27 Kasım 2014 Perşembe

Vanga, Türkiye'deki Kitabının Ne Zaman Çıkacağını Biliyor muydu?




Bulgaristan'a gidişim yanılmıyorsam 1991 yılında idi. Türkiye'den İzmir Ruhsal Araştırmalar Derneği'nde Bulgar kahine Vang'dan söz edildi. Ben o ana kadar bilmiyordum. İlgi ile dinledim. Bir kaç gün sonra Bulgaristan'a iş seyahatine gidecektim ve bu fırsattan yararlanarak ta Vanga'nın kitabı ile ilgili çeviri konusunu geliştirmem rica edildi. İRAD'ın bağlı olduğu yayınevi de Ruh ve Madde yayınları , yani o yayınevi için görüşecektim. Bulgaristan'a gittiğimde araştırma yaptım ve Petriç'e gitmem gerektiğini söylediler. Sofya'dan bir kaç arkadaşım ile beraber ben yola koyuldum ve Rupite diye bir köyde buldum kendimi. Küçük bir ev, evin dışındaki meydanda inanılmaz bir kalabalık... Ben ümitsiz bir şekilde geri dönmek istedim ancak arkadaşlarım beklemeyi tercih etti. Saatlerce bekledik... sonra bir erkek yardımcısı çıktı Vanga'nın ve Türkiye'den Zehra gelsin...dedi. Ben algılayamadım, bir kaç kere seslendi ve arkadaşlarım kolumdan tutup içeri iteklediler beni.

Girdim içeriye ancak çok değişik bir hisse kapılmıştım...çok kalabalıktı içerisi. Sırtı bana dönük yatıyordu. "Yer bulursan otur" dedi. Oturamam, ayakta duracağım-dedim. Neden geldin -dedi. Kitabını çevirmek istiyoruz, Türkiye'den geldim...dedim.

Hafif sırt üstü gibi dönerek - "onu siz çevirmeyeceksiniz. Onun çıkmasına daha çok var. Telif hakları yeğenimde.Onunla görüşün bir dahaki sefere. Ama seneler sonra olacak- (hatırladığım 10 sene...gibi...) dedi. O yayınevinden değil. Başka yayınevinden çıkacak... dedi. Ben sessizce algılamaya çalışıyordum söylediklerini. Devam etti - bir şeyler daha sormak ister misin - dedi. Hayır dedim...hastaydı , zor nefes alıyordu, her yeri ağrıyordu... Çok üzülmüştüm. - Çık dışarıya ve evin arkasındaki derede bir kaç saat geçir, dedi. Sonra da kiliseye mutlaka uğra, dedi.

Çıktım evden ama başka bir dünyadaydım sanki. Orası başka bir gezegendi. Evin arkasından - belki de 300 metre uzağında bir dere akıyordu. Hava soğuktu ve dereden buharlar çıkıyordu... kaplıca suyu akıyordu. Dereye gittiğimde inanamamıştım...3 renk akıyordu, tortusu yani 3 renkti. 2 metre kadar kırmızı, 2 metre kadar sarı ve 2 m kadar yeşildi... bambaşka bir dünyaydı. Bana bir an gibi gelen oradaki kalışım 3 saatmiş...sonra kiliseye gittik. Kilise henüz inşaat aşamasındaydı ancak çok iyi hatırladığım şey - çanı...bir yere bağlanmıştı...nedense benim çok dikkatimi çekti... sanki hiç çalmayacakmış gibiydi...

Zehra Usanmaz, İzmir

25 Kasım 2014 Salı

Tanrının Doyuramadığı İnsanlar



İnsanların saglikli yasama imkanlarini her yönüyle yok eden ilaç lobileri bu girisimlerinde Fransa'da

inanilmasi zor bir olayi basardi. İnsanlarin sagliklarini sistemli bir sekilde bozan bu sistem GDO'lari

degistirilmis gidalarin haricinde insan sagligina faydali olan ve hic bir emek harcanmadan yetisen

basta kansizlik olmak üzere sac dökülmesine, eklem agrilarina, sindirim bozukluklarina, böbrek

zafiyatina, kadinlardaki regl problemlerine ve yüksek tansiyon gibi bir cok rahatsizliklarin

giderilmesinde etkili olan ısirgan otununun yetistirilmesini, satisini, reklaminin ve faydalarinin

insanlara tavsiye edilmesini, ayrica 2002 yilindan itibaren ısirgan otunun kendisinden yapilan

gübrenin kullanilmasini ve 2006'dan itibaren ise devletin izin verdigi tohumlarin disindaki tohumlarin kullanilmasini kanun cikartarak yasaklattilar. İcerisinde soya fasulyesinden 40 kat daha fazla protein, portakaldan 7 kat daha fazla C vitamini bulunan, dogada kendi basina yetisebilen isirgan otunun

Fransa'da yetistirilmesi ve kullanilmasi ilac lobileri tarafindan yasaklatilmis durumda.

Devletin izin verdigi Tohumlarin ve yine Devletin izin verdigi gübre haricinde gübre kullananlar, yani dogal yollardan yetisen ısirgan otunu kullanalar 75 bin euro para cezasina ve 2 yil hapis cezasiyla cezalandirabiliyorlar. Ayrica ayni yasaklatma calismalari yine bir cok rahatsizligin giderilmesinde faydali lan papatya icin de yapılmakta.

Bu olay, sagligimizin kimlerin elinde oldugunun acik bir örnegi, GDO'lu gidalarin insanlarin üzerinde ne gibi felaketlere yol acacagini anlayamayan ve Tanri'nin yarattigi gidalarla doymayan ve kontrol edilemeyen nefsini doyurmak icin Tanri'nin yarattigi gidayi degil de kendi gidasini yaratmak isteyen ve bunu da ülkemizin topraklarina ekilmesine ve dikilmesine izin veren insanlarin telafisi mümkün olmayan ne gibi felaketlere sebep olduklarinin hala farkinda değiliz.

Sedat Celepoglu

24 Kasım 2014 Pazartesi

Astralde Temas



Evde yataktayım. Ayak tabanlarında titreşim başladı. Dalınç haline geldiğimde kendimi bedenimden çıkmak için zorladım, bu zorlayış aynı zamanda niyet edişti. Bir ara sağa doğru kaymayı başarınca yataktan aşağı düştüm. Zeminin soğukluğunu hissettim. Yatağa tutunarak kalktım, aynanın oraya geçince, geriye baktım. Kendi uyur halimi gördüm, hiç ilgimi çekmedi. Yatağın üzerinden geçerken, kendi güya maddi formuma (şimdi bir hayli küçülmüştü örtünün altında) elimi bastırarak, cama gittim ve açtım. Dışarısı pırıl pırıldı yine. Cama oturdum, ayaklarımı aşağı sarkıtarak çevreyi izlemeye başladım. Bu astral versiyonda karşı siteler daha düzgündü. Bir kedi-köpek arası hayvancık nerden geldiyse, bacaklarımın arasına burnunu soktu, hırlayıp acıtıyordu, onu uzaklaştırınca aşağı uçtu, birkaç kat alttaki balkona düştü, bir şey oldu mu diye baktım. Silkinip ayağa kalkmıştı bile. Çok yüksekteydim ve atlayıp atlamamakta kararsızdım; ya çakılırsam? Cesaret edip kendimi aşağı attım, başarılı bir şekilde yere "kondum" ve etrafa tekrar bakındım. Görüntü kaybolmaya başladı, her yanımda bulut gibi bir sis vardı. Onun içerisinde yüzer gibi hareket ediyordum. Derken sis de kayboldu ve yatakta buldum kendimi. Bir daha yoğunlaşarak yine kendimi yataktan aşağı ittim, bir daha camdan uçtum. Dışarısı daha da güzelleşmişti. Yan bina bir hayli uzamış ve genişlemiş, alt katlarından biri spor salonu halini almıştı. Bu spor salonuna “dalarak” tepki çekmek istedim, ama orta yaşlı sarışın bir kadından başka kimse beni görmedi. Yine heyecan… ve yine yatağa geri dönüş. Sesler var, Tigi’nin mırıldaması ve alakasız insan konuşmaları. Bir erkek bana bir şeyler anlatıyor, ona konsantre olmaya ve anlamaya çalışıyorum. Yatakta yoganın salıncak duruşunda çapraz yatmışım. Bir erkek karşımda ama görüntüsü yok sadece sesi var ve bana konuşuyor. Onu anlamaya çalışıyorum. Bana yeni NLO (UFO’nun Bulgarcası) teknolojileri bir hayli iyi, onları deniyoruz tarzında şeyler anlatıyordu. Kapının girişinde duvara doğru saklanmış bir “şey” vardı, az ürpererek ona baktım: havada 1 metre yükseklikte duran bilinçli beyaz bir obje; bir tür beyaz maskeyi andırıyordu; insan pandomimi gibi. “Ay sen çok şekersin…” diye güldüm ona ve o sevindi. Kök çakrada yüksek basınç vardı. Bunu kim yapıyor diye sorduğumda “self” diye cevap verdi görünmeyen erkek. Bir daha sordum, yani ben kendim mi? Yine “self” dedi sadece. Peki, sizin için ne yapabilirim? Dedim. “Zaten yapıyorsun.” Diye cevap verdi. Beynimde tepe çakrada vızıltı ve dönme hareketi bir hayli yoğunlaşmış, gitgide dişçi aleti sesini andırmaya başlamıştı.

21 Kasım 2014 Cuma

Kapitalist Ruhsallık



Kapitalist “ruhsal” öğretiler

Öğretiler de kapitalizmden nasibini aldı. Modern öğretiler eskinin tevazu, azla mutlu olma anlayışını tamamen terk etti. Bir çiçeğin kokusunun insanı büyülediği, yağmur damlalarının ürperttiği, ay ışığının romantikleştirdği günler çok geride kaldı.

Modern “üstatlar” her şeyden daha fazla, daha da fazla istemenin ve tüketmenin normal bir şey olduğunu ve insanın buna hakkı olduğunu öne sürüyor. Paraya, kısmete, sevgiliye ulaşmak için hemen hepsi de palavra olan bir dünya teknik geliştiriliyor. Bilinçaltı temizleme, enerji ile bolluk açma, meleklerden sonu gelmeyen talepler… Bu işte bir hata var diyen de pek yok. Herkes her şeye aynı dönemde sahip olabilir mi? Dünyada nimetler sınırlı iken, birinin parlaması diğer bir insanın ışığının sönmesi anlamına geliyor. Birinin tok ve hayatı garanti olması diğerinin aç olması, veya sağlıksız beslenmesi, yarınını bilememesi anlamına geliyor. Böylece kapitalist ruhsal öğretiler türüyor. Ki yazarken bile kulağa trajikomik geliyor. “Ruhsal”, nasıl daha kapitalist, nasıl da benmerkezci, nasıl da zengin ve ünlü olabilirimin derdine düşmüş. Baksanız herkes, olan bütünün hayrına dönük olsun diye mırıldanıyor ama mutlaka önce kendi hayrına olmalı.

Bilinçaltının gücü, Tarı’nın gücü, meleklerin gücü, üst benliğin gücü… Değişik isimler alan bu üst mercilerden istenen hep aynı şey: Beni uğraştırmadan, vakit ve emek harcatmadan, üstelik hak etmem de gerekmeden hemen en büyük isteklerime ulaştır! Bu isteklerime ulaşma sırasında dünya nimetlerinin paylaşım dengesinin benden yana bozulacak olması umurumda değil! “Bütünün hayrına” dediğim sürece kime ne! Bir Allahın kulunun da bu teknikleri kendini ruhsal alanda gelişim için kullandığını görsem… Tanrıya edilen dualar hep bu dünya istekleriyle ilgili. Lütfen tanrıyı bu işe bulaştırmayın demek istiyorum. Tanrı, sizin kaprislerinizi yerine getirecek, doyumsuzluklarınızı doyuracak bir merci değil.

19 Kasım 2014 Çarşamba

İlahi Düzen


Bugün Ilahi bir Düzen yada Adaletten bahsettiğimizde içinde bulunduğumuz toplumdaki insanların

çoğu bu düzenin kendi bedenleri ve düşünceleriyle sınırlı olduğunu zannetmektedirler.

Kendilerinin ve başkalarının yaşam tarzlarıyla o kadar meşgul olur bir durumdadırlar ki etraflarındaki Ilahi düzenin yok olduğunun Ilahi Adaletsizliğin artık önüne geçilemeyecek bir durumda olduğunu görememektedirler.

Ilahi düzen ve Adalet insanların zannettikleri gibi kendi bedenleriyle ve düşünceleriyle sınırlı değildir. Yer yüzünde görebildiğimiz ve göremediğimiz her şeyin bir yaratıcısı ve de bir sahibi varsa ve buna da gerçekten inanılıyorsa sadece kendimizle ve etrafımızdaki insanların yaşam tarzlarıyla değil yer yüzünde yaradanın yarattığı her şeyle ilgilenmek ve onları korumak zorundayız. Ama maalesef günümüzde Ilahi düzenden ve Adaletten bahseden insanların durumu bunun tam tersini göstermektedir. Devletin önemli kademelerinde bulunan bu insanların çoğu, Tanrının yarattığını korumadığı gibi onları var gücüyle kendi nefsi ve çıkarları doğrultusunda ebediyen yok etmektedir. Ya da yok edenlere hizmet etmektedir. Bunun en acı olan tarafı da insanlar ve bütün canlıların ihtiyacı için yaratılan var olan her şeyi yok etmeyi anayasal bir düzene uydurmasıdır. Hem içinde bulunduğumuz dünyayı hem de içinde yaşadığımız bedenimizin temel maddeleri olan ve bu maddelerin eksikliğinde hem kendi bedenimizin rahatsızlanmasına hem de dünyadaki savaşlara

bile yol açan, eksikliği olan ülkelerde hayatın tamamen yok olduğu ve hastalıkların önüne geçilemeyen durumlara sebep olan Hava, Ateş, Su ve Toprağı tamamen kontrol altına alarak insanların köleleşmesini sağlayan bu düzeni anayasallaştırmak insanın insana yapacağı yer yüzündeki en büyük felaket.

Bu durumun en acı tarafı da insanları köleleştirme politikasının Türkiye'de kendilerini inançlı gösteren insanlar tarafından desteklenmesi ve anayasal bir düzen haline getirilmesi, insanların kendi çıkarları ve nefisleri doğrultusunda Tanrının insanlara bahşetmiş olduğu her şeyi yok edebileceğinin gerçek bir örneği. Her sözlerinde ve her hareketlerinde Ilahi düzenden ve Adaletten bahseden bu insanlar bir tohum içinde yatan, dünyadaki bütün canlılara yetebilecek sonsuz bereketi yok etmektedir.

Genleri değiştirilmiş tohumları ülkemizde ekerek, insanlara bu tohumlardan elde edilen gıdaları yedirerek, hem insanlığın hem de yer yüzünde yasayan bütün canlıların sağlığını ve hayatını

tehlikeye atan bu insanların Ilahi Düzenden ve Adaletten bahsetmesi çok gülünçtür. Sözde

karıncayı bile incitmediğini söyleyen bu insanlar akarsuları, ırmakları, denizleri kurutarak ormanları

yok ederek, havayı kirleterek, toprağın yapısını bozarak değil karıncayı Tanrının yaratmış olduğu

insanlar da dahil olmak üzere bütün canlıların yok olmasına kendi çıkarları ve kontrol edemedikleri

nefisleri için sebep olmuşturlar..

Yaratıcının bizlere bahşetmiş olduğu yaşamımız için gerekli olan içinde sonsuzluk bereketi, Tanrının

zekası, enerjisi bulunan tohumları yok ederek insanları yaradana değil de yaradılana köle yapacak

düzenin hazırlayıcıları olmuşlardır. Bugün ülkemizde yüzlerce genetiği bozulmuş gıdalanın üretimi

yapılarak insanlarımıza çocuklarımıza yedirilmektedir. İnsan sağlığına zararlı her şey - alkol, sigara-

uyuşturucu ve bir çok şey haram sayılıyorsa bu gibi genetiği değiştirilmiş olan gıdaların ülkemiz

topraklarına ekimi ve dikimi de yasaklanmalıdır. Ayrıca bunlar uyuşturucu ve alkol gibi haram

saydıkları maddelerden daha da tehlikelidir. Uyuşturucuyu ve alkol gibi insan sağlığına zararlı olan

maddeleri insanların kullanıp kullanmamaları kendi tercihleridir. Fakat küçük çocukların ve doğada

beslenen canlıların onların neslinin yok olmasına neden olacak bu gıdaları yememek gibi bir tercihleri ve alternatifleri yoktur.

Eğer Ilahi düzenden Ilahi adaletten bahsediyorsak nefsimizi ve çıkarlarımızı bir kenara bırakarak ya da onları terbiye ederek ya da kontrol altına alarak bizim için yaratılmış olan her şeyi yok eden her şeye biz de karşı olmalıyız ya da yaradanın yaratmış olduğu her şeyi korumalıyız. Ilahi düzen Ilahi Adalet denildiğinde şekilcilik değil yer yüzünde yaradanın yarattığı her şey akla gelmelidir.

Bizler ne kadar bu genetiği değiştirilmiş gıdaların zararlı yanlarından bahsetsek bile asıl konu

insanlar tarafından yine gözden kaçmaktadır ya da bilinçli olarak kaçırılmaktadır. Bu yapılan

çalışmanın asıl amacı insanoğlunu tamamen kontrol altına almaktır. Havayı, Suyu, Ateşi kontrol altına almış olan insan görünümündeki bu canavarlar şimdi de Toprağı kontrol altına almaya çalışmaktadır. Bu insanoğlunun yaradan Toprak ile bağlantısını kopararak kendine muhtaç etme uğraşıdır, yani içine sonsuzluk bereketi sonsuzluk enerjisi olan tohumlar ve içine bir Dünya sığdırılmış çekirdekleri ve bu çekirdeklerin ve tohumların içindeki yaratıcının koymuş olduğu Ilahi zeka yok edilerek insan kendini kendine köleleştirecek düzenin tohumlarını atmaktadır ve bunu şu anda kısmen de olsa başarmıştır. Maalesef bu durumun hızlı bir şekilde uygulanmasına bizim politikacılarımız ve yöneticilerimiz ellerinden geldiğince destek vermektedirler.

Bugüne dek genetiği bozulmuş gıdalar yüzünden yer yüzünde yüzlerce hayvan türü yok olmuştur ve bir çok bitki de yok olma tehlikesiyle karşı karşıyadır.

Her şeyi haram sınıfına koyabilenler, bu canlıların ve bitkilerin yok olmasına ve insanların sağlıklarının bozulmasına neden olan bu zararlı gıdaları da neden acaba haram sınıfına koyamıyorlar; acaba düşünemiyorlar mı, yoksa para hırsı ve kontrol edilemeyen nefsler karşısında inançları da zayıf mı kalıyor?

Tanrının yarattığı bu sonsuzluk enerjisini ve sonsuzluk bereketini nefsi ve hırsı yüzünden göremeyen ve onu kendi elleriyle yok eden ve yok olmasına izin veren bu insanlar acaba var olduğuna inandıkları ya da iddia ettikleri Tanrıya dua ettiklerinde ondan daha ne gibi bir istekte bulunacaklardır?

Son olarak: Ne ekersen onu biçersin

Sedat Celepoğlu