3 Şubat 2018 Cumartesi

KAHİN VANGA VE ŞİFACI BABA JULİA (HAVVA NİNE) GEZİ NOTLARI 2. BÖLÜM



KAHİN VANGA VE ŞİFACI BABA JULİA (HAVVA NİNE) GEZİ NOTLARI 2. BÖLÜM
…Ertesi sabah planlanan saatten biraz gecikmeli olarak yola çıktık. Gotse Delchev şehrinden 15 km mesafedeki Kribul köyüne 95 km yolumuz vardı. Rodop dağlarının adeta kuş uçmaz kervan geçmez yollarında ortalama 30 km hızla gittiğimiz için bu mesafeyi ancak 3 saatte alabildik. Ama sıkılmaya hiç meydan yoktu. Hem manzara müthişti hem de bu bölgeyle ilgili anlatılan efsaneler üzerinde konuştuk. Atalarının yılan olduğundan bahseden bazı yerel halkları hatırladık. Tabii bu yılanlar bildiğimiz sürüngen hayvan değillerdi, isimlerini yer altında yaşamaları sebebiyle öyle almışlardı. Sürekli ışıktan uzak ve nemli ortamda yaşamaları sebebiyle muhtemelen bir tür mantar hastalığına yakalanmışlardı ve derileri hem solgun hem de pul pul duruyordu. Osmanlı’nın son dönemlerine kadar bu “yılan insanlar” arada bir ortaya çıkıyordu. TV’de ve belgesellerde büyük dedesinin yılan olduğunu bahseden kişiler var hala. Rivayete göre çok çok uzun bir zaman önce bir tehlikeden korunmak için yeraltına sığınmışlar ve kendilerine orada bir yerleşke kurmuşlardı. Ancak soylarının gittikçe azalması sebebiyle senede 1 veya 2 defa yeryüzüne çıkarlar, köyleri basarlar ve kendilerine gelin olacak genç kızları kaçırırlardı. Hakikaten de bu bölgede eğer yılan insanlar varsa, kolay kolay bulunmazlardı. Yerleşimi yok denecek kadar az, el değmemiş kalan dağlık ve sık ormanlık bir bölgeydi burası. Yakınlarından geçtiğimiz tek tük Pomak köylerde dikili minareler göze çarpardı. Burada zaman durmuştu. Telefon şebekeleri çekmiyor, navigasyon çalışmıyordu. Hakikaten de bir yılan-insan çıksa ve içimizden birini götürmeye kalksa yapacak bir şey yoktu J
Öğle civarı Kribul köyüne vardık. Skribina Kadim Şifa Mabedi’ne kendi aracımızla gidemeyeceğimizi öğrendik. Bir Anunnakiden hallice izbandut gibi 3 adam geldi, bizi ciplere bindirerek 5 km ötedeki mabede götürdü. Yol o kadar bozuktu ki bu kısa mesafeyi yarım saat civarında ancak alabildik. Bunun karşılığında bizden kişi başı 10 leva (20 tl civarı) para alacaklarını söylediler. Bundan 2-3 sene evvel bu yol bile yokmuş ve Havva nine mabede eşek sırtında gidiyormuş. Mabette şifa bulan zengin bir Sofyalı, ona cömert bir bağış yapmak istemiş. Havva nine, bunun yerine yolu düzeltmesini rica etmiş. Adam, yolu bir traktör kiralayarak bizzat kendisi açmış. İyi ki de yapmış, yoksa oraya ulaşmamış imkansızdı.

Ciplerden inip, Havva nineyi izleyerek ve Kızılderililer gibi tek sıra birbirimizi takip ederek meşe ormanının içindeki patika yoldan mabede vardık. Mabet, dik bir kayanın tam kenarına yerleşmiş birkaç büyük taştan meydana geliyor. Bu mabed ile ilgili türlü söylenceler var. Hristiyanlık öncesi bir ölümsüzlük ritüelinin izlerini saptadığım bu ayin ve mabedin en az 10 bin yıllık olduğunu ve Aryanlar veya Proto-Traklar (Pelasgiler) tarafından inşa edildiğini iddia eden araştırmacılar vardı. (Bu ritüel ve inisiyasyonu ile ilgili bilahare yazacağım). İsa’dan 3 bin yıl evvel ikinciye canlandırılmış ve son olarak binli yılların başında üçüncüye düzenlenmiş. Bu yerin eski bir Atlantis merkezi olduğu da iddialar arasındadır. Hakikaten de alanda manyetik tarama yapılmış ve son derece yüksek bir radyasyon olduğu saptanmış. En yoğun olduğu yer ise mabede girişin yapıldığı merdivenli açıklık olduğu anlaşılmış.

            Mabede girişte hazırladığımız tüm malzemeleri verdik. Havva nine gerekli hazırlıkları tamamladı, açıklamaları Bulgarca dilince yaptı, ben de tercüme ettim. Sonra asa niyetine kullandığı tahta sopayı üç kez kayaya vurdu ve dedi ki: “Selamün Aleyküm. Eğer uyuyorsan uyan, eğer dışarıdaysan toplan, sana misafirler getirdim.” Sonradan bana izah ettiğine göre bu mabedin koruyucu bir ruhu (elemental veya tılsımı) varmış ve ondan bize izin vermesi için dilek ve adakta bulunmuş. Yanımıza getirdiğimiz tüm tuz ve unları, köylülerin “Saybiya” ismini verdikleri işte bu “dev kara yılan” diye bildikleri ruha adak verirlermiş. Ayrıca bu varlık herkesi almıyormuş. Havva ninenin mabedin içinde yaktığı ateş bazen sönermiş ve o zaman “kara yılanın” ve mabedin o kişiyi istemediğini anlarmış. Mabedin içinden 3 kez geçtikten sonra ve bize söylenen tüm direktifleri yerine getirdikten sonra hastalığımızı temsil eden giysiyi yakınlardaki bir ağaca bağladık, (ki bildiğime göre bu bir ak büyüdür), teşekkür edip gönlümüzden geçen bahşişimizi verdik ve alandan ayrıldık.


            Skribina Kadim Şifa Mabedi’nin mucizevi iyileştirme gücüyle ilgili birçok delil söz konusu. Zaten mabedin ne kadar çok ziyaretçi aldığı, ormanda aslı yüzlerce giysiden belliydi. Ki işi biten pekçoğu da sıra sıra dizili çuvallara doldurulmuştu. Biz de birer “Türk kafasıyla” bu giysileri ne yaptıklarını çok merak ettik. Acaba indirip indirip satıyorlar mıydı, yoksa dağıtıyorlar mıydı? Açıkçası aklı başında biri böyle bir şey yapmazdı, çünkü o giysiler bizim şifa ormanında bıraktığımız hastalıkları temsil ediyordu. Ayrıca saatler geçtikçe iyice anladığımız gibi, bölge insanının buna ihtiyacı yoktu. Şifa bulduğunu söyleyen bunca insana bakarsak, giysilere doğru muamele yapılıyordu. Bana kalırsa, şifada mabedin payı olduğu kadar, bozulmamış kalan saf inançlı yerel halkın da payı vardı. Biz bir taraftan para verirken, diğer taraftan bir kısmını geri veriyorlardı. Bize çok gülünç denecek ücret karşılığında tamamen organik ve ev yapımı ikramlar sundular. Havva ninenin döktüğü kurşun için ise toplam 10 leva (kişi başı 2tl) para verdik, ki Havva ninenin kocası bu paranın yarısını kurşun dökemeyen bir arkadaşımıza bağışladı ve “sus” işareti yaptı!

            Son olarak Havva ninenin kurşun dökme geleneği ile ilgili söylediği ve kulak arkası yapmamızı istediği bir-iki bilgiye yer verelim: Kurşunun mutlaka doğal ateşte, yani odun ateşinde dökülmesi gerektiğini anlattı, çünkü asıl şifayı veren doğal ateşin elementiymiş. Bu yüzden sakın ola gaz ocağında veya elektrikte bunu yapmayın, diye ikaz etti. İkinci uyarısı, kurşunun döküldüğü sudan kesinlikle tatmanın zararlı olduğu konusundaydı. Dediğine göre kurşun suyla temas ettiğinde negatif enerji suya geçer ve eğer onu tadarsan bu enerjiyi yoğunlaştırıp sana geri verir. Üçüncü olarak, soğutulmuş kurşunun bize geri verilmesi gerektiğini söyledi. Üzerinde 3 gece yattıktan sonra bir akarsuya atılmasını tembih etti. Deniz veya göl gibi durgun suya kesinlikle atılmazmış çünkü su akarken şifa verip hasarlı tesiri yıkarmış…

Dönüş yolunda karşımıza çıkan bu masaldan fırlamış gibi görünen kimsesiz atlar, "doğru bir iş yaptınız ve güle güle gidin" der gibiydi...