Atalar Adına Özür Dileme
06.09.2012 – Hristiyanlara ait bir mezarlıktayım. Mezarlık çok düzenli, süslü, yeşil. Her bir mezarın başında bir heykelcik var. Özenle koyulmuş 8-10 cm boylarında melek, kuş gibi heykelcikler. Bu süslerle ilgili bir sorun olduğunu biliyorum. Onları mezarlardan çalıyorlarmış. Çalmaları anormal değil, çünkü çok güzeller, kıymetliler… Dayanamayıp ben de iki tane kuş benzeri heykelciği çantama indiriyorum. İndirir indirmez de pişman oluyor ve geri koymak istiyorum. Tekini koyuyorum, tam ötekini de çantadan çıkaracakken ben, bir adam yaklaşıyor. Adam 40–45 yaşlarında, güzel yüzlü (ama suçiçeği geçirmiş gibi bozuk ciltli), kısa açık kumral saçlı biri. Yabancı adamın giydiği body kaslı omuzlarının gücünü ele veriyor. Bu adam, mezarlıkta koruyucu gibi biriydi. Yerine koyamadığım heykelciği düşününce çok ama çok utandım. Ona çaktırmadan çıkarıp koydum. “Teşekkür ederim” dedim, çünkü beni vicdan azabından kurtarmıştı. Teşekkürle birlikte dudaklarından kısacık öptüm. Bana hata yaptırmadığı için minnettardım. Sonra o da kısa öptü, beni bağışlamıştı. İngilizce 2–3 cümle ettik ama ne olduklarını anımsamıyorum.
İkinci rüya çok korkunçtu. ABD’nin askeri eğitimlerini izledim. Genişçe asfalt bir yol üzerine askerleri indiriyorlar. Kadınlı erkekli askerler koşmaya başlıyor. Yeterince hızlı koşamayanları, peşlerinden gelen tanklar çiğneyip biçiyor. Her taraf insan parçaları ile doldu. Eğitim toplu bir kıyıma dönüşmüştü. İnsan cesetleri, kan ve et parçaları caddeleri doldurmuştu. Korkuyla uyandım.
İki farklı rüya. İlki tarihin gerisine ait, ikincisi aynı geceye ait. İlk rüyanın ne anlama geldiğini asla bulamayabilirdim… Eğer bir sabah programında günün önemini söylemeselerdi. Rüyayı gördüğüm tarihe bakarsanız, bir yıldönümüne denk geldiğini fark edebilirsiniz. Ben TV’de duymasaydım fark etmezdim. Çünkü hem tarih çok eski, hem beni ilgilendiren bir olay değil, hem de göçmen olmam sebebiyle daha eski tarihlere ait (devrimler, iç karışıklıkları v.s) bilgim çok zayıf. TV’de 6-7 Eylül 1955’te İstanbul’da yaşayan başta Rumlar olmak üzere azınlıklara karşı yapılan tahrip ve yağmanın yıldönümü olduğu söyleniyordu. Olayları Vikipedi şu şekilde açıklıyor.
“İlk saldırı saat 19.00 sıralarında Şişli'deki Haylayf Pastanesi'ne yapıldı. Ardından büyüyen kalabalık Kumkapı, Samatya, Yedikule, Beyoğlu'na geçerek gayrimüslimlerin toplu olarak yaşadığı birçok semtte önce Rumların, ardından da Ermeni, Yahudi ve hatta yanlışlıkla bazı Türklerin dükkânlarına saldırarak yağmaya başladı. İstanbul'daki Rum azınlığın ev, işyeri ve ibadet yerlerine yönelik bu saldırılarda emniyet pasif bir tutum sergiledi. Rum vatandaşların adresleri hakkında önceden bilgi sahibi olan, yirmi-otuz kişilik organize birliklerin kent içindeki ulaşımı özel arabalar, taksi ve kamyonların yanı sıra otobüs, vapur gibi araçlar yardımıyla sağlandı. 7 Eylül sabahına kadar süren saldırılarda aralarında kilise ve havraların da bulunduğu 5.000'den fazla taşınmaz tahrip edildi ve milyonlarca dolarlık mal sokaklara saçılıp, yağmalandı.
İstanbul'un her yerinde yağmalar aynı yöntemle yapıldı. Dükkânlara saldıranlar önce vitrinleri taşlayarak kırdılar ya da demir parmaklıkları kaynak makineleri ve tel makasları yardımıyla açtılar, ardından içerideki alet ve makineleri dışarı çıkararak paramparça ettiler.
Kiliseler ve mezarlıklar da payını aldı: Kiliselerin içindeki kutsal resimler, haçlar, ikonalar ve diğer kutsal eşyalar tahrip edildiği gibi, İstanbul'da bulunan 73 Rum Ortadoks kilisesinin tamamı ateşe verildi.
İzmit ve Adapazarı’ndan gelen yağmacılar geri dönmek üzere Haydarpaşa İstasyonu'na geldiklerinde, üzerlerinde yağmaladıkları mallarla yakalandılar. Bunların büyük bir bölümünün başka şehirlerden getirildiği ortaya çıktı (örneğin Sivas’tan 145, Trabzon’dan 117, Kastamonu’dan 116, Erzincan’dan 111 kişi.)
Türk basınına göre 11 kişi, bazı Yunan kaynaklarına göre 15 kişi öldürülmüştür. Sabancı Üniversitesi öğretim üyesi Dr. Dilek Güven'in Sabah gazetesine verdiği röportaja göre ölü sayısının az oluşu gruplara "ölü olmasın" emri verilmesi sebebiyledir. Resmî rakamlara göre 30 kişi, gayriresmî rakamlara göre 300 kişi yaralanmıştır. Güven'e göre resmi rakamlara göre altmış olan tecavüze uğrayan ve utanmalarından veya korkmalarından dolayı şikâyette bulunamayan kadın sayısının 400’e yakın olduğu tahmin edilmektedir.
4.214 ev, 1.004 işyeri, 73 kilise, bir sinagog, iki manastır, 26 okul ile aralarında fabrika, otel, bar gibi yerlerin bulunduğu 5.317 mekân saldırıya uğramıştır.”
Beni en çok ilgilendiren kısmı, mezarlıkların da yağmadan nasibini almış olması bölümü oldu. Kuş ve melek heykeli olarak gördüğüm süs eşyaları gerçekten de çalınmıştı (haç ve ikonalar) ve ben onları çalanlardan biriydim! İyi de olay 1955’te olmuştu ama ben o zaman doğmuş değildim. Anne-babam henüz 5 yaşındaydılar ve Türkiye’de değillerdi. Hangi genetik miras, hangi hafıza mirası bana bu görüntüleri iletiyor olabilirdi? Tüm toplum adına neden ben özür diliyordum? Geçmiş zamana ait ilk defa bu kadar net ve doğrulanabilir bir haberci rüya görüyordum. Tarihin çok eski devirlerinde bir aslan kral olduğu veya Vietnam’daki savaşa ait hükmü görmekten çok farklıydı. Kesindi, açıklanabilirdi ve üstelik duygu barındırıyordu. Öncekiler daha çok bilgi olarak ve bir tarihsel sahneyi gözlem olarak ortaya çıkmıştı. Orada pasiftim, seyirciydim. Bunda aktiftim ve sorumluluk hissediyordum.
Ortalığı kan revanın götürdüğü ikinci rüyayı, onun inen enerjisini almamdan dolayı görmüştüm. Negatif enerji inişinin onu hisseden zihinler tarafından tıpkı bir dekoder gibi görüntü ve sese çevrilebileceğini söylemiştim. İşte bu rüya da bir “dekoder” eseri. Sabah ilk işim gazetelere bakmak olunca… kanım dondu. Gece Afyon’da cephanelik patlamıştı. 25 kişi parçalanmıştı. Ortalıkta komplo senaryoları dolanıyordu ama ben itibar etmedim. Çünkü olayın aslını görmüştüm, sembolik bile olsa… Bilgiyi veriyordu. Trajedide yabancı bir gücün parmağı yoktu. Beceriksiz ve acımasız yönetimin bir ürünü, bir eğitim zayiatıydı… Neden askerleri ABD’li olarak gördüğüm konusuna gelince… Bu konuyu siyasetle ilgili olanlar daha iyi açıklar. Neyimiz Türk olarak kaldı ki bizim?
Daha başka bir açıdan bakıldığında, iki rüyanın aynı tarihte olması, bir tür ilahi adalet veya bedel ödeme olarak algılanabilir… Kuran’da da söylendiği gibi, “Allah zulmetmedi onlara, onlar kendi kendilerine zulüm ettiler…” Veya……
(Görüş Dışı kitabından)
İzmit ve Adapazarı’ndan gelen yağmacılar geri dönmek üzere Haydarpaşa İstasyonu'na geldiklerinde, üzerlerinde yağmaladıkları mallarla yakalandılar. Bunların büyük bir bölümünün başka şehirlerden getirildiği ortaya çıktı (örneğin Sivas’tan 145, Trabzon’dan 117, Kastamonu’dan 116, Erzincan’dan 111 kişi.)
Türk basınına göre 11 kişi, bazı Yunan kaynaklarına göre 15 kişi öldürülmüştür. Sabancı Üniversitesi öğretim üyesi Dr. Dilek Güven'in Sabah gazetesine verdiği röportaja göre ölü sayısının az oluşu gruplara "ölü olmasın" emri verilmesi sebebiyledir. Resmî rakamlara göre 30 kişi, gayriresmî rakamlara göre 300 kişi yaralanmıştır. Güven'e göre resmi rakamlara göre altmış olan tecavüze uğrayan ve utanmalarından veya korkmalarından dolayı şikâyette bulunamayan kadın sayısının 400’e yakın olduğu tahmin edilmektedir.
4.214 ev, 1.004 işyeri, 73 kilise, bir sinagog, iki manastır, 26 okul ile aralarında fabrika, otel, bar gibi yerlerin bulunduğu 5.317 mekân saldırıya uğramıştır.”
Beni en çok ilgilendiren kısmı, mezarlıkların da yağmadan nasibini almış olması bölümü oldu. Kuş ve melek heykeli olarak gördüğüm süs eşyaları gerçekten de çalınmıştı (haç ve ikonalar) ve ben onları çalanlardan biriydim! İyi de olay 1955’te olmuştu ama ben o zaman doğmuş değildim. Anne-babam henüz 5 yaşındaydılar ve Türkiye’de değillerdi. Hangi genetik miras, hangi hafıza mirası bana bu görüntüleri iletiyor olabilirdi? Tüm toplum adına neden ben özür diliyordum? Geçmiş zamana ait ilk defa bu kadar net ve doğrulanabilir bir haberci rüya görüyordum. Tarihin çok eski devirlerinde bir aslan kral olduğu veya Vietnam’daki savaşa ait hükmü görmekten çok farklıydı. Kesindi, açıklanabilirdi ve üstelik duygu barındırıyordu. Öncekiler daha çok bilgi olarak ve bir tarihsel sahneyi gözlem olarak ortaya çıkmıştı. Orada pasiftim, seyirciydim. Bunda aktiftim ve sorumluluk hissediyordum.
Ortalığı kan revanın götürdüğü ikinci rüyayı, onun inen enerjisini almamdan dolayı görmüştüm. Negatif enerji inişinin onu hisseden zihinler tarafından tıpkı bir dekoder gibi görüntü ve sese çevrilebileceğini söylemiştim. İşte bu rüya da bir “dekoder” eseri. Sabah ilk işim gazetelere bakmak olunca… kanım dondu. Gece Afyon’da cephanelik patlamıştı. 25 kişi parçalanmıştı. Ortalıkta komplo senaryoları dolanıyordu ama ben itibar etmedim. Çünkü olayın aslını görmüştüm, sembolik bile olsa… Bilgiyi veriyordu. Trajedide yabancı bir gücün parmağı yoktu. Beceriksiz ve acımasız yönetimin bir ürünü, bir eğitim zayiatıydı… Neden askerleri ABD’li olarak gördüğüm konusuna gelince… Bu konuyu siyasetle ilgili olanlar daha iyi açıklar. Neyimiz Türk olarak kaldı ki bizim?
Daha başka bir açıdan bakıldığında, iki rüyanın aynı tarihte olması, bir tür ilahi adalet veya bedel ödeme olarak algılanabilir… Kuran’da da söylendiği gibi, “Allah zulmetmedi onlara, onlar kendi kendilerine zulüm ettiler…” Veya……
(Görüş Dışı kitabından)
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder