3 Ekim 2019 Perşembe

İNZİVA


İNZİVA
Sevgili okurlar, bu benim ilk köşe yazım olduğu için öncelikle biraz kendimden bahsetmeyi isterim. Yaklaşık on beş senedir metafizik, parapsikoloji, ruhçuluk, içrek öğretiler alanında araştırmalar ve deneysel-gözlemsel çalışmalar yürütmekteyim. Bu alanda yayınlanmış makalelerim, kitaplarım, videolarım bulunmaktadır. Bunun yanında, aynı alanda yerli ve yabancı eserleri ülkemize kazandırmak amacıyla Mavi Kalem Yayınevi isminde kurduğum bir de yayınevimiz vardır.
Türkiye’ye 15 yaşında gelmiş ve Türkçe dilini burada öğrenmiş biri olarak farklı kültürlerin, inançların, görüşlerin ve yaşam tarzlarının varlığını ve birey ile toplum üzerindeki etkisini erken yaşta gözlemlemeye başlamıştım. İnsanın doğduğu coğrafya, fikir ve inançları üzerinde belirleyici roldedir. Yeryüzünde bin bir gelenek ve inanç türü ortaya çıkmış ama hepsinin de özünde insanın kendi ruhsal kökenini araması yatar. Bizler sadece et ve kemikten ibaret insanlar değiliz. Fiziksel ihtiyaçlarımızdan çok daha fazla yer tutan ruhsal ihtiyaçlarımız vardır. Bu ruhsal ihtiyaçlarımızı karşılamak için doğal olarak ruhsal arayışa gireriz ve ruhsal öğretilere meyleder, dini inanışları araştırırız. Ayrıca insan sayısı kadar dini inanış vardır denebilir çünkü her insan kendi penceresinden bakar, verilen bilgileri zihinsel süzgecinden geçirir ve kendi özel yorumunu yapar ve bu çok da güzel bir şeydir.
İnsanın bu ruhsal ihtiyacının çok yoğunlaştığı bazı dönüm noktaları söz konusudur. Bu bazen kişinin yaşıyla ilgilidir, mesela insan orta yaşa geldiğinde, kariyerinde belli bir yere ulaşıp aile hayatını da düzene oturttuğunda bir iç tepi olarak maneviyata yönelebilir. Çünkü hayatın maddi, görünür ve fiziki tarafını yeterince görmüş, deneyimlemiş ve az buçuk tanımıştır; bu artık ona yetmemektedir ve hayatın görünmez – metafizik tarafını merak etmeye başlamıştır. Bu, insanın doğal büyüme sürecidir. Fakat bazen de bu manevi arayışa yol açan şey, hayatın olağan akışını sarsan ve yön değiştirten beklenmedik bir olay, örneğin göç, ailede bir kayıp, depresyon, boşanma, iflas, kaza veya hastalık gibi istenmedik olaylardır.
Bizler, bir ruhumuzun olduğunu fark etmek için illa ki onun acı deneyimlerden geçmesini beklemek ve ancak onun ıstırabı dolayısıyla metafiziğe ilgi duymak zorunda değiliz. Kendimizi ruhsal bakımdan geliştirmek için yapabileceğimiz birçok şey ve gidebileceğimiz bir çok yol var.
En basitinden belli bir süre için işimizi gücümüzü ayarlayıp bir inzivaya çekilebiliriz. Fakat söz konusu inziva, bolca reklamı yapılan ve gruplar halinde gidilen “inziva kampları” gibi bir şey değildir. İnziva kamplarında insanlar yaşadıkları bir sosyal ortamdan başka bir sosyal ortama geçerler ve üstelik tek başına değillerdir. Ayak basmamış, balta girmemiş bir ormana bile gitseler grup halinde oldukları sürece toplumsal etkileşim devam etmektedir, grup liderinin veya organizatörün koyduğu bir programa uyulmaktadır ve dolayısıyla amacın dışına sapılmaktadır. İnziva, Arapça kökenli bir kelime olup “bir köşeye çekilme, yalnızlaşma” anlamına gelmektedir ama baktığımızda modern inzivalar daha da çok sosyal olunacak, yeni dostluklar kurulacak faaliyetler olarak pazarlanmaktadır.
Hemen tüm kültürlerde ve geleneklerde yeri olan inziva geleneği çok kadim bir geçmişe sahiptir. Daha atalarımız kabileler halinde yaşarken tasarlanmış olan erginleme ayinlerinin önemli bir parçasıydı inziva. Çocukları yaşama hazırlamak, temel becerileri öğretmek ve yetişkin birer bireye dönüştürmek anlamına gelen erginleme törenlerinde adaylar ailelerinden ve kabilelerinden bazen bir yılı aşan süreler için ayrılırlardı. Bu inziva – ki zaviye kelimesi de oradan türemiştir – süreci içinde çocuklar yaşadıkları topluluğun dinsel inanışlarını öğrenirler, köken mitleriyle tanışırlar, çeşitli cesaret sınavlarından geçirilirler ve aydınlanmış, büyümüş olarak ailelerine geri dönerlerdi.
Ayrıca yetişkin insanların kendi ruhuyla, yaratıcıyla ve maneviyatıyla buluşmak üzere tek başına çıktıkları uzun uzun seyahatler de vardır ki bu tür insanları biz keşiş olarak tanımlıyoruz.
Üçüncü bir inziva türü ise çilekeşliği, çileciliği veya diğer bir ismiyle asketik yaşamı kapsamaktadır. İçsel benliğine ve yaratıcısına ulaşmak için bu defa kişi belli bir süre hayattan tamamen elini eteğini çekip gönüllü olarak birtakım bedensel, zihinsel ve ruhsal ibadetlere, riyazet ve tapas uygulamalarına kendini adar ve bu ıstırap sürecinin sonucunda aydınlanmayı umar.
Biz, modern yaşama uyum sağlamaya çalışan insanlar, eski geleneklere ait bu uygulamaları yapmakta zorlanırız ve daha pratik, çağımıza daha uygun yol ve yöntemler ararız. Bizim ihtiyacımız olan şey, kalabalık bir ortamda bile olsak belli bir süre için tanıdığımız insanlardan uzakta, yalnız başımıza vakit geçirmemizdir. Bunun için mesela başka bir şehre, başka bir ülkeye gidebiliriz, telefon, televizyon ve internete erişimimizi en aza indirgeyebiliriz. Bu esnada yakın çevremizden uzaklaştığımız için üzerimizdeki yaptırımı azalır, bizi şekillendirme gücü de azalır ve gerçekte kim olduğumuzu düşünme ve anlama sürecine girebiliriz. Bana kalırsa her insan yılda en az bir defa birkaç günlüğüne bu ruhsal arınmayı yapmalı, benliğini dış etkilerden, dış düşünce ve dayatmalardan temizlemeye çalışmalıdır. Ben acaba ne kadar kendimim, kendimden ne kadar uzaklaşmışım ve ne kadar başkaları olmuşum sorularını cevaplamaya çalışmalıdır.  İnsanın, yanında seveceği birkaç kitap veya mecmua beraberinde, doğada veya müzelerde, kütüphanelerde veya sanat galerilerinde, ama mutlaka yabancı bir yerde ve sadece kendi sevdiği etkinlikleri planlayarak kendine ayıracağı bu özel zamanın tadından geçilmez. Ben de bu satırları yazarken zaten böyle bir inziva sürecinin içerisindeyim…
Renan Seçkin
Londra, 25.09.2019

Körfez Tv'de yayınlanan "Ruhun Çay Saati" isimli köşe yazısı

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder