24 Ekim 2019 Perşembe

ÖZGÜR İRADE ÜZERİNE


Bu haftaki yazımda, din ve felsefenin en “sıkı” tartışma götüren konularından birine değinmeye cüret edeceğim: İrade konusuna…
İnsanoğlu, kendinin “insan” olduğunu fark ettiğinden beri, ki bu epey eski ve bilinmeyen bir zamanda olmuştur, kendisini diğer canlılardan ayıran özelliklerini belirlemeye ve kendini tanımlamaya çalışmıştır. O, doğaya sıkı sıkıya bağlı, ondan doğan ve ölünce tekrar ona geri dönen biriydi, dolayısıyla doğanın iklimsel şartlarından nasibini almaktaydı. Ama öte yandan diğer pek çok canlıdan gelişkin bir adaptasyon yeteneği sergiliyor, üstü başı için giysi üretiyor, ateş yakıp yiyeceğini pişirebiliyor, ısınabiliyordu. Bunu diğer hayvanların yapamadığını gördü. Belki de kendince diğerlerinden farklıydı…
Üstelik yeteneği bununla sınırlı kalmadı. Din tarihi uzmanlarının cevap veremediği bir nedenle, bir şekilde bir gün, bildiğimiz kadarıyla tüm diğer canlılardan çok daha farklı bir özellik geliştirecekti: ölümü düşünecekti ve hayatın ölümle bitmediğine dair tuhaf bir düşünceye kapılacaktı.
Uzmanların görüşüne göre dinsel inanışlar insanlık tarihi kadar eskidir. Yani insan, kendinin insan olduğunu fark ettiğinden beri metafizik konularla ilgilenmiştir ve o gün bugündür zihni ve duyguları cevabı kesin olmayan bu tür soru ve sorunlarla meşgul olmuş, cevaplarına ulaşacağım diye adeta kendine çile çektirmiştir. İnsanın bu düşünsel eziyeti herhalde kıyamete kadar sürecektir.
En sevdiğim yazarların başında olup en derin metafizik sorunsalları olabildiğince mizahi bir dille masaya yatıran Douglas Noel Adams, ayıla bayıla bilmem kaç kez okuduğum “Otostopçunun Galaksi Rehberi” kitabında “Olasılıksızlık” makinesiyle bir anda yaratılan bir balinanın zihninin dünyaya düşerken geçen birkaç saniyede kapıldığı soruları dile getirmişti. Aslında biz insanların da, hangi ara doğup hangi ara büyüyüp öldüğümüzü anlamadığımız kısacık ömrümüzde sorduğumuz sorularla benzer sorulardı bunlar: ben kimim, neyim, niçin buradayım, özgür iradem var mı ve ‘eyvah, ya sonra bana ne olacak’”? Sonuç itibariyle balina, soruları sorup en basit cevapları bile daha bulamadan dünyaya toslayıp hayata elveda demişti. Eğer insanın bilgi üretme ve aktarma yeteneği gelişmeseydi her bir insan bu balinanın başladığı yerden başlayacak, bir önceki balinanın o kısacık zaman diliminde bulduğu cevapsal zerreciklerden bihaber olacaktı
Biz sadece kendimiz değiliz, biz bilgi üreten ve bu bilgileri nesillere aktarıp geliştirebilen insanoğluyuz. “Ben” olarak bildiğim kendimizde hem kendimizin hem de bizden önceki nesillerin bilgisi mevcuttur. Bu bilginin bir kısmı lisana dökülüp kitaplarda arşivlenmiştir, bir kısmı dans, müzik, resim, sanat eserleri ve folklora yansımıştır, bir diğer kısmı ve bence en ilginç olanı da arketipler suretindedir…
Bu kadar uzun bir girizgâh yaptıktan sonra artık İrade konusuna gelelim. İrade kavramı zaten özgürlüğü ima etmekte ve varsaymaktadır ve fakat öncelikle sormamız gereken soru, onun sadece insana has olup olmadığıdır. Dolayısıyla irade ve özgür iradenin insanda olup olmadığını sorgulamadan önce onun diğer canlılardaki mevcudiyetini araştırmamız gerekecek. Sonuçta biz gökten zembille inmedik, toprak ananın bir ürünüyüz. İnsanı hayvandan ayıran özelliklerden biri olduğu varsayılan iradenin patenti acaba gerçekten bizde midir? Ve bilgi birikimimiz bizlere bu konuda nasıl bir cevap verebilir?
Bir hayvanın özgür iradeye sahip olmadığını varsaymak doğru mudur? Mesela bir sincabın şu ağaçta değil de bu ağaçta yaşaması onun seçimi değil midir? Hangi ağaçta yuva yapacağı, hangi eşi seçeceği, hangi kalitede ve kaç fındık yiyeceği kendi seçimi midir? Yoksa her davranışı olağanüstü derecede programlanmış mıdır? Bir robot mudur o? Eğer varsa, bu robotik programın evrim ve genler aracılığıyla mı yoksa bir metafizik güç, yaratıcı tarafından mı yapıldığı konumuz açısından şimdilik önemli değildir. Ama insanın özgür iradesi sorunsalına cevap verebilmek için öncelikle hayvanlardaki özgür irade mevzusunu irdelememiz, doğru soruları sorup cevaplarını aramamız gerekmektedir.
Bu yazıyı bir okurumun muhteşem sorusu üzerine yazmaya karar verdim. Cevabını merak ettiği şey, uzun yıllardır bakımına yardım ettiği bir kedisinin özgür iradesi olup olmadığıydı ve hikayesi kısaca şöyleydi: Evleri kentsel dönüşüme giren bu kişi, taşınmak zorunda kalmıştı. Ev yıkılacağı için kediyi de götürmek istemiş, ancak onun eve ve çevresine çok bağlı olduğunu bildiği için tereddüde kapılmıştı. Düşünmüş taşınmış ve kedinin yerine karar verip onu başka bir şehre, hiç bilmediği bir çevreye taşımış, oraya uyum sağlamasını beklemişti. Yani bir nevi kedinin hayati bir meselesiyle ilgili “tanrıcılık” oynamıştı; onun için neyin iyi neyin kötü olduğuna kendisi karar vermişti. Fakat kediyi götürdüğü gibi ortalıktan kaybetmiş, hayvancık birkaç gün ortada görünmemiş ve dostumuz bunun üzerine onu yitirme korkusu ve vicdan azabı içerisinde güzel bir dua etmeyi akıl etmişti. Kediye içtenlikle seslenerek ve onun duymasını medet umarak, döndüğü takdirde onu artık gerçekleşen yıkım sayesinde harabeye dönen eski evine götürmeye söz vermiş. Aradan çok değil, sadece birkaç saat geçtikten sonra kedi evin kapısındaymış ve dostumuz sözünü tutarak onu yuva diye bildiği eski eve ve sokağa geri götürmüş.
Şimdi bu münferit olaya bakıp tabii ki teori üretmeyeceğiz. Ulaşmaya çalıştığımız nokta şudur ki, bizim hakkımızda her şeye karar veren bir yaratıcıya karşı biz hangi konumdaysak, bize karşı kedinin de aynı konumda olduğunu çıkarsayabiliriz. Kedinin yerine karar vermemiz doğru değilse, bizler hakkında her şeye karar veren yabancı ve dış bir iradenin olması da doğru sayılmayacaktır. Bu, tanrı bile olsa… Ve tersine kedinin yerine karar vermemiz, yani onun içgüdülerini ondan daha iyi okuduğumuzu zannetmemiz doğruysa, o zaman yabancı ve dış bir iradenin de bizim yerimize bir şeyleri tasarlayıp yaptırması da doğrudur…
Şu anda yeryüzünde olan tüm canlılar kendi başına hayatlarını idame ettirebilecek kadar hayatta kaldılar, milyonlarca, milyarlarca yıllık bir yaşamın ve evrimin başarılı meyveleri oldular ve zaten neyi nasıl iyi yapabileceklerini bildikleri için hala türlerini devam ettiriyorlar. Biz de onlardan biriyiz. Dolayısıyla hayati öneme sahip yanlış kararlar vermiş olsaydık, evrim zincirinden çoktan kopmuş olmalıydık. Türümüz, yeterince doğru kararlar verdiği için ve doğru kararlar verenler üzerinden devam etmiştir. Dolayısıyla doğru karar verebilen bir irade sahibi olmamız hem felsefi açıdan mantıklı hem de evrimsel açıdan doğru bir şeydir.
Fakat son bilimsel araştırmaların ışığında, bizim karar verdiğimizi sandığımız andan birkaç salise evvel, zaten beynimizin kararı komuta eden kimyasal işlevleri yerine getirdiği anlaşılmış oldu. Bu, eğer doğru okuma yaptıysam, karar mekanizmasının bilince inmeden önceki bir mikrozaman dilimi içerisinde bilinçdışında verildiği anlamına gelmektedir. Yani “Bir ben vardır bende benden içeri” önermesi sadece Yunus Emre’nin bir şiiri değildir. Belki de insanı sincaptan veya kediden nitelik farkıyla ayıracak olan da özgür irade konusunun ruhsal veya metafizik kısmıdır. Fakat bu bölümü bir sonraki yazıya bırakmayı öneriyorum.
Bu vesileyle soru ve görüşlerinizi bekliyor olacağım…
14.10.2019
Londa-İstanbul arasında, havada bir yerde..

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder