25 Aralık 2014 Perşembe

Ayahuaska Deneyimi (Röportaj)



Uyarı: Ayahuska, Banisteriopsis caapi bitkisinin dal ve yapraklarının kaynatılmasıyla elde edilen çok güçlü halüsinojen içecek. İçerdiği dimetiltriptamin (DMT) nedeniyle çoğu ülkede tıbbî zorunluluklar dışında kullanımı yasadışıdır. (Vikipedi)

Genel hatlarıyla izlenimlerinden bahsetmeni istesem?

Unutulmayacak bir deneyimdi; gerçekliği ile insanın kalbinde ve zihninde bir damga bırakıyor. Zihne kesinlikle bir müdahale söz konusu, neredeyse cerrahi diyebileceğimiz bir dış müdahale. Bilinç alanında psişik bir ameliyat adeta. Vücutta nükseden bazı ağrı ve hastalıkların bilişsel alandaki kaynaklarına yapılan müdahale.

Bir varlıkla iletişime geçiliyor… Ayahuaska bitkisinin vücuda çay olarak alınmasıyla son derece renkli ve dişi karakter gösteren bir varlık. Gelen görüntüde kıvrımlar, fraktal kıvrımlar, renkli oluşumlar, hareketler, sürekli bir hareketlilik söz konusuydu.

Bir niyetle giriliyor seansa. Ben birden çok niyetle girdim, bunlardan birisi insanlar ile ilişkilerimde denge arzusu idi, bir diğeri, yaşadığım deneyimin ne odluğunu anlamak. Niyet süresince neyi terk etmem gerektiğini düşündüğümde, aslında bunu yapabileceğimi daha net görmüştüm, dolayısıyla bu yönde belirgin bir niyetle girmedim. Sebze ağırlıklı beslenmenin de kendini ve hayatı izlemede bir netlik kazandırdığını izlemiş oldum.

Çay içildikten yaklaşık kırk dakika sonra midede bulantı hissi belirginleşiyor. Yaşanan deneyimin bir varlıkla, son derece güçlü bir varlıkla temas olduğu belirginleşiyor. Ayine katılan diğer kişiler ve ayini yönlendiren şaman da bir varlıkla ve çoğunlukla da dişi bir varlıkla temas edildiğini doğruladı.

Şaman nasıl biriydi, Türk mü, yabancı mı?

Şaman, ellili yaşlarda, Amerikalıydı. Seans için gelmişti ve sonrasında Kalifornia’ya geri döndü. Onun varlığı katılımcılarda güven hissi uyandırıyor.

Gelen Ayahuaska varlığı üzerinde şamanın bir kontrolü var mıydı? Yönlendirme yapıyor muydu?

Hayır, şamanın varlık üzerinde herhangi bir kontrolü yoktu. Varlık aynı anda herkese farklı bir deneyim yaşatıyordu. Ancak şamanın oradaki varlığı, tecrübesi ve verdiği güven hissi, insanları sakinleştiriyordu. Ayin öncesi şaman herkesle amacının ne olduğuna dair bir görüşme yaptı. Ve katılan herkese bazı açıklamalarda bulundu. Dikkat çekici kısımları şunlardı:

-Ne olursa olsun, yaşamak istemediğiniz bir deneyim ile karşılaşırsanız, dışına çıkmak sizin elinizde.

-Kendisine (varlığa) soru sorabilirsiniz.

Bunu dediğinde, kendi zihnimdeki bir şeyden ziyade bir varlıkla karşılaşma olacağını anlamış oldum.

Bitkinin bir varlık teması sağladığını daha önce duymamış mıydın?

Ayinden önce diğer kişilerle konuşurken, ayahuaska ile görüşeceğimizi ifade ettiklerini duyduğumda, bir bitki ile konuşma olasılığı bana komik gelmişti. Ayahuaska ile kafayı bozmuş olduklarını düşünmüştüm.

Bana kalırsa görüştüğünüz bir bitki veya bağımsız bir varlık değil de, bu bitkiyi kendine ev edinen bir varlık. Öyle olabilir mi?

Sanki o varlığın tam kendisiyle değil de, onun alt bir kısmıyla temas ettik, tıpkı bir ağacın gövdesi ile değil de yer altında kalan kökleri ile temas edermiş gibi düşün.

Çayı içtikten sonra mideniz rahatsız olmuştu, sonra ne oldu?

Sonra bazı kişiler kusmaya başladı. Şaman, zaten bunun olması gereken doğal bir tepki olduğunu söylemişti. Birkaç gün öncesinden bize söylenen diyeti uyguladığımız için, midelerde ayahuaskanın dışında pek bir şey yoktu zaten. Ben de aynı şekilde midemi temizledikten sonra gözümün önünde bana doğru yaklaşan, geceyi gündüze çeviren bol ışıklı ve bol renkli bir atmosferin içinde buldum kendimi. Şamanın seçip dinlettirdiği müzikle birlikte dans eden ve benim bilincimin çok daha üstünde, ahenkli ve çizgisel hareketlerle beni cezp etmeye çalışan bir başka varlığı seziyordum. Önce aşağı süzülen renkli kıvrımlar, daha sonra fraktal grafiklere dönüştü. Dönen renkli çarklar gibi çiçeksi oluşumlar dallanarak çoğalmaktaydı. Vücudum uyuşmum ve kendine ait bir atmosfer tabakası oluşturmuştu. Ofsetlenmiş gibiydi. Kendimi kontrollü olarak bıraktığım zamanlarda ahtapot gibi her yere yayılmış fraktal uzuvlardan bir kol ağzımdan içeri mideme doğru girmeye çalışıyordu. Onu bir iki defa durdurdum ve sonra şamanın bana güvence vermesiyle izin verdim. Midemden zihnime doğru tırmanışına şahit oldum. Zihnime ulaştığında, içinde baskılanmış, problemli anıları bulup bulup onları çözerken bana gösterdi. Geçmişte kimlerle ne sorunlar yaşadığımı, yaşattığımı açığa çıkardı. Durmadan değişen yüzler getiriyordu gözümün önüne.

Bu durmadan değişen yüzleri ben ayahuaska kullanmadan da görüyorum. Sizce varlığın sizlerle temas etme sebebi nedir? Anlatılanlardan çok istekli olduğu anlaşılıyor.

Bence o bizim zihinsel süprüntülerimizle besleniyor. O anıları çözerken, onların blokajlarıyla besleniyor. Çünkü onu çok heyecanlandırdıklarını hissettim. Tıpkı solucanların çürük organik maddelere rağbet göstermeleri gibi düşünebilirsiniz.

Röportajı veren: U.T, İstanbul

15 Aralık 2014 Pazartesi

Korku ve Öte Dünya



İnsanlar hep bilinmezden korkarlar. Gelecekte neler olacağını da bu sebeple öğrenmek isterler, kendini güvende hissedebilmek isterler. Oysa herkes için gelecekte mezar var der bir arkadaşım. Bilebilselerdi öte yanda ne olduğunu, ondan korkmazlardı ve asıl korkulası yerin burası olduğunu bilirlerdi. Diğer tarafta (dini dogmatizmin tersine) kızan köpüren cezalandıran bir güç yok. Kendimizden ve kendi kötü beklentilerimizden başkası değildir bizleri yargılayan. Vicdan ne kadar rahatsızsa, kendimizi o kadar konforsuz hissederiz fizikötesinde. Bizimle ilgilenen, bizden sorumlu varlıklar bırakın kızmayı sinirlenmeyi, bir ebeveyn şefkatiyle yaklaşıyorlar. Onlar bize, biz onlara derin bir sevgi besliyoruz. Gerçek suretlerini görmesem de (birçok surete bürünüyorlar), dokunuşlarını hissediyor, şefkat, merhamet, hoşgörü ve koruyuculuklarına tanık oluyorum. Belki de bizim saçmalıklarımız karşısında gülümsüyor da olabilirler, tıpkı bizim bebeklerin yaramazlıkları karşısında gülümsediğimiz gibi… Bilincimiz onlara nazaran çok çok düşük. Tıpkı bir hayvan yavrusu gibiyiz. Nasıl ki kedilere, köpeklere, doğadaki tüm canlılara savaşıyorlar ya da sevişiyorlar diye kızamıyorsak onlar da bize kızmıyor. Bizim için utanç verici olan eylemler onların gözünde doğamızda olan ve zamanla geliştirilecek olan evrimsel bir ürün.

O taraftayken, fiziksel dünya benim için çok silik bir rüya kadar uzak ve önemsiz. O taraftayken, fiziksel dünya ile ilgili kaygılarım olmadığı gibi, sıklıkla dönme isteğim bile yok. Çünkü döneceğim yerde, yine kaba madde dünya kurallarına tonlarca ağırlıkla birlikte batacağımı ve kurallarına ister istemez boyun eğmek zorunda kalacağımı biliyorum. Korku, asıl bu fiziksel dünyanın baş sorunu. Neredeyse tüm eylemlerimizi korku yönlendiriyor. Bu korku faktörüne o kadar kaptırmışız ki, onu fizikötesi dünya için de sürdürmeye çalışıyoruz. Bu büyük bir hata. Dünya mantığı sürdürüldüğü sürece o taraf anlaşılmaz.

13 Aralık 2014 Cumartesi

Ölüm İnisiyasyonu



"Allahım çok şükür, bir evim, işim, kızım var; şimdi de rahatlatıcı, deliksiz bir uyku uyumak istiyorum." dedim ama daha bunu der demez bedenimden yukarı ve baş tarafından ileri bir bilinç gidişi hissettim. Uykuya dalmadan önce bir koku hissediyorum, aynı zamanda tatlımsı ve de iğrenç bir koku ve bir yalnız olmama hissine kapılıyorum.

Rüya görüyorum, karşımda bej rengi duvarlarda bir takım isimler okuyorum, isimleri hafızama kazımaya çalışıyorum ama başaramıyorum. Neden sonra karşımdakilerin duvar değil, mezar taşları olduğunu anlıyorum ve içim ürperiyor. O anda farkındalık kazanıyorum, astral bilince geçişle beraber yüksek benliğim bana bir tuzak kuruyor ve diyor ki: "Ölüm nedir? Ölümün oraya gitmek istiyorum." Ve bunu dememle beraber çok yüksek bir titreşim ve başımda bir hilti sesi ile beraber başımı belaya soktuğumu anlıyorum. Başımın arkasında birileri var, iki el başımı kavrayarak, bilincimi gideceğim tarafa doğru "uçuruyor". Eller neyse ki şefkatle dokunuyor. Korkutucu değiller. Fakat ben kendi kendimi tuzağa düşürdüğüm için korkuyor ve iki dakikada mümine dönüyorum. "Allahım sana sığınıyorum..." diye sürekli tekrarlarken ve yüksek ses ve vibrasyonla uçmaya devam ederken etraf sürekli karanlık. Birkaç dakika boyunca hiç bir şey görmüyorum, dua etmeyi sürdürerek olanlara teslim oluyorum. Aynı zamanda yataktaki bedenimi de hissediyorum. (Astral kapılar ve Astral Teknikler'de bilinç bölünmesi-çoğalması dediğim birkaç yerde aynı anda olma ve hissetmeyi tarif etmiştim)

Derken karanlık alacakaranlığa dönüp aydınlanmaya başladı. Yarı aydınlık bir fon üzerinde kara kalem - siyah-beyaz çizim ama her nasılsa canlı varlık olan iki hayvan belirdi. Önce başları biraz kurda biraz da turna kuşuna benziyordu, sonra bunların yabani ördek veya turna olacağına karar verdim. Kanatlarını çarpa çarpa özgürce uçuyorlardı yan yana ahenk içinde. Çok etkileyiciydi. Ölüm onların orada mıydı? Bana bunu gösteren varlıklardan açıklama gelmiyordu.

Sonra aniden kendimi başka bir yatakta uyanır buldum. Ablam suretini almış bir kişi, yatakta sabit donakaldığımı ve ağzım açık nefes aldığımı anlattı. (muhtemelen birinin zihnine girmiştim) Yatakta doğrulup oturdum ve kaybolduğumu düşündüm. Neredeydim? Bu odayı tanımıyor ve kendi gerçekliğime nasıl döneceğimi bilmiyordum. Zorlukla oradan çıkmanın yollarını düşünürken, gözlerim sislenmeye başladı ve yine bir karanlık... Görememeye başladım. Bilincim açık ama zamansız ve mekansız olarak bekledim belli bir süre ve "Neler oluyor, deliriyor muyum, nasıl döneceğim?" diye diye kendimi zorlukla buraya kendi yatağıma (bilinç transferi) ile attım. Tekrar gözlerimi açtığımda, bir kişinin o gece öldüğünü biliyordum. Öğleden sonra çok sevdiğim bir arkadaşım aradı ve babasının saatler önce öğle sıraları öldüğünü söyledi.

9 Aralık 2014 Salı

Sevmeyi Öğretmek



Belki de gerçekten Tanrı sevgiyi bize zorla öğretmeye kararlı. İnsanın doğasında vardır, zor olana çekilmek. Hemen ulaşabildiğimizi, elimizi atınca dokunabildiğimizi sevmeyi unuturuz. Ne zaman büyük bir sevgiden, aşktan bahsedecek olursak, nedense o imkansız olmalı bizim için. Uzakta olanı, görünürün dışında olanı, soyut olanı sevmeye düşkünüz. Tanrı'yı ve melekleri de böyle sevmiyor muyuz zaten? Hiç görmediğimiz soyutu seviyor ve ona doğru çekildikçe çekiliyoruz.

İşte bazen bir şeyi sevmeye alışmak için illa da elimizden kayıp gitmesi lazım sanki. Mesela sağlıklı olduğumuz zaman bedenimizle alakamız yoktur ama en ufak rahatsızlıkta üstüne düşmeye başlarız. Çocukluğumuzu yitirince onu özlemle hatırlarız. Bir dostu, eşi, akrabayı ancak kaybedince, kıymetini anlarız. Sevgi, gerçekten de çok enteresan, gizemli bir kuvvet.

Yıldızlararası filminde de bahsi geçen sevgi kavramı, belki de doğru yönü gösteren bir pusula bizim için. Her şey mantığa uymaz. Bilim, sevgi güdüsünün anne-babanın çocuklarıyla karşılıklı bağlarının sağlamlaşması için olduğunu öneriyorsa da filmde dikkat çekildiği gibi hiç bir pratik tarafı olmayan ve üzüntüden başka bir duyguya sebep olmayan ölmüş ataları sevme hissine düzgün bir açıklama getiremez. Hiç birimiz gözümüzle görmedik, işitmedik, dokunmadık ama Atatürk'ü de öyle seviyoruz, manevi rehberleri de öyle seviyoruz.

Bugünlerde sanırım elimizdeki kıymeti sevmeyi öğrenmek için onunla vedalaşmaya ya da vedalaşma kaygısını üst düzeyde hissetmeye başlayacağız.

4 Aralık 2014 Perşembe

İki Kurt- Beinsa Douno



Bir zamanlar iki güçlü kurt yaşarmış. Bu iki şanlı kurt besili bir koyun bularak önlerine katmışlar. Koyunun büyük parçasını kimin alacağını tartışmaya başlamışlar. İkisi de koyunu kendine istiyormuş. Biri koyunu daha önce gördüğünü söylerken diğeri de buna razı değilmiş. Anlaşamayınca güreşmeye karar vermişler. Kazanan koyunu alacakmış.


Koyun kenarda durup izliyormuş. Kurtlar dövüşmeye başlamış. İkisi de güçlü olduğundan saatler geçiyor ama yenen olmuyormuş. Koyun ise kimin yeneceğini bekliyormuş. Derken yakınına bir bilge yaklaşıp, “Kızım ne bakıyorsun?” diye koyuna sormuş. “Kimin yeneceğine bakıyorum.” diye cevap vermiş saf koyun. “Peki, birinden biri kazanırsa seninle ne olacağını biliyor musun?” “Ne olacağını bilmiyorum, ikisi de oldukça güçlü kuvvetli.” Bilge onu peşinden gelmesi için çağırmış. Koyun peşine takılmış. Koyunu kendi okuluna götürüp, uzunca bir zaman ona eğitim-öğretim vermiş. Aradan çok zaman geçince yine aynı yere gelmişler ve kurtların halen koyun için dövüşmekte olduğunu görmüşler. Bilge, iki kurdun sırtına birer dizgin takmış, arabanın önüne katmış, koyunu da arabanın üzerine bindirmiş.


Hangisi daha güçlü şimdi? Kurtlarınızı at arabasının önüne koymadığınız sürece ve koyununuza öğretip onu arabaya bindirmediğiniz sürece, kamçıyı elinize almadığınız sürece hiçbir şeyde muvaffak olamazsınız. İki kurdun güreşini izlerseniz, postunuzdan olursunuz. Dünyada savaş bitmez. Ama siz kimin kazanacağını bilmek istiyorsunuz. Kutsal kitapta, “Kötülüğü iyilikle yenin” denir. Ben onu şu şekilde söyleyeyim: dünyadaki kötülüğü yenmek işini iyiliğe bırakın. Siz kendi başınızayken kötülükle direkt temasa girmeyin. “Kötülüğe karşı koyma!” Yani, kötülükle bağlantıya girip onunla sıcak savaşa girme. Ben size bir örnek vermiştim ama çoğunluğunuz anlamadı.

Bazen Tanrı’nın şeytanı neden yarattığını soruyorsunuz. O şeytanı yaratmadı. “O zaman insanlara nasıl eziyet ediyor?” İnsanlar da eziyet görmüyor. Kenarda duruyor ve şeytanların güreşini izleyerek kimin yeneceğine bakıyor. (Beinsa Douno - Melekut)

3 Aralık 2014 Çarşamba

Para



PARA

Öyle bir dünya ki bugünkü, küçükten büyüğe kadar herkes para odaklı oldu. Çocuklarımız daha konuşmaya bile başlamadan paranın değerli bir şey olduğunu algılıyorlar. Bıraksak o kağıt parçasına ilgisiz kalacaklar ama bir ısrar ediyoruz: “Al şu parayı kendine şeker alırsın, çikolata, oyuncak alırsın.” Daha okumaya başlamadan önce paraya alıştırdığımız için, “Al şu parayı kendine kalem, boya, kitap alırsın”ı hiç öğrenemiyor çocuk.

Bayramlarda eline sokuşturulan şekerlere zoraki gülüyor ufaklık, çünkü bayramlık harçlık çok daha cazip geliyor. O paralar harcanmazsa birikiyor… Hali vakti daha yerinde olanlar çocuğuna bir ayrıcalık olarak daha doğar doğmaz birikim hesapları açtırıyor… Paralar ve onları temsil eden rakamlar artıkça artıyor. Ama işin arka planını hiç düşünen olmuyor sanki.

Rüyalarda para görmek, para almak kötü bir şeye işaret. Para vermek ise tersine, “yükten, kötülükten kurtulmak”tır. Sizce rüyalar neden böyle konuşuyor? Hepimiz çılgınlar gibi parayı sevip hedeflerken, rüyalar ile bilinçdışı zihnimiz parayı neden bir felaket habercisi gibi görüyor?

Para, uğrunda en çok suç işlenen, cinayet işlenen, haksızlık ve gözyaşı üreten bir metadır. Birinin tok olması için diğerinin aç ve istismar edilmiş olmasının zaruri hale geldiği çağımızda, para salt negatifin biriktiği bir enerji havuz oldu. İnsanlar, hiç farkında bile olmadan parayı sevip onu amaçlamakla, bu negativiteye kucak açıp ceplerine onu akıtıyorlar. Başımıza bir bela gelmesin diye sadaka verişimiz boşuna mı oysa? “Ver, kurtul, negativiteyi azalt ve belayı def et!” demek istiyor eski bilgelikler…

Hiç bozuk bir tohumun sağlıklı bir filiz verdiği görülmüş müdür?

Dünyada görünenin arkasında görünmeyen bir takım dinamikler olduğunu görmezden geliyoruz maalesef.

2 Aralık 2014 Salı

Babamı Kim Uçurttu?




Rahmetli dedem, Zeynun, komünist davanın en ateşli savunucularındandı; Komünist partiye üyeydi. Bir zamanlar, Nazım Hikmet'le bir masada içmişliği de vardı. Komünist olan haliyle ateist de oluyordu. O gelenek ondan babama, sonra da biz torunlara geçti.

Ben 10 yaşlarıma geldiğimde bir gün babam beni ve ablamı yanına çağırıp bir şey paylaşmak istediğini söyledi. Ardı ardına anne-babasını kaybetmişti, psikolojisi sarsılmıştı ve şimdi yeni yeni tamir oluyordu. Arkadaşlarıyla Şumno şehrine, "Peti Kilometır" (Beşinci Km.) diye bir tesise gitmişlerdi. Orada başına gelen bir olaydı anlatmak istediği.

"Gece biraz içtik. Ben lokantadan dışarı çıkıp biraz dinlenmek istedim. Arabaya oturdum, sanırım sızmış veya uyuyakalmıştım. Bir ara beni birileri uyandırdı. Biri sağ kolumun altına girdi, diğeri de sol kolumun altına. Derken arabadan öylece çıkarıverdiler ve havaya doğru yükseltmeye başladılar. Yukarı, daha da yukarı uçuyorduk. O kadar yükseldik ki, dünya altımda bir top kadar küçük görünüyordu artık. Sonra durdular ve şunu dediler bana: 'Hani sen inanmıyor musun? Aşağıya bak ve hala inanmadığını söyle." Bunu dedikten sonra beni yavaşça geri götürdüler."

Babam, yaşadığı bu olayın ilk şokuyla ilk defa, o ana dek öğrettiklerinin tam tersini konuşuyordu. Ben hep gizem meraklısı biri olmuştum. Arkadaşlarımla daha 7-8 yaşlarımdan itibaren ruh çağırıp duruyorduk. Bunun için 6 tane kibrit çöpü kullandığımız basit bir yöntem öğrenmiştik. Bu merağımı babam da duymuş ve bir gün beni yanına çağırıp azarlamıştı. Kibrit çöplerini çıkarmış, "hadi göster bakalım nasıl yapıyorsun" dedikten sonra elime tutuşturmuştu. Tabii onun varlığında çöpler milimetre bile kıpırdamamışlardı. Ve demişti ki o zaman: "Ruh diye bir şey yok kızım, olsaydı ben babaannenle konuşmak isterdim ama yok!"

Aradan yıllar geçti, Türkiye'ye göçtük ve ben bir gün bu olayı kendisine hatırlatıp daha fazla söyleyeceği bir şey varsa öğrenmek istemiştim. Ne dese inanırsınız: "Böyle bir şey olmadı, nerden uyduruyorsun!" Aynı tavrına dönmüştü anlaşılan.

Daha geçtiğimiz 1-2 sene evvel, ailemizde baba tarafında (onun büyük teyzesi) büyük bir görücü olduğunu öğrendim ama yine başkalarından. İnsan yaradılışını bu kadar inkar eder mi? Oysa ben biliyorum ki babam ne görürse oluyor ve belki de o bundan korkuyor...