fakat bu güç ve enerji, haberleri olmaksızın çevrelerinde duruyor olacak. Çok sonraları,a sıl enerjiye ulaşabilecekler ve her yeri kazmanın ne kadar aptalca olduğu anlaşılacak.Bu güç, (yenilenebilir enerji) insanoğlunun içinde de var olacak; fakat keşfedilmesi ve kullanıma geçmesi için uzun zaman geçmesi gerekecek. Böylece insan, kendini bilmeden,t anımadan uzun zaman yaşayacak.Bilge adamlar, kendi kitaplarına bakarak, her ilimi bildiklerini ve yapabileceklerini sanarak yanılırlar. İnsanın neye sahip olduğunu anlamanın, kendini bilmenin önündeki en büyük engel bu adamlardır. İnsanlar, bu bilgiye sahip hale geldiklerinde, bilge adamları dinlemenin ne kadar büyük bir yanılgı olduğunu farkedeceklerdir. Bu olay gerçekleştiği zaman, bilginin ve gerçeğin ne kadar basit olduğunu görüp, daha evvel keşfedemedikleri için pişman olacaklardır.Sırbistan'da kadını erkekten ayırt etmek olanaksız hale gelecek. Hemen herkes aynı şeyi giyecek.B u felaket, sınırların ötesinden(Amerika) gelerek,uzun zaman devam edecek. Damatlar kim olduklarını bilmedikleri gelinleri alacaklar.İnsanlar,amaçsızca günlerini geçirirken, kayıp ruhlar gibi olacaklar. Babasının dedesinin kim olduğunu bilmeyen çocuklar doğacak. Her şeyi bildiklerini sanırken, aslında tüm olup bitenden habersiz olacaklar.İnsan, başka gezegenlere gidince cansız çöllerle karşılacak. Ve Tanrı onu affetsin..;Tanrı'dan daha zeki olduğunu sanacak..Orada, Tanrı'nın sonsuz barışı dışında bir şey göremeyecek; fakat kalbinin sezgisiyle onu, bütün güzelliğini ve hikmetini hissedecek. İnsanlar kulelerle(mekik..) Ay'a ve yıldızlara seyahat edecekler. Canlı hayat arayacaklar..;fakat bizimkine benzer bir hayat bulamazlar. O canlı hayat orada olacak; lakin onu göremezler... Canlı hayatın ne olduğunu anlayamazlar. Tanrı'ya inanmadan oraya giden kişi(belki de Amstrong olabilir),döndüğünde şöyle diyecek:''Siz,Tanrı'nın adını şüphe ile ananlar,benim bulunduğum yere gidin ve Tanrı zekasının ve gücünün ne olduğunu görün.İnsanlar,daha çok bilip,daha çok yapabildikçe,o kadar daha az birbirini sevip kollayacaklar.Öyle bir nefret hüküm sürecek ki..,bir takım makineler, insanlara en yakınlarından daha yakın olacak.(bilgisayar..) İnsan, kendi makinesine, en yakın komşusundan daha çok inanacak. Rakamların yer aldığı kitapları okuyup yazanların en çok bilgi sahibi olduğu sanılacak. Bu bilgeler, her şeyi rakamlara bırakacak ve sayılar onlara ne derse onu yapacaklar..Bilgelerin arasında iyiler de kötüler de olacak. Kötüler, kötülük getirecek. Havayı ve suyu mahvedecekler, mavi denizleri zehirleyecekler, insanlar bir takım hastalıklardan ölmeye başlayacak.(nükleer denemeler) İyi olan bilgelerse tüm çabalarının boşa çıktığını farkedince, sayıların yerine kendi içlerine dönecekler; düşünmek için.. Düşündükçe, tanrısal bilgeliğe yakınlaşacaklar. Fakat boşuna... Kötüler, artık tüm dünyayı mahvetmiş olacaklar ve gerçek ölüm gelecek..Acı, korkunç savaş başladığında, göğe uçacak olan savaş toplarına yeni bir cephane geliştirecek olan bilim adamları olacaktır. Bu cephane düştüğü yerde öldürmek yerine baygınlığa sebep olacak.(haarp silahı..?) Bu sihirle askerler uykuya dalacaklar. Böylece bayılanlar savaşmak yerine rüya görecekler; daha sonra bilinçleri geri dönecek.Bu ne zaman olacak? Bilemiyorum..Bana gösterilmiyor...İnsanlar şehirleri terk edip, köylere sığınacaklar. Nefes alabilmek ve su içmek için yeniden dağları ve ormanları arayacaklar. Kaçabilenler kendilerini ve ailelerini kurtarabilir, fakat hepsi değil..ve daimi değil; çünkü korkunç açlık baş gösterecektir.. Köy ve şehirlerde bulunabilen yiyecekler zehirli olacak.. Çok yiyecekler..;fakat doyabilmek için ağızlarını tıkıştıracaklar ve bundan dolayı ölecekler..Bu sıralarda,uzak rus şehirlerinde,Mihalo adında biri duyulacak.Aydın yüzlü ve barışçıl olacak.İnsanlar,onun gökte nasıl yürüdüğüne şaşıracaklar..,o ise ilk manastıra gidip çanları çalacak.Etrafında toplananlara:''Benim kim olduğumu ve de ölmediğimi unuttunuz..Oysa göğe canlı gitmiştim...'' diyecek.....Ve tüm halklar,Mihalo(Mesih..)'nun ardında yürüyecek.Dünya cennet bahçesine dönüşecek..Mihalo her yerde bulunacak ve en çok İstanbul'da..Ta ki tüm insanlar aynı dili konuşup,aynı inancı kabul edene kadar.Sonra memnun bir şekilde göğe dönecek..Savaş sırasında,kaçıp haçlı ormana saklananlar(belki de Mehdi ve yanındakiler..) kurtulacaklar..Sonra bolluk,mutluluk ve sevgi içinde yaşayacaklar..Çünkü,bundan başka savaş olmayacak...''