Bu haftaki
yazımda, din ve felsefenin en “sıkı” tartışma götüren konularından birine
değinmeye cüret edeceğim: İrade konusuna…
İnsanoğlu, kendinin
“insan” olduğunu fark ettiğinden beri, ki bu epey eski ve bilinmeyen bir
zamanda olmuştur, kendisini diğer canlılardan
ayıran özelliklerini belirlemeye ve kendini tanımlamaya çalışmıştır. O, doğaya sıkı
sıkıya bağlı, ondan doğan ve ölünce tekrar ona geri dönen biriydi, dolayısıyla
doğanın iklimsel şartlarından nasibini almaktaydı. Ama öte
yandan diğer pek çok canlıdan gelişkin
bir adaptasyon yeteneği
sergiliyor, üstü başı için giysi üretiyor, ateş yakıp yiyeceğini pişirebiliyor, ısınabiliyordu.
Bunu diğer hayvanların yapamadığını gördü. Belki de kendince diğerlerinden
farklıydı…
Üstelik yeteneği
bununla sınırlı kalmadı. Din tarihi uzmanlarının cevap veremediği bir nedenle,
bir şekilde bir gün, bildiğimiz kadarıyla tüm diğer canlılardan çok daha farklı
bir özellik geliştirecekti: ölümü
düşünecekti ve hayatın ölümle
bitmediğine dair tuhaf bir düşünceye kapılacaktı.
Uzmanların
görüşüne göre dinsel inanışlar insanlık tarihi kadar eskidir. Yani insan, kendinin insan
olduğunu fark ettiğinden beri metafizik konularla ilgilenmiştir ve o gün
bugündür zihni ve duyguları cevabı kesin olmayan bu tür soru ve sorunlarla
meşgul olmuş, cevaplarına
ulaşacağım diye adeta kendine çile çektirmiştir.
İnsanın bu düşünsel eziyeti herhalde kıyamete kadar sürecektir.
En sevdiğim
yazarların başında olup en derin metafizik sorunsalları olabildiğince mizahi
bir dille masaya yatıran Douglas Noel
Adams, ayıla bayıla bilmem kaç kez okuduğum “Otostopçunun Galaksi
Rehberi” kitabında “Olasılıksızlık” makinesiyle bir anda yaratılan bir
balinanın zihninin dünyaya düşerken geçen birkaç saniyede kapıldığı
soruları dile getirmişti. Aslında biz insanların da, hangi ara
doğup hangi ara büyüyüp öldüğümüzü anlamadığımız kısacık ömrümüzde sorduğumuz
sorularla benzer sorulardı bunlar: “ben kimim, neyim, niçin buradayım, özgür iradem var mı ve ‘eyvah, ya sonra bana ne olacak’”? Sonuç itibariyle balina,
soruları sorup en basit cevapları bile daha bulamadan dünyaya toslayıp hayata “elveda” demişti.
Eğer insanın bilgi üretme ve aktarma yeteneği gelişmeseydi her bir insan bu balinanın
başladığı yerden başlayacak, bir önceki balinanın o kısacık zaman diliminde
bulduğu cevapsal zerreciklerden bihaber olacaktı…
Biz sadece kendimiz
değiliz, biz bilgi üreten ve bu bilgileri nesillere aktarıp geliştirebilen
insanoğluyuz. “Ben” olarak bildiğim kendimizde hem kendimizin hem de bizden
önceki nesillerin bilgisi mevcuttur. Bu bilginin bir kısmı lisana dökülüp
kitaplarda arşivlenmiştir, bir kısmı dans, müzik, resim, sanat eserleri ve
folklora yansımıştır, bir diğer kısmı ve bence en ilginç olanı da arketipler
suretindedir…
Bu kadar uzun bir girizgâh
yaptıktan sonra artık İrade konusuna gelelim. İrade kavramı zaten özgürlüğü ima
etmekte ve varsaymaktadır ve
fakat öncelikle sormamız gereken soru, onun sadece insana has olup olmadığıdır. Dolayısıyla irade ve özgür iradenin insanda olup
olmadığını sorgulamadan önce onun diğer canlılardaki mevcudiyetini araştırmamız
gerekecek. Sonuçta biz gökten zembille inmedik, toprak ananın bir ürünüyüz.
İnsanı hayvandan ayıran özelliklerden biri olduğu varsayılan iradenin patenti
acaba gerçekten bizde midir? Ve bilgi birikimimiz bizlere bu konuda nasıl bir
cevap verebilir?
Bir hayvanın özgür
iradeye sahip olmadığını varsaymak doğru mudur? Mesela bir sincabın şu ağaçta
değil de bu ağaçta yaşaması onun seçimi değil midir? Hangi ağaçta yuva yapacağı, hangi eşi seçeceği, hangi
kalitede ve kaç fındık yiyeceği kendi seçimi midir? Yoksa her davranışı olağanüstü derecede programlanmış
mıdır? Bir robot mudur o? Eğer
varsa, bu robotik programın evrim ve
genler aracılığıyla mı yoksa bir metafizik güç, yaratıcı tarafından mı yapıldığı
konumuz açısından şimdilik önemli değildir. Ama insanın
özgür iradesi sorunsalına cevap verebilmek için öncelikle hayvanlardaki özgür irade mevzusunu irdelememiz, doğru soruları sorup cevaplarını aramamız
gerekmektedir.
Bu yazıyı bir
okurumun muhteşem sorusu üzerine yazmaya karar verdim. Cevabını merak ettiği
şey, uzun yıllardır bakımına yardım
ettiği bir kedisinin özgür
iradesi olup olmadığıydı ve hikayesi kısaca şöyleydi: Evleri kentsel dönüşüme
giren bu kişi, taşınmak zorunda kalmıştı. Ev yıkılacağı için kediyi de götürmek
istemiş, ancak onun eve ve çevresine çok bağlı olduğunu bildiği için tereddüde
kapılmıştı. Düşünmüş taşınmış ve
kedinin yerine karar verip onu başka bir şehre, hiç bilmediği bir çevreye
taşımış, oraya uyum sağlamasını beklemişti. Yani bir nevi kedinin hayati bir
meselesiyle ilgili “tanrıcılık” oynamıştı; onun için neyin iyi neyin kötü
olduğuna kendisi karar vermişti. Fakat kediyi götürdüğü gibi ortalıktan kaybetmiş,
hayvancık birkaç gün ortada görünmemiş ve dostumuz bunun üzerine onu yitirme
korkusu ve vicdan azabı içerisinde güzel bir dua etmeyi akıl etmişti. Kediye içtenlikle
seslenerek ve onun duymasını medet umarak, döndüğü takdirde onu artık
gerçekleşen yıkım sayesinde harabeye dönen eski evine götürmeye söz vermiş.
Aradan çok değil, sadece birkaç saat geçtikten sonra kedi evin kapısındaymış ve
dostumuz sözünü tutarak onu yuva diye bildiği eski eve ve sokağa geri götürmüş.
Şimdi bu münferit
olaya bakıp tabii ki teori üretmeyeceğiz. Ulaşmaya çalıştığımız nokta şudur ki,
bizim hakkımızda her şeye karar veren bir yaratıcıya karşı biz hangi
konumdaysak, bize karşı kedinin de aynı konumda olduğunu çıkarsayabiliriz.
Kedinin yerine karar vermemiz doğru değilse, bizler hakkında her şeye karar
veren yabancı ve dış bir iradenin olması da doğru sayılmayacaktır. Bu, tanrı
bile olsa… Ve tersine kedinin yerine karar vermemiz, yani onun içgüdülerini
ondan daha iyi okuduğumuzu zannetmemiz doğruysa, o zaman yabancı ve dış bir
iradenin de bizim yerimize bir şeyleri tasarlayıp yaptırması da doğrudur…
Şu anda yeryüzünde olan
tüm canlılar kendi başına hayatlarını idame ettirebilecek kadar hayatta kaldılar,
milyonlarca, milyarlarca yıllık bir yaşamın ve evrimin başarılı meyveleri
oldular ve zaten neyi nasıl iyi yapabileceklerini bildikleri için hala türlerini
devam ettiriyorlar. Biz de onlardan biriyiz. Dolayısıyla hayati öneme sahip
yanlış kararlar vermiş olsaydık, evrim zincirinden çoktan kopmuş olmalıydık.
Türümüz, yeterince doğru kararlar verdiği için ve doğru kararlar verenler
üzerinden devam etmiştir. Dolayısıyla doğru karar verebilen bir irade sahibi
olmamız hem felsefi açıdan mantıklı hem de evrimsel açıdan doğru bir şeydir.
Fakat son bilimsel
araştırmaların ışığında, bizim karar verdiğimizi sandığımız andan birkaç salise
evvel, zaten beynimizin kararı komuta eden kimyasal işlevleri yerine getirdiği
anlaşılmış oldu. Bu, eğer doğru okuma yaptıysam, karar mekanizmasının bilince
inmeden önceki bir mikrozaman dilimi içerisinde bilinçdışında verildiği
anlamına gelmektedir. Yani “Bir ben vardır bende benden içeri” önermesi sadece
Yunus Emre’nin bir şiiri değildir. Belki de insanı sincaptan veya kediden
nitelik farkıyla ayıracak olan da özgür irade konusunun ruhsal veya metafizik
kısmıdır. Fakat bu bölümü bir sonraki yazıya bırakmayı öneriyorum.
Bu vesileyle soru ve
görüşlerinizi bekliyor olacağım…
14.10.2019
Londa-İstanbul
arasında, havada bir yerde..
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder