25 Aralık 2014 Perşembe

Ayahuaska Deneyimi (Röportaj)



Uyarı: Ayahuska, Banisteriopsis caapi bitkisinin dal ve yapraklarının kaynatılmasıyla elde edilen çok güçlü halüsinojen içecek. İçerdiği dimetiltriptamin (DMT) nedeniyle çoğu ülkede tıbbî zorunluluklar dışında kullanımı yasadışıdır. (Vikipedi)

Genel hatlarıyla izlenimlerinden bahsetmeni istesem?

Unutulmayacak bir deneyimdi; gerçekliği ile insanın kalbinde ve zihninde bir damga bırakıyor. Zihne kesinlikle bir müdahale söz konusu, neredeyse cerrahi diyebileceğimiz bir dış müdahale. Bilinç alanında psişik bir ameliyat adeta. Vücutta nükseden bazı ağrı ve hastalıkların bilişsel alandaki kaynaklarına yapılan müdahale.

Bir varlıkla iletişime geçiliyor… Ayahuaska bitkisinin vücuda çay olarak alınmasıyla son derece renkli ve dişi karakter gösteren bir varlık. Gelen görüntüde kıvrımlar, fraktal kıvrımlar, renkli oluşumlar, hareketler, sürekli bir hareketlilik söz konusuydu.

Bir niyetle giriliyor seansa. Ben birden çok niyetle girdim, bunlardan birisi insanlar ile ilişkilerimde denge arzusu idi, bir diğeri, yaşadığım deneyimin ne odluğunu anlamak. Niyet süresince neyi terk etmem gerektiğini düşündüğümde, aslında bunu yapabileceğimi daha net görmüştüm, dolayısıyla bu yönde belirgin bir niyetle girmedim. Sebze ağırlıklı beslenmenin de kendini ve hayatı izlemede bir netlik kazandırdığını izlemiş oldum.

Çay içildikten yaklaşık kırk dakika sonra midede bulantı hissi belirginleşiyor. Yaşanan deneyimin bir varlıkla, son derece güçlü bir varlıkla temas olduğu belirginleşiyor. Ayine katılan diğer kişiler ve ayini yönlendiren şaman da bir varlıkla ve çoğunlukla da dişi bir varlıkla temas edildiğini doğruladı.

Şaman nasıl biriydi, Türk mü, yabancı mı?

Şaman, ellili yaşlarda, Amerikalıydı. Seans için gelmişti ve sonrasında Kalifornia’ya geri döndü. Onun varlığı katılımcılarda güven hissi uyandırıyor.

Gelen Ayahuaska varlığı üzerinde şamanın bir kontrolü var mıydı? Yönlendirme yapıyor muydu?

Hayır, şamanın varlık üzerinde herhangi bir kontrolü yoktu. Varlık aynı anda herkese farklı bir deneyim yaşatıyordu. Ancak şamanın oradaki varlığı, tecrübesi ve verdiği güven hissi, insanları sakinleştiriyordu. Ayin öncesi şaman herkesle amacının ne olduğuna dair bir görüşme yaptı. Ve katılan herkese bazı açıklamalarda bulundu. Dikkat çekici kısımları şunlardı:

-Ne olursa olsun, yaşamak istemediğiniz bir deneyim ile karşılaşırsanız, dışına çıkmak sizin elinizde.

-Kendisine (varlığa) soru sorabilirsiniz.

Bunu dediğinde, kendi zihnimdeki bir şeyden ziyade bir varlıkla karşılaşma olacağını anlamış oldum.

Bitkinin bir varlık teması sağladığını daha önce duymamış mıydın?

Ayinden önce diğer kişilerle konuşurken, ayahuaska ile görüşeceğimizi ifade ettiklerini duyduğumda, bir bitki ile konuşma olasılığı bana komik gelmişti. Ayahuaska ile kafayı bozmuş olduklarını düşünmüştüm.

Bana kalırsa görüştüğünüz bir bitki veya bağımsız bir varlık değil de, bu bitkiyi kendine ev edinen bir varlık. Öyle olabilir mi?

Sanki o varlığın tam kendisiyle değil de, onun alt bir kısmıyla temas ettik, tıpkı bir ağacın gövdesi ile değil de yer altında kalan kökleri ile temas edermiş gibi düşün.

Çayı içtikten sonra mideniz rahatsız olmuştu, sonra ne oldu?

Sonra bazı kişiler kusmaya başladı. Şaman, zaten bunun olması gereken doğal bir tepki olduğunu söylemişti. Birkaç gün öncesinden bize söylenen diyeti uyguladığımız için, midelerde ayahuaskanın dışında pek bir şey yoktu zaten. Ben de aynı şekilde midemi temizledikten sonra gözümün önünde bana doğru yaklaşan, geceyi gündüze çeviren bol ışıklı ve bol renkli bir atmosferin içinde buldum kendimi. Şamanın seçip dinlettirdiği müzikle birlikte dans eden ve benim bilincimin çok daha üstünde, ahenkli ve çizgisel hareketlerle beni cezp etmeye çalışan bir başka varlığı seziyordum. Önce aşağı süzülen renkli kıvrımlar, daha sonra fraktal grafiklere dönüştü. Dönen renkli çarklar gibi çiçeksi oluşumlar dallanarak çoğalmaktaydı. Vücudum uyuşmum ve kendine ait bir atmosfer tabakası oluşturmuştu. Ofsetlenmiş gibiydi. Kendimi kontrollü olarak bıraktığım zamanlarda ahtapot gibi her yere yayılmış fraktal uzuvlardan bir kol ağzımdan içeri mideme doğru girmeye çalışıyordu. Onu bir iki defa durdurdum ve sonra şamanın bana güvence vermesiyle izin verdim. Midemden zihnime doğru tırmanışına şahit oldum. Zihnime ulaştığında, içinde baskılanmış, problemli anıları bulup bulup onları çözerken bana gösterdi. Geçmişte kimlerle ne sorunlar yaşadığımı, yaşattığımı açığa çıkardı. Durmadan değişen yüzler getiriyordu gözümün önüne.

Bu durmadan değişen yüzleri ben ayahuaska kullanmadan da görüyorum. Sizce varlığın sizlerle temas etme sebebi nedir? Anlatılanlardan çok istekli olduğu anlaşılıyor.

Bence o bizim zihinsel süprüntülerimizle besleniyor. O anıları çözerken, onların blokajlarıyla besleniyor. Çünkü onu çok heyecanlandırdıklarını hissettim. Tıpkı solucanların çürük organik maddelere rağbet göstermeleri gibi düşünebilirsiniz.

Röportajı veren: U.T, İstanbul

15 Aralık 2014 Pazartesi

Korku ve Öte Dünya



İnsanlar hep bilinmezden korkarlar. Gelecekte neler olacağını da bu sebeple öğrenmek isterler, kendini güvende hissedebilmek isterler. Oysa herkes için gelecekte mezar var der bir arkadaşım. Bilebilselerdi öte yanda ne olduğunu, ondan korkmazlardı ve asıl korkulası yerin burası olduğunu bilirlerdi. Diğer tarafta (dini dogmatizmin tersine) kızan köpüren cezalandıran bir güç yok. Kendimizden ve kendi kötü beklentilerimizden başkası değildir bizleri yargılayan. Vicdan ne kadar rahatsızsa, kendimizi o kadar konforsuz hissederiz fizikötesinde. Bizimle ilgilenen, bizden sorumlu varlıklar bırakın kızmayı sinirlenmeyi, bir ebeveyn şefkatiyle yaklaşıyorlar. Onlar bize, biz onlara derin bir sevgi besliyoruz. Gerçek suretlerini görmesem de (birçok surete bürünüyorlar), dokunuşlarını hissediyor, şefkat, merhamet, hoşgörü ve koruyuculuklarına tanık oluyorum. Belki de bizim saçmalıklarımız karşısında gülümsüyor da olabilirler, tıpkı bizim bebeklerin yaramazlıkları karşısında gülümsediğimiz gibi… Bilincimiz onlara nazaran çok çok düşük. Tıpkı bir hayvan yavrusu gibiyiz. Nasıl ki kedilere, köpeklere, doğadaki tüm canlılara savaşıyorlar ya da sevişiyorlar diye kızamıyorsak onlar da bize kızmıyor. Bizim için utanç verici olan eylemler onların gözünde doğamızda olan ve zamanla geliştirilecek olan evrimsel bir ürün.

O taraftayken, fiziksel dünya benim için çok silik bir rüya kadar uzak ve önemsiz. O taraftayken, fiziksel dünya ile ilgili kaygılarım olmadığı gibi, sıklıkla dönme isteğim bile yok. Çünkü döneceğim yerde, yine kaba madde dünya kurallarına tonlarca ağırlıkla birlikte batacağımı ve kurallarına ister istemez boyun eğmek zorunda kalacağımı biliyorum. Korku, asıl bu fiziksel dünyanın baş sorunu. Neredeyse tüm eylemlerimizi korku yönlendiriyor. Bu korku faktörüne o kadar kaptırmışız ki, onu fizikötesi dünya için de sürdürmeye çalışıyoruz. Bu büyük bir hata. Dünya mantığı sürdürüldüğü sürece o taraf anlaşılmaz.

13 Aralık 2014 Cumartesi

Ölüm İnisiyasyonu



"Allahım çok şükür, bir evim, işim, kızım var; şimdi de rahatlatıcı, deliksiz bir uyku uyumak istiyorum." dedim ama daha bunu der demez bedenimden yukarı ve baş tarafından ileri bir bilinç gidişi hissettim. Uykuya dalmadan önce bir koku hissediyorum, aynı zamanda tatlımsı ve de iğrenç bir koku ve bir yalnız olmama hissine kapılıyorum.

Rüya görüyorum, karşımda bej rengi duvarlarda bir takım isimler okuyorum, isimleri hafızama kazımaya çalışıyorum ama başaramıyorum. Neden sonra karşımdakilerin duvar değil, mezar taşları olduğunu anlıyorum ve içim ürperiyor. O anda farkındalık kazanıyorum, astral bilince geçişle beraber yüksek benliğim bana bir tuzak kuruyor ve diyor ki: "Ölüm nedir? Ölümün oraya gitmek istiyorum." Ve bunu dememle beraber çok yüksek bir titreşim ve başımda bir hilti sesi ile beraber başımı belaya soktuğumu anlıyorum. Başımın arkasında birileri var, iki el başımı kavrayarak, bilincimi gideceğim tarafa doğru "uçuruyor". Eller neyse ki şefkatle dokunuyor. Korkutucu değiller. Fakat ben kendi kendimi tuzağa düşürdüğüm için korkuyor ve iki dakikada mümine dönüyorum. "Allahım sana sığınıyorum..." diye sürekli tekrarlarken ve yüksek ses ve vibrasyonla uçmaya devam ederken etraf sürekli karanlık. Birkaç dakika boyunca hiç bir şey görmüyorum, dua etmeyi sürdürerek olanlara teslim oluyorum. Aynı zamanda yataktaki bedenimi de hissediyorum. (Astral kapılar ve Astral Teknikler'de bilinç bölünmesi-çoğalması dediğim birkaç yerde aynı anda olma ve hissetmeyi tarif etmiştim)

Derken karanlık alacakaranlığa dönüp aydınlanmaya başladı. Yarı aydınlık bir fon üzerinde kara kalem - siyah-beyaz çizim ama her nasılsa canlı varlık olan iki hayvan belirdi. Önce başları biraz kurda biraz da turna kuşuna benziyordu, sonra bunların yabani ördek veya turna olacağına karar verdim. Kanatlarını çarpa çarpa özgürce uçuyorlardı yan yana ahenk içinde. Çok etkileyiciydi. Ölüm onların orada mıydı? Bana bunu gösteren varlıklardan açıklama gelmiyordu.

Sonra aniden kendimi başka bir yatakta uyanır buldum. Ablam suretini almış bir kişi, yatakta sabit donakaldığımı ve ağzım açık nefes aldığımı anlattı. (muhtemelen birinin zihnine girmiştim) Yatakta doğrulup oturdum ve kaybolduğumu düşündüm. Neredeydim? Bu odayı tanımıyor ve kendi gerçekliğime nasıl döneceğimi bilmiyordum. Zorlukla oradan çıkmanın yollarını düşünürken, gözlerim sislenmeye başladı ve yine bir karanlık... Görememeye başladım. Bilincim açık ama zamansız ve mekansız olarak bekledim belli bir süre ve "Neler oluyor, deliriyor muyum, nasıl döneceğim?" diye diye kendimi zorlukla buraya kendi yatağıma (bilinç transferi) ile attım. Tekrar gözlerimi açtığımda, bir kişinin o gece öldüğünü biliyordum. Öğleden sonra çok sevdiğim bir arkadaşım aradı ve babasının saatler önce öğle sıraları öldüğünü söyledi.

9 Aralık 2014 Salı

Sevmeyi Öğretmek



Belki de gerçekten Tanrı sevgiyi bize zorla öğretmeye kararlı. İnsanın doğasında vardır, zor olana çekilmek. Hemen ulaşabildiğimizi, elimizi atınca dokunabildiğimizi sevmeyi unuturuz. Ne zaman büyük bir sevgiden, aşktan bahsedecek olursak, nedense o imkansız olmalı bizim için. Uzakta olanı, görünürün dışında olanı, soyut olanı sevmeye düşkünüz. Tanrı'yı ve melekleri de böyle sevmiyor muyuz zaten? Hiç görmediğimiz soyutu seviyor ve ona doğru çekildikçe çekiliyoruz.

İşte bazen bir şeyi sevmeye alışmak için illa da elimizden kayıp gitmesi lazım sanki. Mesela sağlıklı olduğumuz zaman bedenimizle alakamız yoktur ama en ufak rahatsızlıkta üstüne düşmeye başlarız. Çocukluğumuzu yitirince onu özlemle hatırlarız. Bir dostu, eşi, akrabayı ancak kaybedince, kıymetini anlarız. Sevgi, gerçekten de çok enteresan, gizemli bir kuvvet.

Yıldızlararası filminde de bahsi geçen sevgi kavramı, belki de doğru yönü gösteren bir pusula bizim için. Her şey mantığa uymaz. Bilim, sevgi güdüsünün anne-babanın çocuklarıyla karşılıklı bağlarının sağlamlaşması için olduğunu öneriyorsa da filmde dikkat çekildiği gibi hiç bir pratik tarafı olmayan ve üzüntüden başka bir duyguya sebep olmayan ölmüş ataları sevme hissine düzgün bir açıklama getiremez. Hiç birimiz gözümüzle görmedik, işitmedik, dokunmadık ama Atatürk'ü de öyle seviyoruz, manevi rehberleri de öyle seviyoruz.

Bugünlerde sanırım elimizdeki kıymeti sevmeyi öğrenmek için onunla vedalaşmaya ya da vedalaşma kaygısını üst düzeyde hissetmeye başlayacağız.

4 Aralık 2014 Perşembe

İki Kurt- Beinsa Douno



Bir zamanlar iki güçlü kurt yaşarmış. Bu iki şanlı kurt besili bir koyun bularak önlerine katmışlar. Koyunun büyük parçasını kimin alacağını tartışmaya başlamışlar. İkisi de koyunu kendine istiyormuş. Biri koyunu daha önce gördüğünü söylerken diğeri de buna razı değilmiş. Anlaşamayınca güreşmeye karar vermişler. Kazanan koyunu alacakmış.


Koyun kenarda durup izliyormuş. Kurtlar dövüşmeye başlamış. İkisi de güçlü olduğundan saatler geçiyor ama yenen olmuyormuş. Koyun ise kimin yeneceğini bekliyormuş. Derken yakınına bir bilge yaklaşıp, “Kızım ne bakıyorsun?” diye koyuna sormuş. “Kimin yeneceğine bakıyorum.” diye cevap vermiş saf koyun. “Peki, birinden biri kazanırsa seninle ne olacağını biliyor musun?” “Ne olacağını bilmiyorum, ikisi de oldukça güçlü kuvvetli.” Bilge onu peşinden gelmesi için çağırmış. Koyun peşine takılmış. Koyunu kendi okuluna götürüp, uzunca bir zaman ona eğitim-öğretim vermiş. Aradan çok zaman geçince yine aynı yere gelmişler ve kurtların halen koyun için dövüşmekte olduğunu görmüşler. Bilge, iki kurdun sırtına birer dizgin takmış, arabanın önüne katmış, koyunu da arabanın üzerine bindirmiş.


Hangisi daha güçlü şimdi? Kurtlarınızı at arabasının önüne koymadığınız sürece ve koyununuza öğretip onu arabaya bindirmediğiniz sürece, kamçıyı elinize almadığınız sürece hiçbir şeyde muvaffak olamazsınız. İki kurdun güreşini izlerseniz, postunuzdan olursunuz. Dünyada savaş bitmez. Ama siz kimin kazanacağını bilmek istiyorsunuz. Kutsal kitapta, “Kötülüğü iyilikle yenin” denir. Ben onu şu şekilde söyleyeyim: dünyadaki kötülüğü yenmek işini iyiliğe bırakın. Siz kendi başınızayken kötülükle direkt temasa girmeyin. “Kötülüğe karşı koyma!” Yani, kötülükle bağlantıya girip onunla sıcak savaşa girme. Ben size bir örnek vermiştim ama çoğunluğunuz anlamadı.

Bazen Tanrı’nın şeytanı neden yarattığını soruyorsunuz. O şeytanı yaratmadı. “O zaman insanlara nasıl eziyet ediyor?” İnsanlar da eziyet görmüyor. Kenarda duruyor ve şeytanların güreşini izleyerek kimin yeneceğine bakıyor. (Beinsa Douno - Melekut)

3 Aralık 2014 Çarşamba

Para



PARA

Öyle bir dünya ki bugünkü, küçükten büyüğe kadar herkes para odaklı oldu. Çocuklarımız daha konuşmaya bile başlamadan paranın değerli bir şey olduğunu algılıyorlar. Bıraksak o kağıt parçasına ilgisiz kalacaklar ama bir ısrar ediyoruz: “Al şu parayı kendine şeker alırsın, çikolata, oyuncak alırsın.” Daha okumaya başlamadan önce paraya alıştırdığımız için, “Al şu parayı kendine kalem, boya, kitap alırsın”ı hiç öğrenemiyor çocuk.

Bayramlarda eline sokuşturulan şekerlere zoraki gülüyor ufaklık, çünkü bayramlık harçlık çok daha cazip geliyor. O paralar harcanmazsa birikiyor… Hali vakti daha yerinde olanlar çocuğuna bir ayrıcalık olarak daha doğar doğmaz birikim hesapları açtırıyor… Paralar ve onları temsil eden rakamlar artıkça artıyor. Ama işin arka planını hiç düşünen olmuyor sanki.

Rüyalarda para görmek, para almak kötü bir şeye işaret. Para vermek ise tersine, “yükten, kötülükten kurtulmak”tır. Sizce rüyalar neden böyle konuşuyor? Hepimiz çılgınlar gibi parayı sevip hedeflerken, rüyalar ile bilinçdışı zihnimiz parayı neden bir felaket habercisi gibi görüyor?

Para, uğrunda en çok suç işlenen, cinayet işlenen, haksızlık ve gözyaşı üreten bir metadır. Birinin tok olması için diğerinin aç ve istismar edilmiş olmasının zaruri hale geldiği çağımızda, para salt negatifin biriktiği bir enerji havuz oldu. İnsanlar, hiç farkında bile olmadan parayı sevip onu amaçlamakla, bu negativiteye kucak açıp ceplerine onu akıtıyorlar. Başımıza bir bela gelmesin diye sadaka verişimiz boşuna mı oysa? “Ver, kurtul, negativiteyi azalt ve belayı def et!” demek istiyor eski bilgelikler…

Hiç bozuk bir tohumun sağlıklı bir filiz verdiği görülmüş müdür?

Dünyada görünenin arkasında görünmeyen bir takım dinamikler olduğunu görmezden geliyoruz maalesef.

2 Aralık 2014 Salı

Babamı Kim Uçurttu?




Rahmetli dedem, Zeynun, komünist davanın en ateşli savunucularındandı; Komünist partiye üyeydi. Bir zamanlar, Nazım Hikmet'le bir masada içmişliği de vardı. Komünist olan haliyle ateist de oluyordu. O gelenek ondan babama, sonra da biz torunlara geçti.

Ben 10 yaşlarıma geldiğimde bir gün babam beni ve ablamı yanına çağırıp bir şey paylaşmak istediğini söyledi. Ardı ardına anne-babasını kaybetmişti, psikolojisi sarsılmıştı ve şimdi yeni yeni tamir oluyordu. Arkadaşlarıyla Şumno şehrine, "Peti Kilometır" (Beşinci Km.) diye bir tesise gitmişlerdi. Orada başına gelen bir olaydı anlatmak istediği.

"Gece biraz içtik. Ben lokantadan dışarı çıkıp biraz dinlenmek istedim. Arabaya oturdum, sanırım sızmış veya uyuyakalmıştım. Bir ara beni birileri uyandırdı. Biri sağ kolumun altına girdi, diğeri de sol kolumun altına. Derken arabadan öylece çıkarıverdiler ve havaya doğru yükseltmeye başladılar. Yukarı, daha da yukarı uçuyorduk. O kadar yükseldik ki, dünya altımda bir top kadar küçük görünüyordu artık. Sonra durdular ve şunu dediler bana: 'Hani sen inanmıyor musun? Aşağıya bak ve hala inanmadığını söyle." Bunu dedikten sonra beni yavaşça geri götürdüler."

Babam, yaşadığı bu olayın ilk şokuyla ilk defa, o ana dek öğrettiklerinin tam tersini konuşuyordu. Ben hep gizem meraklısı biri olmuştum. Arkadaşlarımla daha 7-8 yaşlarımdan itibaren ruh çağırıp duruyorduk. Bunun için 6 tane kibrit çöpü kullandığımız basit bir yöntem öğrenmiştik. Bu merağımı babam da duymuş ve bir gün beni yanına çağırıp azarlamıştı. Kibrit çöplerini çıkarmış, "hadi göster bakalım nasıl yapıyorsun" dedikten sonra elime tutuşturmuştu. Tabii onun varlığında çöpler milimetre bile kıpırdamamışlardı. Ve demişti ki o zaman: "Ruh diye bir şey yok kızım, olsaydı ben babaannenle konuşmak isterdim ama yok!"

Aradan yıllar geçti, Türkiye'ye göçtük ve ben bir gün bu olayı kendisine hatırlatıp daha fazla söyleyeceği bir şey varsa öğrenmek istemiştim. Ne dese inanırsınız: "Böyle bir şey olmadı, nerden uyduruyorsun!" Aynı tavrına dönmüştü anlaşılan.

Daha geçtiğimiz 1-2 sene evvel, ailemizde baba tarafında (onun büyük teyzesi) büyük bir görücü olduğunu öğrendim ama yine başkalarından. İnsan yaradılışını bu kadar inkar eder mi? Oysa ben biliyorum ki babam ne görürse oluyor ve belki de o bundan korkuyor...

27 Kasım 2014 Perşembe

Vanga, Türkiye'deki Kitabının Ne Zaman Çıkacağını Biliyor muydu?




Bulgaristan'a gidişim yanılmıyorsam 1991 yılında idi. Türkiye'den İzmir Ruhsal Araştırmalar Derneği'nde Bulgar kahine Vang'dan söz edildi. Ben o ana kadar bilmiyordum. İlgi ile dinledim. Bir kaç gün sonra Bulgaristan'a iş seyahatine gidecektim ve bu fırsattan yararlanarak ta Vanga'nın kitabı ile ilgili çeviri konusunu geliştirmem rica edildi. İRAD'ın bağlı olduğu yayınevi de Ruh ve Madde yayınları , yani o yayınevi için görüşecektim. Bulgaristan'a gittiğimde araştırma yaptım ve Petriç'e gitmem gerektiğini söylediler. Sofya'dan bir kaç arkadaşım ile beraber ben yola koyuldum ve Rupite diye bir köyde buldum kendimi. Küçük bir ev, evin dışındaki meydanda inanılmaz bir kalabalık... Ben ümitsiz bir şekilde geri dönmek istedim ancak arkadaşlarım beklemeyi tercih etti. Saatlerce bekledik... sonra bir erkek yardımcısı çıktı Vanga'nın ve Türkiye'den Zehra gelsin...dedi. Ben algılayamadım, bir kaç kere seslendi ve arkadaşlarım kolumdan tutup içeri iteklediler beni.

Girdim içeriye ancak çok değişik bir hisse kapılmıştım...çok kalabalıktı içerisi. Sırtı bana dönük yatıyordu. "Yer bulursan otur" dedi. Oturamam, ayakta duracağım-dedim. Neden geldin -dedi. Kitabını çevirmek istiyoruz, Türkiye'den geldim...dedim.

Hafif sırt üstü gibi dönerek - "onu siz çevirmeyeceksiniz. Onun çıkmasına daha çok var. Telif hakları yeğenimde.Onunla görüşün bir dahaki sefere. Ama seneler sonra olacak- (hatırladığım 10 sene...gibi...) dedi. O yayınevinden değil. Başka yayınevinden çıkacak... dedi. Ben sessizce algılamaya çalışıyordum söylediklerini. Devam etti - bir şeyler daha sormak ister misin - dedi. Hayır dedim...hastaydı , zor nefes alıyordu, her yeri ağrıyordu... Çok üzülmüştüm. - Çık dışarıya ve evin arkasındaki derede bir kaç saat geçir, dedi. Sonra da kiliseye mutlaka uğra, dedi.

Çıktım evden ama başka bir dünyadaydım sanki. Orası başka bir gezegendi. Evin arkasından - belki de 300 metre uzağında bir dere akıyordu. Hava soğuktu ve dereden buharlar çıkıyordu... kaplıca suyu akıyordu. Dereye gittiğimde inanamamıştım...3 renk akıyordu, tortusu yani 3 renkti. 2 metre kadar kırmızı, 2 metre kadar sarı ve 2 m kadar yeşildi... bambaşka bir dünyaydı. Bana bir an gibi gelen oradaki kalışım 3 saatmiş...sonra kiliseye gittik. Kilise henüz inşaat aşamasındaydı ancak çok iyi hatırladığım şey - çanı...bir yere bağlanmıştı...nedense benim çok dikkatimi çekti... sanki hiç çalmayacakmış gibiydi...

Zehra Usanmaz, İzmir

25 Kasım 2014 Salı

Tanrının Doyuramadığı İnsanlar



İnsanların saglikli yasama imkanlarini her yönüyle yok eden ilaç lobileri bu girisimlerinde Fransa'da

inanilmasi zor bir olayi basardi. İnsanlarin sagliklarini sistemli bir sekilde bozan bu sistem GDO'lari

degistirilmis gidalarin haricinde insan sagligina faydali olan ve hic bir emek harcanmadan yetisen

basta kansizlik olmak üzere sac dökülmesine, eklem agrilarina, sindirim bozukluklarina, böbrek

zafiyatina, kadinlardaki regl problemlerine ve yüksek tansiyon gibi bir cok rahatsizliklarin

giderilmesinde etkili olan ısirgan otununun yetistirilmesini, satisini, reklaminin ve faydalarinin

insanlara tavsiye edilmesini, ayrica 2002 yilindan itibaren ısirgan otunun kendisinden yapilan

gübrenin kullanilmasini ve 2006'dan itibaren ise devletin izin verdigi tohumlarin disindaki tohumlarin kullanilmasini kanun cikartarak yasaklattilar. İcerisinde soya fasulyesinden 40 kat daha fazla protein, portakaldan 7 kat daha fazla C vitamini bulunan, dogada kendi basina yetisebilen isirgan otunun

Fransa'da yetistirilmesi ve kullanilmasi ilac lobileri tarafindan yasaklatilmis durumda.

Devletin izin verdigi Tohumlarin ve yine Devletin izin verdigi gübre haricinde gübre kullananlar, yani dogal yollardan yetisen ısirgan otunu kullanalar 75 bin euro para cezasina ve 2 yil hapis cezasiyla cezalandirabiliyorlar. Ayrica ayni yasaklatma calismalari yine bir cok rahatsizligin giderilmesinde faydali lan papatya icin de yapılmakta.

Bu olay, sagligimizin kimlerin elinde oldugunun acik bir örnegi, GDO'lu gidalarin insanlarin üzerinde ne gibi felaketlere yol acacagini anlayamayan ve Tanri'nin yarattigi gidalarla doymayan ve kontrol edilemeyen nefsini doyurmak icin Tanri'nin yarattigi gidayi degil de kendi gidasini yaratmak isteyen ve bunu da ülkemizin topraklarina ekilmesine ve dikilmesine izin veren insanlarin telafisi mümkün olmayan ne gibi felaketlere sebep olduklarinin hala farkinda değiliz.

Sedat Celepoglu

24 Kasım 2014 Pazartesi

Astralde Temas



Evde yataktayım. Ayak tabanlarında titreşim başladı. Dalınç haline geldiğimde kendimi bedenimden çıkmak için zorladım, bu zorlayış aynı zamanda niyet edişti. Bir ara sağa doğru kaymayı başarınca yataktan aşağı düştüm. Zeminin soğukluğunu hissettim. Yatağa tutunarak kalktım, aynanın oraya geçince, geriye baktım. Kendi uyur halimi gördüm, hiç ilgimi çekmedi. Yatağın üzerinden geçerken, kendi güya maddi formuma (şimdi bir hayli küçülmüştü örtünün altında) elimi bastırarak, cama gittim ve açtım. Dışarısı pırıl pırıldı yine. Cama oturdum, ayaklarımı aşağı sarkıtarak çevreyi izlemeye başladım. Bu astral versiyonda karşı siteler daha düzgündü. Bir kedi-köpek arası hayvancık nerden geldiyse, bacaklarımın arasına burnunu soktu, hırlayıp acıtıyordu, onu uzaklaştırınca aşağı uçtu, birkaç kat alttaki balkona düştü, bir şey oldu mu diye baktım. Silkinip ayağa kalkmıştı bile. Çok yüksekteydim ve atlayıp atlamamakta kararsızdım; ya çakılırsam? Cesaret edip kendimi aşağı attım, başarılı bir şekilde yere "kondum" ve etrafa tekrar bakındım. Görüntü kaybolmaya başladı, her yanımda bulut gibi bir sis vardı. Onun içerisinde yüzer gibi hareket ediyordum. Derken sis de kayboldu ve yatakta buldum kendimi. Bir daha yoğunlaşarak yine kendimi yataktan aşağı ittim, bir daha camdan uçtum. Dışarısı daha da güzelleşmişti. Yan bina bir hayli uzamış ve genişlemiş, alt katlarından biri spor salonu halini almıştı. Bu spor salonuna “dalarak” tepki çekmek istedim, ama orta yaşlı sarışın bir kadından başka kimse beni görmedi. Yine heyecan… ve yine yatağa geri dönüş. Sesler var, Tigi’nin mırıldaması ve alakasız insan konuşmaları. Bir erkek bana bir şeyler anlatıyor, ona konsantre olmaya ve anlamaya çalışıyorum. Yatakta yoganın salıncak duruşunda çapraz yatmışım. Bir erkek karşımda ama görüntüsü yok sadece sesi var ve bana konuşuyor. Onu anlamaya çalışıyorum. Bana yeni NLO (UFO’nun Bulgarcası) teknolojileri bir hayli iyi, onları deniyoruz tarzında şeyler anlatıyordu. Kapının girişinde duvara doğru saklanmış bir “şey” vardı, az ürpererek ona baktım: havada 1 metre yükseklikte duran bilinçli beyaz bir obje; bir tür beyaz maskeyi andırıyordu; insan pandomimi gibi. “Ay sen çok şekersin…” diye güldüm ona ve o sevindi. Kök çakrada yüksek basınç vardı. Bunu kim yapıyor diye sorduğumda “self” diye cevap verdi görünmeyen erkek. Bir daha sordum, yani ben kendim mi? Yine “self” dedi sadece. Peki, sizin için ne yapabilirim? Dedim. “Zaten yapıyorsun.” Diye cevap verdi. Beynimde tepe çakrada vızıltı ve dönme hareketi bir hayli yoğunlaşmış, gitgide dişçi aleti sesini andırmaya başlamıştı.

21 Kasım 2014 Cuma

Kapitalist Ruhsallık



Kapitalist “ruhsal” öğretiler

Öğretiler de kapitalizmden nasibini aldı. Modern öğretiler eskinin tevazu, azla mutlu olma anlayışını tamamen terk etti. Bir çiçeğin kokusunun insanı büyülediği, yağmur damlalarının ürperttiği, ay ışığının romantikleştirdği günler çok geride kaldı.

Modern “üstatlar” her şeyden daha fazla, daha da fazla istemenin ve tüketmenin normal bir şey olduğunu ve insanın buna hakkı olduğunu öne sürüyor. Paraya, kısmete, sevgiliye ulaşmak için hemen hepsi de palavra olan bir dünya teknik geliştiriliyor. Bilinçaltı temizleme, enerji ile bolluk açma, meleklerden sonu gelmeyen talepler… Bu işte bir hata var diyen de pek yok. Herkes her şeye aynı dönemde sahip olabilir mi? Dünyada nimetler sınırlı iken, birinin parlaması diğer bir insanın ışığının sönmesi anlamına geliyor. Birinin tok ve hayatı garanti olması diğerinin aç olması, veya sağlıksız beslenmesi, yarınını bilememesi anlamına geliyor. Böylece kapitalist ruhsal öğretiler türüyor. Ki yazarken bile kulağa trajikomik geliyor. “Ruhsal”, nasıl daha kapitalist, nasıl da benmerkezci, nasıl da zengin ve ünlü olabilirimin derdine düşmüş. Baksanız herkes, olan bütünün hayrına dönük olsun diye mırıldanıyor ama mutlaka önce kendi hayrına olmalı.

Bilinçaltının gücü, Tarı’nın gücü, meleklerin gücü, üst benliğin gücü… Değişik isimler alan bu üst mercilerden istenen hep aynı şey: Beni uğraştırmadan, vakit ve emek harcatmadan, üstelik hak etmem de gerekmeden hemen en büyük isteklerime ulaştır! Bu isteklerime ulaşma sırasında dünya nimetlerinin paylaşım dengesinin benden yana bozulacak olması umurumda değil! “Bütünün hayrına” dediğim sürece kime ne! Bir Allahın kulunun da bu teknikleri kendini ruhsal alanda gelişim için kullandığını görsem… Tanrıya edilen dualar hep bu dünya istekleriyle ilgili. Lütfen tanrıyı bu işe bulaştırmayın demek istiyorum. Tanrı, sizin kaprislerinizi yerine getirecek, doyumsuzluklarınızı doyuracak bir merci değil.

19 Kasım 2014 Çarşamba

İlahi Düzen


Bugün Ilahi bir Düzen yada Adaletten bahsettiğimizde içinde bulunduğumuz toplumdaki insanların

çoğu bu düzenin kendi bedenleri ve düşünceleriyle sınırlı olduğunu zannetmektedirler.

Kendilerinin ve başkalarının yaşam tarzlarıyla o kadar meşgul olur bir durumdadırlar ki etraflarındaki Ilahi düzenin yok olduğunun Ilahi Adaletsizliğin artık önüne geçilemeyecek bir durumda olduğunu görememektedirler.

Ilahi düzen ve Adalet insanların zannettikleri gibi kendi bedenleriyle ve düşünceleriyle sınırlı değildir. Yer yüzünde görebildiğimiz ve göremediğimiz her şeyin bir yaratıcısı ve de bir sahibi varsa ve buna da gerçekten inanılıyorsa sadece kendimizle ve etrafımızdaki insanların yaşam tarzlarıyla değil yer yüzünde yaradanın yarattığı her şeyle ilgilenmek ve onları korumak zorundayız. Ama maalesef günümüzde Ilahi düzenden ve Adaletten bahseden insanların durumu bunun tam tersini göstermektedir. Devletin önemli kademelerinde bulunan bu insanların çoğu, Tanrının yarattığını korumadığı gibi onları var gücüyle kendi nefsi ve çıkarları doğrultusunda ebediyen yok etmektedir. Ya da yok edenlere hizmet etmektedir. Bunun en acı olan tarafı da insanlar ve bütün canlıların ihtiyacı için yaratılan var olan her şeyi yok etmeyi anayasal bir düzene uydurmasıdır. Hem içinde bulunduğumuz dünyayı hem de içinde yaşadığımız bedenimizin temel maddeleri olan ve bu maddelerin eksikliğinde hem kendi bedenimizin rahatsızlanmasına hem de dünyadaki savaşlara

bile yol açan, eksikliği olan ülkelerde hayatın tamamen yok olduğu ve hastalıkların önüne geçilemeyen durumlara sebep olan Hava, Ateş, Su ve Toprağı tamamen kontrol altına alarak insanların köleleşmesini sağlayan bu düzeni anayasallaştırmak insanın insana yapacağı yer yüzündeki en büyük felaket.

Bu durumun en acı tarafı da insanları köleleştirme politikasının Türkiye'de kendilerini inançlı gösteren insanlar tarafından desteklenmesi ve anayasal bir düzen haline getirilmesi, insanların kendi çıkarları ve nefisleri doğrultusunda Tanrının insanlara bahşetmiş olduğu her şeyi yok edebileceğinin gerçek bir örneği. Her sözlerinde ve her hareketlerinde Ilahi düzenden ve Adaletten bahseden bu insanlar bir tohum içinde yatan, dünyadaki bütün canlılara yetebilecek sonsuz bereketi yok etmektedir.

Genleri değiştirilmiş tohumları ülkemizde ekerek, insanlara bu tohumlardan elde edilen gıdaları yedirerek, hem insanlığın hem de yer yüzünde yasayan bütün canlıların sağlığını ve hayatını

tehlikeye atan bu insanların Ilahi Düzenden ve Adaletten bahsetmesi çok gülünçtür. Sözde

karıncayı bile incitmediğini söyleyen bu insanlar akarsuları, ırmakları, denizleri kurutarak ormanları

yok ederek, havayı kirleterek, toprağın yapısını bozarak değil karıncayı Tanrının yaratmış olduğu

insanlar da dahil olmak üzere bütün canlıların yok olmasına kendi çıkarları ve kontrol edemedikleri

nefisleri için sebep olmuşturlar..

Yaratıcının bizlere bahşetmiş olduğu yaşamımız için gerekli olan içinde sonsuzluk bereketi, Tanrının

zekası, enerjisi bulunan tohumları yok ederek insanları yaradana değil de yaradılana köle yapacak

düzenin hazırlayıcıları olmuşlardır. Bugün ülkemizde yüzlerce genetiği bozulmuş gıdalanın üretimi

yapılarak insanlarımıza çocuklarımıza yedirilmektedir. İnsan sağlığına zararlı her şey - alkol, sigara-

uyuşturucu ve bir çok şey haram sayılıyorsa bu gibi genetiği değiştirilmiş olan gıdaların ülkemiz

topraklarına ekimi ve dikimi de yasaklanmalıdır. Ayrıca bunlar uyuşturucu ve alkol gibi haram

saydıkları maddelerden daha da tehlikelidir. Uyuşturucuyu ve alkol gibi insan sağlığına zararlı olan

maddeleri insanların kullanıp kullanmamaları kendi tercihleridir. Fakat küçük çocukların ve doğada

beslenen canlıların onların neslinin yok olmasına neden olacak bu gıdaları yememek gibi bir tercihleri ve alternatifleri yoktur.

Eğer Ilahi düzenden Ilahi adaletten bahsediyorsak nefsimizi ve çıkarlarımızı bir kenara bırakarak ya da onları terbiye ederek ya da kontrol altına alarak bizim için yaratılmış olan her şeyi yok eden her şeye biz de karşı olmalıyız ya da yaradanın yaratmış olduğu her şeyi korumalıyız. Ilahi düzen Ilahi Adalet denildiğinde şekilcilik değil yer yüzünde yaradanın yarattığı her şey akla gelmelidir.

Bizler ne kadar bu genetiği değiştirilmiş gıdaların zararlı yanlarından bahsetsek bile asıl konu

insanlar tarafından yine gözden kaçmaktadır ya da bilinçli olarak kaçırılmaktadır. Bu yapılan

çalışmanın asıl amacı insanoğlunu tamamen kontrol altına almaktır. Havayı, Suyu, Ateşi kontrol altına almış olan insan görünümündeki bu canavarlar şimdi de Toprağı kontrol altına almaya çalışmaktadır. Bu insanoğlunun yaradan Toprak ile bağlantısını kopararak kendine muhtaç etme uğraşıdır, yani içine sonsuzluk bereketi sonsuzluk enerjisi olan tohumlar ve içine bir Dünya sığdırılmış çekirdekleri ve bu çekirdeklerin ve tohumların içindeki yaratıcının koymuş olduğu Ilahi zeka yok edilerek insan kendini kendine köleleştirecek düzenin tohumlarını atmaktadır ve bunu şu anda kısmen de olsa başarmıştır. Maalesef bu durumun hızlı bir şekilde uygulanmasına bizim politikacılarımız ve yöneticilerimiz ellerinden geldiğince destek vermektedirler.

Bugüne dek genetiği bozulmuş gıdalar yüzünden yer yüzünde yüzlerce hayvan türü yok olmuştur ve bir çok bitki de yok olma tehlikesiyle karşı karşıyadır.

Her şeyi haram sınıfına koyabilenler, bu canlıların ve bitkilerin yok olmasına ve insanların sağlıklarının bozulmasına neden olan bu zararlı gıdaları da neden acaba haram sınıfına koyamıyorlar; acaba düşünemiyorlar mı, yoksa para hırsı ve kontrol edilemeyen nefsler karşısında inançları da zayıf mı kalıyor?

Tanrının yarattığı bu sonsuzluk enerjisini ve sonsuzluk bereketini nefsi ve hırsı yüzünden göremeyen ve onu kendi elleriyle yok eden ve yok olmasına izin veren bu insanlar acaba var olduğuna inandıkları ya da iddia ettikleri Tanrıya dua ettiklerinde ondan daha ne gibi bir istekte bulunacaklardır?

Son olarak: Ne ekersen onu biçersin

Sedat Celepoğlu

24 Ekim 2014 Cuma

Görüş Dışı 3 - Astral Teknikler ve Beden Dışı Deneyimler Çıktı...

Astral seyahat? 
Kimilerin ciddiye alıp gıpta ettiği, kimilerinin ise makaraya aldığı bir kavram. Çoğunluk için bilinmez olan, şehir efsanesi tadında bir anlatı… 
Astral seyahatin ne olduğunu, nasıl yapıldığını, neler yaşattığını bizzat deneyim sahibinden dinlemek ister misiniz? Astral ve diğer beden dışı deneyimler konusunda gerçekten çok fazla bilgi bulunuyor. Ancak bir kısmı hayal ürünüyken, diğerleri insanların birbirinden ve bu konuda eskiden yazılmış sayılı güzel kaynaklardan alınıp aktarılanlardan ibaret. 
Bu kitabı okuduğunuzda, konuyla ilgili çok net bir resme kavuşacak, yazarın basit, yalın ve dürüst anlatımıyla meselenin özünü kolayca anlayacaksınız.
Yazar, astral seyahat tekniklerinin yanısıra bazı kendi deneyimlerini de açıklıyor, yorumluyor ve okuyucuya deneyimleri okumanın gelişimi için çok önemli olacağını özellikle bildiriyor.
(Tanıtım Bülteninden)

17 Ekim 2014 Cuma

Astral Seyahati Öğrenmenin Ne Faydası Var?



Astral Seyahati Öğrenmenin Ne Faydası Var?

Bu soruyla karşılaştığımda, “Bundan fayda mı bekliyorsunuz? Ne olmak istiyorsunuz, büyücü mü, yoksa şifacı mı?” diyerek niyeti yoklamayı seviyorum.

İnsanlar astral seyahati meraktan, işin eğlence tarafından araştırmaya başlıyorlar genelde. Ulaşılmaz gibi görünen bu deneyim gözlerinde büyümekte, neredeyse bir mit haline gelmektedir. Bazı kuşkucular ise astral deneyimlerin varlığını kabul etmekle beraber uyarma gereği duyarlar. İnsanı zihinsel karmaşaya iteceğini, halüsinasyonlara sürükleyeceğini ve neredeyse delirteceğini iddia ederler.

Astral deneyim, her şeyden önce, insanı kendisiyle buluşturan bir deneyimdir. İçinde var olduğundan zerre kadar şüphelenmediği iyi/kötü bir dizi özelliğini, huyunu, yönelimini keşfeder. Kendi çıplak gerçeği ile bu kadar canlı karşılaşabildiği başka bir yer olabilir mi? İnsanlar her şeyi hasır altı etmeyi, çevresinden ve kendi bilincinden saklamayı becerebiliyorlar. Ancak astral gerçeklikte bu beceri hiç de işe yaramaz: orda kral çıplaktır.

İnsanın kendisini değiştirebilmesi için, öncelikle iç bir gözle görmesi gerekir. Bu noktada hiçbir mazeret de ileri süremez; kendini kendine karşı savunmaya geçmesi bile olası değildir. Ruhunda sakladığı yaratıcı ve yok edici güçleri capcanlı, yaşam dolu olarak görür ve bu görü onu tanrıyı anlamaya yaklaştırır.

Astral gerçekliğin bir diğer olanağı, fizik ötesini henüz fiziksel hayattayken tanımaya başlama fırsatıdır. İnsan astral gerçekliğe ne kadar hızla alışır, tanır ve astral bedenini ne denli güçlendirebilirse, fiziksel ölüm sonrasında o kadar kolayca ve açık bilinçle uyanır. (Astral Teknikler ve Beden Dışı Deneyimler kitabından)

Vanga ile Yeni Ölmüş Çocuğun Sohbeti - Toma Tomov'un Belgeselinden



Vanga, küçük çocukları vefat etmiş olan bir aile ile ilk kez konuşuyor. Çocuk ona görünüyor. Diyaloğu kısaltarak veriyorum.

Vanga- Nineyi soruyor. Kim o?

Aile - Benim annem o.

Vanga- Hayatta.

Aile - Evet, hayatta.

Vanga – Sütlü börek istiyor. Tanrım, bunu neden verdin? Adı ne?

- Desislav.

- Evet, işte Desi. Ondaki bu iz nedir?

- Evet, alnında var.

- Bu ne zaman oldu? (ölüm)

- Doğum gününden evvel.

- Salı gününden daha işaretlenmiş. Yazık. Onu kim öldürdü?

- Adı Emil, 30 yaşında.

- Nasıl olur, çocuk arabaya binmemiş?

- Hayır, (kaza) sokakta oldu.

- Çocuk arabanın önüne fırlamış.

- Bunu bilmiyoruz.

- Böyle olmuş. Çok güzel bir çocuk bu. Vasil adındaki kişi kimdir?

- Benim kuzenim.

- Vasil, hayatta (olan biri). Vasil’i soruyor.

- Evet, yaşıyor.

- Yanında şapka var (mezarda)

- Yanına koyduk.

- Rayna ya da Radka diye birini soruyor.

- Radi- onun kardeşi o.

- Onu merak ediyor. Ne yapıyor? 9 veya 10.sınıfta.

- 9. sınıfta.

- Ah, iyi insanlar. Kimseye kötülük etmemişler, kimsenin malını çalmamışlar, kimseyi kızdırmamışlar. Çocuk da kötü bir çocuk değil. Elinde bir şey tutuyor. Sopa mı o?

- Hayır, top tutuyordu.

- Bak, nasıl da konuşuyor, ne kadar da güzel bir çocuk. Denizi soruyor. Gittiniz mi denize? Stoyan kimdir?

- Dayım.

- Ölmüş dayın, işte o da duruyor. “Ben de buradayım, çocuk yanımızda; ben de geldim. İliya da bizimle birlikte. Bu İliya kimdir ki? Bilmiyorum. İliya, eskiden ölmüş biri bu.

- İliya bizim komşumuz.

- Rayna kimdir?

- Benim ninem.

- İşte o da burada. Ah kardeşim, o kadar suçsuzsun, o kadar iyisin ama nasıl bir rüyanın içine girdin! Nasıl bir olay seni buldu! Üstüne karlar yağdı. Tanrıdandır…

(Toma Tomov’un belgeselinden)

8 Ekim 2014 Çarşamba

Gerçekleşen Bazı Görüler (haberci vizyonlar, kehanetler)

FRANSA UÇAK KAZASI

Facebook'ta da yazdığım gibi, uçak kazası olarak yorumlamıştım. Bir gün sonra Fransa uçağı düştü.

BAFRA TEKNE FACİASI

Bu görüden 3 gün sonra Samsun'un Bafra ilçesinde bir tekne battı, 7 kişi yaşamını yitirdi. 7. kişiyi birkaç gün boyunca çıkaramadılar, sonra da haberler kesildi. 
http://www.hurriyet.com.tr/gundem/27943010.asp


YILMAZ ÖZDİL İLE ENİS BERBEROĞLU'NUN İHRACI
Bu görüden yaklaşık 2 ay sonra önce Enis Berberoğlu, sonra da Yılmaz Özdil Hürriyet gazetesinden ayrıldı.

         İSRAİL'DE 3 YAHUDİ GENCİN ÖLÜMÜ
Bu vizyonu takiben 3 yahudi genç kaçırılıp öldürüldü, ardından İsrail Filistin'i bombalamaya başladı.

          ŞANLIURFA KARIŞIKLIKLARI
24 mayıs görüsü, bunu takiben Şanlıurfa Suruç'ta kazan kaynadı.

GÜLEN HAREKETİ
Bunu takiben, 17 - 25 Aralık Gülen hareketi olayları çıktı (kitabımda hareketin hortlayacağı olarak yorumlamıştım.)

ABDULLAH GÜL'ÜN SAF DIŞI KALMASI
Bunu takiben Abdullah Gül parti dışında kaldı (ön sağ lastik)

PYD
Bunu takiben ortalık karıştı, PYD lideri Salih Muslim (konferans katılımcılarından) gizli pazarlıklara girişti.


ABD SORUNU, LAİKLİK



ENFLASYON ARTIŞI
"Hayır, rüya değil bu, sen gelecektesin. Zamanda gidip geliyorsun ve o yüzden sana karışık geliyor. Az evvel (birazdan) gördüğün (göreceğin) olay, dünyanın sonuna 1.5 sene kaladır.”
            - Dünyada karışıklıklar, nüfus artışı
            - Enflasyon hortlamış
            - Teknoloji ve hurda teknoloji başını alıp yürümüş
            - Erkek baskıcı toplum çığırından çıkmış, bireysel silahlanma çoğalmış
            - Fiziksel şiddet, kan dökme had safhada, çete toplumu
            - Kadınlar üzerinde aşırı baskı, şiddet ve korku   
*İçeriği uzun olduğundan tamamına yer vermediğimiz bu görü, 10.04 2014 tarihlidir, Astral Teknikler ve Bedendışı Deneyimler kitabında yer almıştır. Enflasyon uyarısı, bol sıfırlı paralar gösterilerek, rehberlerce nakledilmek üzere yapılmıştır. Görünün tamamı birkaç aşamalı astral kat deneyimi şeklindedir. Ayrıntılar için kitaba başvurabilirsiniz.




5 Ekim 2014 Pazar

12 Yıl ve İktidar



Güney Hindistan’ın Quilacare bölgesinin kralı, hükümdarlığının on ikinci yılının sonunda, görkemli bir festival gününde tahta bir idam sehpası kurdurdu ve ipek bezlerle süsletti. Büyük ayinler ve müzik sesleri eşliğinde törensel bir biçimde yıkandıktan sonra, tanrıya duasını ettiği tapınağa geldi. Daha sonra, sehpaya çıktı ve halkın önünde çok keskin bir bıçak aldı ve kendi burnunu, kulaklarını, dudağını ve diğer organlarını, kesebildiği kadar çok etini kesti. Bıçağı fırlatıp attı ve başı kaybettiği kanlardan dönüp yere düşene dek döndü, sonunda da kendi boğazını kesti.

Kralın yaptığı bu fedakarlık, yani hükümdar katli ayini, eski dünyada bilinen bir gelenekti. Doğu Hindistan’da (diye yazıyor Frazer), kralın hükümdarlığı ve yaşamı, Jüpiter’in güneşin çevresinde dönüşüyle sona ererdi. Diğer yandan Eski Yunan’da, kralın kaderi her sekiz yılın ardından belirsizleşmeye başlar gibi görünüyor.

Fazlasıyla aceleci olmaksızın, Atinalıların kral Minos’a (canavar Minotaur'a kurban edilmek için) her yıl yedi delikanlıyla yedi bakire gönderme alışkanlıklarının, kralın gücünün bir başka sekiz yıllık çevrimle yenilenmesiyle ilişkili olduğunu düşünebiliriz. (D. Barbosa; J. Campbell)

Böylece eski dünyada kendi gücünün bitişinde kendini yok etmek yerine, onun bir eş değerini koyma geleneği aldı.

Bugünkü siyasi tabloda 12 yıllık iktidarın kendini yok edip yeniden doğmak yerine, kendi eşdeğerini koyma çabalarını izliyoruz. Yeni sadrazam, eskisinin yerine kurban edilmek üzere yollanıyor. Ama tanrılar, bu adağı alacaklar mı bakalım?

Vizyon - Melekler ve Şeytanlar


Bir rehber (melek) geliyor ve "Başlıyor" diyerek çok büyük bir olayın, büyük bir sınavın başladığını haber veriyor. Test edileceğiz, belki de öleceğiz. Bir TV ekranı açıyorlar önümüze; ekranda iyi varlıklar bazı talimatları verirken bilmemiz gereken kavramları tanıtıyorlar. Sağdaki açık kapıdan, meleklerin ve şeytanların geçişi başlıyor. Onlarca melek ve şeytan yan yana, birbiriyle çatışmadan geçip gidiyor. Çok kalabalıklar. "Ruh ölümsüzdür, bu yüzden cesur olacak ve korkmayacaksın; önceki inisiyasyonları boşuna almadın." diye düşünüyorum. O sırada siyaha yakın bir metalden yapılma garip bir sembol veya alet, ait olduğu mekanizmadan ayrışarak kopuyor ve yere düşüyor. Bu da, çarkın başladığını ve geri döndürülemez olduğunun işareti. Ardından bir iblis geliyor. Gözlerinin beyazı kan çanağına dönmüş, gözbebekleri ise kirli sarı ve ürperti verici. Zarar vermeye niyeti yok çünkü bu bir iş meselesi. Belli kuralları var ve o kuralları tanıtmak da onun görevi. Kuralların olduğu ve aynı zamanda olacakların ana planının yazılı olduğu kartondan yapılma bir tanıtım afişi getirip veriyor. Siyah beyaz afiş üzerindeki resim ve yazıları okumaya çalışıyorum. Derken, dev bir basamaklı piramidin toprağın içine doğru hızla gömülürken, hemen önünde duran insanları da kendi altına toprağın içine diri diri gömdüğünü izliyorum.

11 Eylül 2014 Perşembe

ETKİNLİK DUYURU

28 Eylül Pazar günü Astral Seyahat konulu seminerim için;

https://www.facebook.com/events/373063862851443/

9 Eylül 2014 Salı

Öte Dünyada

            


 İnsanların doğumundan ölümüne dek uzanan sayısız yaşam hikâyesi vardır. Fakat ölümden doğuma kadar olan bir hikâye de vardır. Onu bizzat yolcunun kendisi anlatıyor. Bu hikâyeyi dinleyecek olursanız, varoluşun öte tarafını öğreneceksiniz. İnsanın kim olduğunu anlayacaksınız.


Kaba Madde Dünya’dan Çıkıyorum

…Ve öyle, fiziksel bedenimi sonsuza dek terk ettim. Gerçi her gün birkaç saatliğine ondan çıkıyordum ama her defasında da geri dönüyordum. Buna rüya diyorlar. Yalnız bu defa artık onu tıpkı giyilemeyecek kadar eskiyip yıpranmış bir elbise misali bir kenara attım.

Kaba madde dünyadan ayrılma vaktim geldi. Bu vakti doğumumda Karma’nın Yöneticileri belirlemişti. Her insanın fiziksel dünyadaki yaşam süresi belirlenmiştir.

Bıraktığım bu maddi beden, maddi dünyadaki varlığım için bir tür iletkendir. Maddi dünyadaki bir enstüman olmasından öte bir önemi yok. Bu enstrümanı terk ederek maddi dünyada yaşama olanağını kaybettim ve artık o dünya benim için varlığını yitirdi.

Aslında maddi dünyadan henüz tamamen gidemedim. Fiziksel bedenin sadece kaba maddeden oluşan, katı, sıvı ve gazdan oluşan parçacıkları, yani soğuk ceset olarak bilinen kısmını terk ederken, bu bedenin tüm canlı kısmını beraberimde götürdüm: sıcaklığı, elektromanyetik ve diğer enerjisini, yani doğuda eterik beden denilen her şeyi.

Sadece bu eterik bedene sahip olarak kaba maddi dünyada olanlar için görünmez birine dönüştüm; şiddetle istersem, “hayalet” benzeri bir biçim kazanabilirim ve sevdiklerime o şekilde görünebilirim. Fakat bunu yapmadım, çünkü beni bu şekilde görenler korkabilirler. Bundan öte, maddi bedenimi terk ederken zaten çok meşguldüm; geçmiş yaşamımı yeniden yaşıyordum. Bu kısa saniyeler içerisinde önümde tüm hayatımın görüntüsü belirdi. Unutulmuş tüm kenar - köşelerden ardı ardına resim ve olaylar çıkarak önümde sıralandı.

Ölüm saatimde tüm hayatımın anlamını ve onu yönlendiren temel düşünceyi anladım. Kendimi gerçekte olduğum halimle gördüm. Yaşamımla karşı karşıya kaldığım o an benzersizdi.

Ölüm odamda bulunan kişilerin tamamının sakin ve anlayışlı olmaları çok güzeldi. Ölüm’ün varlığını hissederek saygıyla susuyorlardı. Böylece akıp gitmiş olan hayatıma son bir bakış atmamın önünde hiçbir engel oluşturmuyorlardı, düşüncelerimin sakince izleyişini bozacak bir şey yapmıyorlardı....

(Astral Teknikler ve Beden Dışı Deneyimler isimli kitabımdan)

29 Ağustos 2014 Cuma

Astral Seyahat (Ayrıntılı Teknikleri Daha Sonra)



Birkaç zamandır çevrem kalabalıktı ve astral çalışmaya zaman ve “zihin” ayıramamıştım. İradi olarak bunu yapmak istemedim ve tamamen işi oluruna bıraktım. Bir gün dönüp baktığımda, en son astral deneyimin üzerinden tam bir buçuk ay geçtiğini fark ettim. “Eh, bu kadar da tembellik yeter, kızım.” deyip kendime, şartların uygun oluşunu değerlendirmeye karar verdim. Çünkü:
            1-Zamanı uygundu – sabah 10.30’du;
            2-Evde kimse yoktu;
            3-Acil bekleyen bir işim yoktu;
            4-Bugünlerde sakin bir ruh halim vardı.
            Yatağa geçip zihnimi susturduktan sonra bekleyişe geçtim. 2 kahve üst üste içtiğimden dalınç durumuna geçmekte zorlanıyordum. Birkaç dakika sonra vizyonlar akın etti. Uyuyakalma ihtimalini düşünürken, niyet etmeyi unuttuğumu fark ettim. “Enerji/astral bedenime ulaşmaya ve fizik bedenden ayrılmaya niyet ediyorum.” dedikten sonra sanırım uyuyakalmışım.

            İlk bilinçlenme aşamasında, yatağa geçmeden evvel olduğum yerde, bilgisayarın üzerinde uyuklarken buldum kendimi. Çok hafif bir uykuydu, bilgisayarın sertliği rahatsız ediyordu. Ama birden, “Hop, dur bir dakika! Sen bilgisayarın orada değildin ki, salonda değildin ki, yatak odasına geçmiş ve oraya yatmıştın! Şimdi de orda olman gerekiyor!” diye düşünerek “kendimi yakaladım” ve bu yakalayış bilincimi daha da keskinleştirdi. Beynimde saat yönünde dolanan gürültülü bir enerji akışı vardı. Bu akış arttıkça bilincimin de tüm “bedenimle” birlikte saat yönünde kuvvetle dönmeye başladığını fark ettim. Kendi etrafımda dönüyordum. Bu hem çok ilginç, hem de çok hoştu. Daha evvel bilincimin fiziksel bedenimin üzerinde ayrılışına ve bir plak benzeri dönüşüne şahit olmuştum, dolayısıyla bu defaki dönüş benim için yabancı değildi. Ama yine de kendimi fiziksel bedenden bağımsız olarak bir gürültü eşliğinde bir disk misali dönerken gözlemlemek her gün karşılaşabildiğim bir olanak değildi. Böylece astral bedenimde olduğumu anlayınca, “Kim tutar beni!” tavrıyla kendime geldim, bulunduğum yerden kalktım ve doğru camdan geçerek (bu defa onu açma zahmetine bile katlanmadım!) sokağa atladım. Tabii ev benim evim olmaktan çok uzaktı. Yere “konmak” üzereyken doğru düzgün göremediğimi anladım. İlk cesaret ve şaşa yerini çabaya bıraktı. Kendimden emin olma halini sonlandırıp, bulunduğum astral gerçekliği idare etme uğraşına başladım. Görüşüm aşırı dardı, bir oyuncak dürbünden ileriye bakar gibiydim. Dolayısıyla nerde olduğumu ve nereye doğru hareket ettiğimi anlamam hiç kolay değildi. Kendimi zorlayarak görüşümü netleştirdim. Aslında zorlamak kelimesi astral için biraz uygunsuz kalıyor. Astralde bir şeyi yapmak için iradeyi ele almak ve tereddütsüzce, kuvvetlice istemek gerekir. Yeterince iradi davranmış olmalıyım ki, görüşüm ve renkler aniden keskinleşti. Şimdi her yeri hatta panoramik olarak görüyordum. Sıcak ve aydınlık bir günde yine bir mahallenin sokaklarını turluyordum. Yokuş aşağı gittiğim yerlerde, yüksekten düşme hissi oluşuyordu. Bu his, kaydıraktan aşağı kaydığında iç organlarında oluşan hisse benziyordu. Arada masmavi gökyüzünü izlemek için yukarı bakıyordum. Bulunduğum yeri Küçükyalı semtinin sokaklarına benzettim. İşte solda bir cami, daha ileride sağda başı açık kadınlar ve çocukların olduğu bir oyun parkı vardı. Beni görmüyorlardı. Biri dışında! Sokakların birkaç metre üzerinde uçarken ben, karşımdan roman bir vatandaş olduğunu tahmin ettiğim zayıf orta yaşlı bir erkek çıktı. O beni gördü, beni fark etti, dosdoğru gözlerime baktı. “Bu romanlar gerçekten doğuştan kabiliyetli.” diye düşündüğüm sırada, yatakta buldum kendimi. Bekledim… “Astral bedenimde miyim, yoksa tamamen uyandım mı?” sorusuna cevap aramakla meşguldüm. Kendimi astral bedenimle sağa sola kıpırdatmaya çalıştım ama yapamadım. Sonra fiziksel bedenimi oynatmaya çalıştım, onu da yapamadım. “Ah, işte şimdi tam oldu!” diye aklımdan geçirerek bekledim, bekledim. Belki de 20-30 saniyeyi, “Acaba yalnız mıyım ve neden ne astralle ne fizik bedenle bir halt yapamıyorum?” diye düşünerek geçirdim. Üstelik yaz olduğu halde üstümde bir “astral” yorgan vardı ve ben onu üzerimden atma konusunda hiçbir şey yapamıyordum. Derken yorganın bir tarafı açıldı…
29.08.2014

6 Ağustos 2014 Çarşamba

MESAJ (SLAVA SERVUKOVA)


Bulgaristan'da ünü sınırları aşmış bir fenomen olan Slava Servukova'nın (şifacı, kahin 1902-1991)1973 yılında kayda alınan bir chanelling mesajı duyanları şaşırtıyor. Slava, bilinmeyen bir dilde konuşuyor, tercüme ediyor ve "Onların" mesajını iletiyor. Yaklaşık 14 dakikalık bu mesajın özetini aktarıyorum.

Kötülüğü (Kain) kalbinizde bırakmayın. Kain açık kapılardan girer, normalde yatacak yeri yoktur. Ama kalbini tam bir temizlikle özenle korursan o (Kain) gelemez. Çünkü sadece elverişli toprağı bulduğu yerde doğar.
Çok sayıda varlık şimdi düşünüyor... Çünkü karanlık çökmek üzere. Karanlık geliyor ama korkmayın. Baba'nın sözleri onu kovacak.
Biz bir çok şeyi hem de büyük miktarlarda vermeye hazırız. Sadece size değil, bir çok evlada vereceğiz. Elinizi açıp uzattığınızda size akıtacağız. Uzanmış olan hiç bir eli boş bırakmadık ve bırakmayacağız. Çünkü biz sizi arıyoruz, siz bizi değil. Size hatırlatmaya çalışıyoruz çünkü sizi bir şeylere hazırlıyoruz. Sadece hoşunuza gitsin diye konuşmuyoruz, hazırlanmanız için...
Elinizi açtığınızda sadece almaya değil, vermeye de hazırlanın. Şunu da iyi bilin: Bir ruh sadece istiyorsa içine karanlığı alabilir. Ki bu karanlık çok korkunçtur. Bu yüzden karşılaştığınız her ruha Aşk ile yaklaşın. Uzanan her bir ele verin, verin, verin... Çünkü vermek, Baba'ya bağlılığını göstermektir. Verdiğin zaten senin değil, Baba'nındır.
Dünya'dan el ayak çekmeyin ama kaptırmayın da. Teslimiyet ve güven içinde olun, o zaman sizde çok büyük bir güç uyanacak. Asla yapamayacağınızı söylemeyin; asla olamayacağını söylemeyin. Her şey olacak. Tek bir şeyi isteyin - güçlü ve dayanıklı olmayı. Kalbinizin fakirliğe düşeceğini düşünmeyin. Yüce ışığa döndüğünüz vakit ona avuç dolusu tohum akıtılacak. Çünkü çiftçi tarlaya tohumları tek tek atmaz. Avuç avuç atar. Baba da öyle döker, kalbiniz döküleni alır.
Mücadele yaklaşıyor. Bu mücadele "diğer" varlıkların geçiş yolunu açacaktır. Çünkü birincisi olmadan ikincisi olmaz. Bu yüzden hazırlanın, ayırımı yapabilmeniz için: Hangisi Baba'dan, hangisi Baba'nın karşıtındandır? Her bir kelimeyi tanıyabilmek için uğraşın.
Aşk ile istediğiniz her şeyi size vereceğiz...

2 Ağustos 2014 Cumartesi

Bir Cin Vakası



Bu hikaye, 85 yaşındaki Manisalı Süzan nineyle yapılan röportajdan alınmadır. Olay Manisa'da vuku bulmuştur.

-Ben yeni evlendiğim zaman, bir arkadaşımız vardı, o anlatıyordu. Birilerinin çocuğu hastaymış. Hasta ama hiç öyle eli ayağı tutmuyormuş. Öyle yatakta yatıyormuş. Bilmiyorum hangi şehirde, derin bir hoca varmış. Demişler ki "Oraya götürün bu çocuğu, o çocuğu iyi yapar."
Hocayı buluyorlar, gidiyorlar, hocayla konuşuyorlar. Hoca diyor ki, akıl baliğ olmamış bir kız veya erkek çocuğu bulun, getirin, hasta çocuğu da getirin, evvelallah, Allah'ın izniyle ben sizin çocuğunuzu iyi yaparım diyor.
İşte bu arkadaş, o zamanlar daha 9 yaşındaymış. Annesinden izin istemişler, çocuğu almışlar gitmişler.
-İsmi neydi onun?
-Saadet. Almışlar gitmişler. Orada hoca demiş ki işte mesela 10 kilo buğday, 10 kilo nohut, 10 kilo fasulye, şu kadar yağ, şu kadar soğan, şu kadar salça artık her neyse yemek yapacak, onları alın gelin. Gidiyorlar alıyorlar getiriyorlar, hocanın hanımı oturuyor o yemekleri pişiriyor. Alıyorlar bunlar, hoca, o kız çocuğu, hasta çocuk, üçü beraber bir odanın içerisine...
Hanımı önceden sofrayı kuruyor, hazırlıyor. Yemekleri koyuyor tabaklara. Kaşığını çatalını her şeyi hazırlıyor oraya. Bunlar kilitliyorlar kapıyı, içeriden, hoca, hasta çocuk, bir de o kız, üçü.
Orada hoca okuyor, okuyor, okuyor... Ama önceden diyor ki kıza "Onlar gelecekler, ben sana söyleyeceğim, sen onlara söyleyeceksin."
" Üçümüz beraber girdik içeri." dedi, "Hoca okudu okudu okudu..."
-Ne okuduğunu hatırlıyor musun?
-Yok onu bilmiyorum, o da bilmiyor zaten, 9 yaşında bir çocukmuş. "Başladılar" diyor "Birer birer gelmeye.
-Duvardan mı çıkıyorlar?
-Duvardan değil, nereden çıkıyorlar, nereden geldiğini bilmiyorum artık, o kadarını söylemedi. "Birer birer gelmeye başladılar, şöyle karşımıza oturdular." diyor. "Söyle bakalım." demiş (Hoca) "O çocuğu, hasta çocuğu kim aldı?"
Soruyor, şimdi bir başkanları varmış başlarında, diyor ki "Hanginiz aldı?" Hepsine teker teker soruyor. Hepsi "Ben almadım, ben almadım, ben almadım.."
"Hiç biri almamış" diyor şimdi başkan. Kız diyor ki hocaya "Hiç biri almamış, yok."
"Eğer çocuğu çıkarmazlarsa meydana, o yemekleri yiyemezler, söyle onlara."
Kız tekrardan söylüyor "Eğer bu çocuğu çıkaramazsanız meydana kimin değiştirdiğini, siz bu yemekleri yiyemezsiniz."
Sıkıştırıyor yeniden başkan bunları. İçlerinde bir tane ayağı sakat birisi varmış. O gelmemiş, ayağı acıyor diye. "Gidin" demiş "Onu alın gelin."
Gitmişler almışlar getirmişler onu da.
"Ben aldım." demiş, o gelen.
"Niye aldın?"
"Besmelesiz yatırdı." demiş.
Yani kırkı çıkmadan çocuğu besmelesiz yatırmış, yani Bismillahirrahmanirrahim demeden yatırmış. "Ben de, benim çocuğum hastaydı, onunla değiştirdim." demiş.
"Çabuk git, o çocuğu getir gel, sen kendi çocuğunu al." demiş, yani o sakat çocuğu, orta yerde yatıyor odanın içerisinde.
Gidiyor, çocuğu getirip geliyor. 18 yaşında civan gibi delikanlı. Getiriyor onu, kendi hasta çocuğunu kucağına alıyor.
Kız diyor ki "Çocuğu getirdi geldi, hasta çocuğu da kucağına aldı."
Hasta çocuk orta yerde yatıyor ama hoca görmüyor. Tabii kız görüyor. "Kucağına aldı hasta çocuğu." diyor.
"Haydi otursunlar yemeklerini yesinler." diyor (Hoca).
"Aman bir oturuverdiler sofranın başına, o kadar yemeğin hepsini de yediler." diyor.
"Ondan sonra tekrar okudu okudu, bunlar dağıldılar." diyor.
Sapasağlam civan gibi delikanlıyı aldıklarını söylüyor.
"Okutmuşlar da." diyor, doktor yapmışlar, "O çocuk şifalı bir insan oldu gitti dünyadan." diyor...

"Ama şimdi şaşıyorum." diyor, "Annemde de babamda da ne akıl ne fikir, 9 yaşındaki bir çocuk bunları görürse acaba aklını oynatır mı, bir şey olur mu, hiç dememişler mi?" diyor.

Röportaj Asım Eray Taylan




1 Ağustos 2014 Cuma

CEM



Boğaz Köprüsünden öte Avrupa Yakası Beşiktaş Levent istikametinde gökdelenler komple yanıyor. Dehşet bir yangın...CEM stadyuma gidiyor.
*
Cem'in YÜZÜ değişik makyajlarla ve saç stilleriyle 5-6 KEZ DEĞİŞİYOR. Dış görünüşünün önemli olduğunu bildiği için bunu kasten yapıyor.
*
Cem'in kız kardeşi yüz olarak onun ikizi gibi... Kız acayip şişman. Ayağa kalktığında belki de 300-400 kg olarak görünüyor. Hatta bu zayıflamış hali. "O ÇOK FENA OLDU."...
*
Kadıköy iskelede Cem'in karısı çok lüx bir arabayla çocukları KISIKLI'ya götürmek üzere gidiyor. Yağmur yağmaya başlıyor. İskele meydanında Cem ve ondan genç olan erkek kardeşi var. Kardeşi Cem'i izliyor. Cem aklını yitirmiş gibi davranıyor. Charlie Chaplin'in yürüyüşünü taklit ediyor. Komik ve DELİCE görünüyor. Saçları uzamış, denize doğru o komik yürüyüşle gidiyor, durup kollarını iki yana açıyor, sonra geri geliyor. Bunu birkaç kez tekrarlıyor. Aklını yitirmiş gibi bir hali var. Kardeşi onun bu delice halini toparlamak için var. Kardeşiyle şimdi iyi ikililer ama ilerki zamanda durum değişecek, Cem daha beter olacak ve kardeşine yük olacak.

2 Temmuz 2014 Çarşamba

GÖÇ


Bir köy meydanındayım. Gökyüzünde bir kıpırtı, ses var, gözlerimi yukarı kaldırıyorum. Kahverengi tavuk sürüleri uçup gidiyor. Ardından çeşit çeşit hayvan sürüleri de uçuyor. Memeli hayvanlar, kuşlar, evcil hayvanlar, uçabilenler, uçamayanlar, hepsi de sürü sürü üzerimizden düzenli gruplar halinde uçup uzaklaşıyor. Yerdeki bir kaç insanla birlikte şaşkınlık içinde izliyoruz. Bazısı tüfekle evcil hayvanları vurmaya çalışıyor. Bembeyaz bir sülün yere doğru inip yanıma geldi. İnanılmaz güzellikteydi, üstünde yer yer gümüş ve altın renkli tüyler vardı. Onu kucağıma alıp okşamaya başladım. "Kafese gerek yok." dedim çünkü kaçmıyordu.
*
Ormanlık bir yoldan geçiyorum. Doğaya bir şey olmuş, her yer kıpır kıpır; yabani hayvanlarla kaynıyor. Kurtlar, tilkiler, tavşanlar, küçük kemirgenler... Hepsi uyum içinde, orman huzur dolu. "Bu orman düne kadar bomboştu." diye aklımdan geçiyor.
*
Doğa'nın işaretlerine dikkat etmeli, hayvanların göçü büyük bir şeyin eşiğinde olduğumuzun göstergesidir.

27 Haziran 2014 Cuma

ASTRAL


Uyandığımı zannettim önce, yatakta otururken, örtünün altından çıkan sol bir ayak gördüm. Aniden irkildim çünkü benim değildi ayak – yetişkin bir erkeğe aitti. Aynı anda da sağımda bir varlığın sesini duydum. Ne insan ne hayvan ne de herhangi bir dünyevi sesle karıştıramazsınız o kısık yarı-canlı/yarı-mekanik sesi. Bir anlık bir korkuya kapıldım ama hemen onu yenerek ayağa kalktım. Bilincim keskinleşerek astral gerçeklikte olduğumu anladım. Bundan sonra yaşanacakların enerji seviyeme ve olayları yönetme ustalığıma bağlı olduğunu hatırladım. Hah, bir de şu ne olduğu belirsiz olan varlığa.
Direkt olarak tavandan çıkabilme ümidiyle önce yatakta zıplamaya başladım fakat birkaç denemeye rağmen tavanın sertliğini aşmayı başaramadım. Sonra cama yönelip açarak dışarıya baktım. Odamın dışındaki gerçeklik dünya gerçekliğinden bir hayli farklıydı. Normalde altıncı katta yaşadığım halde camdan aşağı olan yükseklik çok çok fazlaydı. Sanki 30 kat civarı bir yerde gibiydim. Yükseklik beni biraz düşündürse de endişe çok sürmedi ve dışarı doğru havada iki adım attım. Açık havaya çıkmakla beraber solumda bir ağacın gövdesinin yanında buldum kendimi. Dalları başımın bir hayli üzerine kadar uzayan bu ağaç, devasaydı. Gövdesi o kadar kalın görünmese de uzunluğu şaşırtıcıydı. Solumdaki ağacın yanında bir tüy gibi yavaşça aşağı inerken, tam karşımda dev bir plazma ekran açıldı. Ekranda parlak canlı renkleriyle dev bir mekanik aslan, bana bakıyordu. Bu aslanın mekanik olması, canlı olmasına engel değildi. Çok yüksek bir zeka ve bilinç akıyordu gözlerinden. Ben aşağıya doğru düşerken bu ekrandan bakan aslan da benle beraber düşüyordu. Yolun ortasına doğru birden külçe gibi ağırlaştım ve çok hızlı bir şekilde yere doğru uçtum. Çarpmaya saniyeler kala güvende olduğumu hissettin, ardından yumuşak bir inişle toprağa bastım. Ekrandan bakan aslan hala karşımdaydı. Ekranın görüntüsü yavaşça buharlaşıp sadece aslan kaldı, bana doğru iki adım atarak yere uzandı. Ön patilerini ileri uzatıp başını da onların üzerine koyunca, bir tür saygı, güven ve kabulleniş ifadesinde bulunduğunu anladım.
Etrafıma bakındım nerede olduğumu anlamak için. Kalabalık, aşırı betonlaşmış ve havası pis olan, toprağı kuru, otları sararmış olan bir şehirdi burası. Önümdeki uzun binanın önünde park eden üç aracın plakalarından biri 37, biri 66 diğeri de X ile başlıyordu.  İleride, boğazın dalgalarını ve köprülerini taklit eden sarı renkte sefil bir peyzaj vardı. Sanki boğaz çoktan yok olmuş, hatırası bile doğru dürüst canlandırılamayacak kadar silikleşmişti. İçime bir sızı düştü, üzüntüden nasıl uçacağımı unutacak gibi hissettim. Sadece niyetle denesem de olmadı. Bunun üzerine ellerimi havaya kaldırıp salladım, neyse ki bu işe yaradı. Yükselmeye başladığımda şehirdeki yapılaşma daha da belirginleşti. Yukarı doğru uçtum, uçtum ve nihayet pis hava tabakası bitti, temiz bir nefes aldım. Büyük bir binanın tepesindeki terasa kadar ulaşmıştım. Bu muhtemelen bir iş merkeziydi ve binada çalışanlar terasta konuşlanmış kafetarya masalarında vakit geçiriyordu. Masaların arasında hepsi erkek olan esmer garsonlar dolaşıyordu. Astral dünyanın iki düşmanı, iki içgüdümüzdür ve bunlardan ikincisiyle tekrardan karşılaştım… Bu karşılaşma oradaki varlığımın sonu oldu maalesef.


25 Haziran 2014 Çarşamba

VELİAHT VE ALDATICI





Devasa tapınak benzeri binaların olduğu bir yer ve tepede yeryüzünde gördüğüm en ihtişamlı yapı. Üzerinde semazenlerin pelerini, kırmızı-beyaz şeritler halinde renklenmiş. Tapınak-binaların ışıkları kapalı. Birden ışıklar yandı ve aynı anda dev kırmızı-beyaz pelerin tam tur döndü.




Binaların aşağısında onlarca kadın yeni veliaht-prensi getirdiler. İlahiler eşliğinde onu çevrelediler, eski giysilerini çıkarıp yenilerini giydirmek üzereyken, doğru kişi olup olmadığını anlamak amacıyla olsa gerek "Şifre sözü söyle." dediler. Veliahttan ses çıkmadı. Birkaç kez tekrarladılar, adam "Öyle yükselmektense kırk yıl daha burada kalır çalışırım." dedi... Ya diyecek sözü bilmiyordu ya da ... başımızda bir çorap örülüyor.




Bu kişinin tanımı semboliktir. Görünüşü de semboliktir.




40 yaş başlarında beyaz tenli mavi gözlü 90 kg civarı, dalgalı kahverengi saçları beline kadar uzamış ve serbestçe sırtta toplanmış dikkat çekici bir adamdı bu.




Mavi gözler = manevi enerji ve ekolün sembolü




Dalgalı uzun saçlar = düşüncelerin yoğunluğunun göstergesi, büyük, sıra dışı zeka




Beyaz ten = ruhsal arılık







İkinci Uyarı: Aldatıcı gelmiş....




Onu nasıl tanıyacağım anlatılıyor....




Üçüncü Uyarı: Büyük İskender'i hatırlamam isteniyor. Makedonya değil ama Yunan'ı hatırla.... Ders çıkar...







18-19 Haziran 2014







Ey insanlar! Şüphesiz Allah’ın vaadi gerçektir. Sakın dünya hayatı sizi aldatmasın. Sakın çok aldatıcı (şeytan), Allah hakkında sizi aldatmasın.




Fatır 5

12 Haziran 2014 Perşembe

İdamlar/Görü


Görü
Sokaklar ipte sallanan insan cesetleriyle dolu. Bir ailenin tamamı aile büyüyü yüzünden yok edilmiş, o da asılmış. İyi bir sınıfa mensup, modern giysiler içindeki gri-maviye doğru renk değiştiren çürümüş cesetleri inceliyorum. Yol sağlı sollu bu tip manzaralarla dolu. Yolun başında bu ortama uygun düşmeyen dev renkli bir papağan, bir aydınlatmanın üzerinde tünüyor. Yolda ilerliyorum, dehşetim artıyor - insanlar hariç ipte sallanan kediler de var. Bu arketipin çok fena olduğunu hissediyorum. Yolun sonuna geldiğimde bir papağan daha görüyorum. O da tünüyor fakat öncekinden de çarpıcı, çünkü rengi kızıl ve daha da büyük evvelkinden.
12.06.2014

10 Haziran 2014 Salı

Fizikötesi Hayat ve Onu Tanımak - Rudolf Steiner


Rudolf Steiner'in Üst Alemler isimli kitabının Fizikötesi Hayat ve onu Tanımak adlı ilk bölümünde güzel bir yazı bulunur. Ünlü okült yazarın değindiği sorunla hemen her gün karşılaşan biri olarak bu yazıyı çevirip sayfamda yayınlama ihtiyacı hissediyorum.

Transandantal gerçeklikle ilgilenen çoğu insan, benzer bir soru sormaktadır: Bu bilgilere kendi başımıza ulaşmamızın bir yolu var mıdır? Günümüz insanının, otorite bir isimce söylenmiş olsa bile, inanca dayalı bilgilere itibar etmeyeceğini ve varsayımlarını kendi mantıksal süreçleri sonucuna dayandırmayı istediğini biliyoruz. Ve bundan dolayı mistik ve teozofistler insanın metafizik gerçekliği ve kaderi ile, ruhunun doğum öncesi ve ölüm sonrasıyla ilgili bir şeyler iddia ettiklerinde günümüzün bu temel sorusuyla karşılaşmaktadırlar. Soruyu soranlara göre bu tip dogmalara sadece onların gerçekliğine ikna olunabilecek bir yol da gösterildiği zaman önem atfedilebilir.
Böylesi bir talebe hak vermemek mümkün değildir ve her gerçek mistik veya teosof onun karşısında boyun eğmek durumundadır. Fakat şu da bir gerçektir ki, bu soruyu soranların çoğu, mistik konulara karşın derin bir kuşkuculuk ve ANTAGONİZM beslemektedir.

Mistik, açıklanmış olan gerçeklerin nasıl tanınabileceğini izah etmeye başladığında bu his ayyuka çıkmaktadır, çünkü onlar, “Gerçek olan her şey ispatlanabilir, iddia ettiklerinizi lütfen ispatlayınız.” derler. Daha sonra kuşkucular, gerçeğin daima basit ve anlaşılır olması gerektiğini, en mütevazı entelektüellik için bile ulaşılabilir olması gerektiğini söylerler ve gerçeğin birkaç seçilmiş kişiye “garip bir inisiyasyon” olarak verilmiş olamayacağını eklerler. Ve böylesi bir mantık yürütmenin sonucunda transandantal gerçeği taşıyan kişi sıkça aforoz edilir, çünkü o getirdiği öğretiyi herkesin anlaması adına bilim adamlarına benzer bir ispat sağlayamamaktadır. Bu kuşkucu ve reddedici çoğunluğun haricinde bir kısım insan mistik verilere karşı daha dikkatli davranmakta ve fakat bunlar bile verilen bilgileri detaylı bir şekilde incelemekten kaçınmaktadır. İsteksizliklerini, yeni öğretinin aklın normal kavrayış şekline ters geldiğini söyleyerek haklı çıkarmaya çalışmaktadırlar. Sonrasında da doğum ve ölüm sınırlarının ötesinde neler olduğunun normal duyu organlarıyla bilinemeyeceğini düşünerek teskin olmaktadırlar. (Rudolf Steiner)

27 Mayıs 2014 Salı

Doğu'da Neler Oluyor?


Doğuda şu anda basında nedense göremediğimiz ciddi gelişmeler var.
Merkezi Şanlıurfa gibi görünen siyasi hareket enerji kazanıp güç toplamış durumda.
Uluslararası destekli bu organizasyon Kürt etnik kimliği üzerinde şekillenmiştir.
Baş aktörlerden biri Kürt Konferansı katılımcılarındandır.

27.05.2014

25 Mayıs 2014 Pazar

İŞARET AVCISI





Karanlık gökyüzünü araştırıp duran çok uzun boylu, ince yapılı, 55 yaşlardaki esmer adam yüzünü bana doğru dönerek, "İşaret avcısıyım ben," dedi. Ardından, "Gel, biraz oturalım." diyerek beni bir banka oturttu. "İşaretleri gökte mi arıyorsun?" diye sordum "Ve neyin işaretini arıyorsun?" "Bir günün işaretini," dedi ve ekledi: "Kimsenin evinde, işinde, kapalı yerde olmayacağı günün işaretlerini topluyorum." "Peki, ne olacak ki o zaman?" diye sordum. Sustu, ışık saçan gözlerinden bilmememin beni daha rahat hissettireceği anlaşılıyordu. Bu konuşmaların ardından yıkık sütunlarla dolu bir arazi gördüm… Bir ay sonra, bu vizyonla ilgili olduğunu düşündüğüm bir olay daha yaşadım. Yine bir kişi geldi. Beni yine banka oturttu. Adı İbrahim’di. Gelecekte olacak bir depremden bahsetti. Zamanında dünyada uçak benzeri bir teknolojinin çalıntı olarak yapıldığını, bu teknolojik hırsızlığın 100. yıldönümünde intikam amaçlı büyük bir deprem yaratılacağını bildirdi. “Bundan 10 veya 20 sene sonra olacak,” dedi. Verdiği bilgiler şifreliydi, dolayısıyla sene, sene olmayabilir. Deprem de mecazi anlamda olabilir…

(Ağustos, 2013)

Bu zamanın yaklaştığını hissediyorum, 10-20 yılımız yok maalesef....